TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Sayın Başbakan biliyor mu, bilmeyiz ama "evinde mutlu olup, çocuk yetiştirmeyi hayatının amacı sayan" kadınların Türkiyesi'nin hızlı büyüme şansı yoktur. Bu satırların yazarı bugüne kadar hep "Vallahi de billahi de Türkiye'nin belirgin bir anormalliği yoktur, bizdeki sorunlar esasen her yerde var" ekolüne bağlı kalmıştır. Ama asistanı Senem Dartar'ın zoruyla son günlerde, televizyonda izlemek zorunda kaldığı "evimde mutluyum ben" başlıklı reklam spotu kendisine "Yok artık" dedirtmiştir. Türkiye'de hakikaten bir gariplik vardır. Siz de izlediniz mi bu reklam spotunu? Neyin reklamı olduğu doğrusu ya, ilk bakışta belli olmuyor. Konu temizlik deterjanı, müzik seti, havlu, perde, halı, mutfak eşyası, yatak olabilir. Çünkü reklam filmi boyunca genç, güzel, ince bir hanım kızımız yatak odasından mutfağa, oradan bahçeye dolaşıp duruyor. Yok canım, dans edip duruyor. Durmadan da "evimde mutluyum ben" diyor. Cem Yılmaz'ın ne iş yaptığını sorduğunda "ev hanımıyım" diyen kadına "şuna bir işim yok desene" lafına bozulan biri hazırlamış galiba bu reklam spotunu. Bu reklam spotuna göre vallahi, ev hanımları gayet meşguldü, hayatları bir dizi leke çıkarma, yatak düzeltme faaliyeti ile hınca hınç doluydu. Ayrıca bu "ev hanımlığı" mesleğindekiler fevkalade mutluydu. Ne satmaya çalıştığı belli olmayan reklam "evimde mutluyum ben" diye başlıyor ve de öyle bitiyordu. Reklamın ne satmaya çalıştığı belli değildi. Bu onun olsa olsa kötü bir reklam olduğunu gösterir. Ama reklamın kadınlara biçtiği rol fevkalade aşağılayıcıydı. Kadın dediğin evinde mutlu olurdu. Nitekim bu güzel, genç ve de ince kadınlar, bakınız evlerinde mutluydular. Kocalarına ve çocuklarına bakıyorlardı. Perdelerini seviyorlardı. Havluları ile gurur duyuyorlardı. Dikkat ettiniz mi? Reklam kadınları devamlı bir surette havluları ve perdeleri okşuyorlardı. Elbette kadınlar da tıpkı erkekler gibi evlerini, yaşam alanlarını sevmek, içlerine sindirmek isterler ama kendini eve kapatıp histerik bir şekilde perdeleri sevmek acaba nereden çıkıyor? Hastalıklı reklam kadınlarının bir nevi yardım çığlığı mı oluyor acaba bu perde sevme hareketi? Peki, memleketimizde evde oturup havlusunu koklayan, perdesini okşayan ve hayatta bundan başka bir beklentisi olmayan kadınlar var mıdır? Elbette vardır. Türkiye'nin temel önceliklerinden biri işte tam da bunu değiştirmek olmalıdır. Türkiye ikiye bölünmüş Türkiye yakınsamaya çalıştığı AB ülkeleri ile karşılaştırıldığında ikiye bölünmüş bir toplum görünümündedir. Yok yok son günlerin toplumsal kutuplaşma muhabbetine derinden dalmayacağız. Türkiye esasen kadınlar ve erkekler olarak ikiye bölünmüş bir toplum durumundadır. AB ülkeleri ile karşılaştırıldığında Türkiye'de işgücüne katılım oranı AB ülkelerinin altındadır. Bunun temel nedeni ise Türkiyemizde kadınların işgücüne katılım oranının AB ülkelerinin yarısı düzeyinde bile olmamasıdır. Aynı biçimde kadınların eğitim düzeyi de erkeklere göre daha düşüktür. 2006/07 yılı TÜİK rakamlarına göre ortaöğretim ve yükseköğretimde her 10 erkek başına yaklaşık 8 kız öğrenim görmektedir. Bu, şu anlama gelmektedir. Kadınlar evde oturmakta, yeterli beceriye sahip olmamakta ve üretkenlikleri düşük kalmaktadır. Türkiye'nin tempolu büyümesini isteyen herkesin çözmesi gereken temel problem işte bu noktadadır. Neden? Bir ülkenin tempolu büyüyebilmesi için, gerekli yapısal temel, büyüme muhasebesi hesabındadır. Hızlı büyümenin üç önkoşulu vardır. İlki toplam nüfus içinde çalışabilir nüfusun sayısının yüksek olmasıdır. Toplumda çocukların ve yaşlıların sayısı ne kadar azalıyor ve çalışabilir olanların sayısı ne kadar artıyorsa, bu tür ülkeler hızlı büyümek için gereken yapısal temele sahiptir. Dikkat; çocuk sayısının artıyor olması iyi değildir. Peki, Sayın Başbakanımız neden öyle bir üç çocuk muhabbetine girmiştir? Neyse durun bakalım. Gelelim ikinci şarta. İkinci olarak, artan çalışabilir nüfusun işgücüne katılıyor olması gerekmektedir. İşgücüne katılma oranının arttığı ülkelerin hızlı büyüme şansı vardır. "Evimde mutluyum ben" diyen kadınların arttığı bir toplumda tempolu büyüme de olmaz. Büyüme için Nil Karaibrahimgil"in "çocuk da yaparım kariyer de" şarkısını topluca söyleyen kadınlara ihtiyaç vardır. Bunu engelleyen gelenek her ne ise onun yerle bir edilmesi sürdürülebilir büyüme ve zenginleşmenin temelidir. Bu hususu dikkatli not etmekte fayda vardır. İleride buna da bir geliriz. Yüksek verimlilik şart Ama büyüme için bu ikisi de yetmez. Bir de üçüncü gerek vardır. Artan çalışabilir nüfus içinde, işgücüne katılanların aynı zamanda yüksek bir verimlilik düzeyinde faaliyet gösterebilmeleri gerekir. İşte onun için "eğitim şarttır". Bir yandan "haydi kızlar okula" gibi faydalı kampanyaların düzenlendiği bir toplumda, "evimde mutluyum ben" diye bir reklam spotu olması olsa olsa kafa karışıklığıdır. Ama Sayın Başbakanımızın bile kafasının, bu konularda, son derece karışık olduğu ortadadır. "Ortalama 3 çocuk faydalıdır" lafının yukarıda çizilen çerçevede bakıldığında hiçbir anlamı yoktur. Güncel büyüme tartışmaları ile alakası sıfırdır. Olsa olsa Sayın Başbakanımızın Türkiye'nin büyüme önceliklerinden habersiz olduğunu göstermektedir. Neden? 3 çocuk demek, azalan çalışabilir nüfus demektir. Üç çocuk demek, evde oturan kadınlar nedeniyle artmayan işgücüne katılma oranı demektir. PISA testi sonuçlarına bakınca, milli eğitimde halimiz pek iyi değildir. 3 çocuk daha da kötü PISA testi sonucu demektir. Kötü PISA testi sonucu demek düşen işgücü verimliliği demektir. Daha ne diyelim? Sayın Başbakanımızın ne dediğine dikkat etmesi gerekmektedir. Reklam spotuna kızarız, protesto ederiz ama Sayın Başbakan yanlışı uygulamaya sokabilme gücüne sahiptir. Defalarca üst üste söylediği yanlıştır. Nokta. Örneklere bir daha bakılsın Sayın Başbakanımız veya ona akıl verenler kendilerine ilham veren ülkelere bir daha bakmalıdır. Dünyamızda, kadın başına düşen çocuk bakımından en "bereketli" ülke Mali'dir. Evet, orada kadın başına düşen çocuk sayısı 7.34'tür. Zambia'da kadınların ortalama 5.23 çocuğu vardır. Suudi Arabistan'da her kadın ortalama 3.89 çocuk yapmaktadır. Amerika'da ise her kadın ortalama 2 çocuk yapmakta, Avrupa Birliği'nde ise kadın başına 1.50 çocuk düşmektedir. Acaba, bu ülkelerdeki kadınlardan hangileri "daha" mutludur? Bu kadınlardan hangileri "daha" özgürdür? İktisata geri dönelim efendim. Evinde mutlu olan kadınlar artarsa Türkiye tempolu büyüyemez. Ortalama çocuk sayısı üç olursa, Türkiye bugünkü büyüme temposunu azaltmak zorunda kalır. Bir ülke zenginleşme sürecini neden kesmek ister? Bir Başbakan neden bilmediği bir konuda "pat" diye konuşuverir? Neden etrafına bir bakıp, "biri bana sabahleyin böyle böyle dedi, acaba öyle mi" diye sormaz? Şaşırtıcıdır.
Bu yazı 17.05.2008 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024