TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
“Ben söylemiştim, uyarmıştım” gibi hatırlatmalar sevimsiz olur genellikle. Ama yılda bir-ikiyi aşmamak koşuluyla yapılabilir diye düşünüyorum. Bu (kendi kendime ihsan ettiğim) hakkı kullanarak başlıyorum. İki eski yazımdan alıntı yapacağım. İkisi de Mayıs 2023 Cumhurbaşkanlığı seçiminin hemen arkasından:
Döviz kurundaki keskin hareketler üzerine; 8 Haziran 2023 yazısı: “Ama lütfen dikkat: ‘Yangının kontrolden çıkması’ olasılığı da var. ‘Denge kuru’ çok muğlak bir kavram. Mevcut koşullarda hiç olmazsa makul bir istikrar programı uygulanmaya başlansa ve yarıda kesilmeyeceğine inanılsa farklı, programın yarıda kesilebileceğine ilişkin bir kanı varsa daha başka, uygulanacak program makul değil de az biraz makulse yine çok farklı bir dengeden söz edilebilir. Kaldı ki ikinci ve üçüncü durumlarda ortaya çıkacak ‘denge’ bayağı oynak ve sürekli yukarıya doğru yönlenen bir denge de olabilir.”
Politika faizinin seçimden sonraki ikinci PPK toplantısı olmasına ve beklenen enflasyonun yüzde 70’lere yönlenmesine karşın ancak yüzde 17,5’e çıkarılması üzerine; 27 Temmuz 2023 yazısı: “Seçimden sonra yaşanan büyük kur sıçraması ve alınan vergi artırıcı önlemler nedeniyle enflasyon belirgin biçimde yükselecek. Hal böyleyken politika faizinin yüzde 17,5 gibi bir düzeyde kalmasının rasyonelini anlamak mümkün değil… Politika faizinin yüzde 17,5 yerine daha yüksek bir düzeyde belirlenmesinin önemli faydaları olacaktı.
… Birincisi, mevduat faizleri de yükselecekti… İkincisi, faiz politikasına müdahale edildiği savı daha az dillendirilecekti ve para politikasının itibarı yükselecekti… Üçüncüsü, karmaşık kararlar almaya gerek kalmayacaktı… Faiz artırılmadığı için kur sıçrıyor. Kur sıçrayınca, daha da sıçramaması için şirketlerin ve bankaların bilançolarını olumsuz etkileyen bir dizi karar alınıyor. Alınan bir kararın mürekkebi kurumadan yaratacağı olumsuz etkiyi gidermek için bu sefer birden fazla önlem açıklanıyor. İş iyice karışıyor... Dördüncüsü ve de en önemlisi enflasyondaki yükseliş önce sınırlanacak sonra da enflasyon düşürülebilecekti.”
Mevcut program asıl olarak para politikasına dayanıyor. Bir ölçüde de bütçe açığını kontrol altına almaya çalışan önlemler var. Politika faizi son birkaç aydır doğru düzeyde. Ama bu düzeye gelmesi çok vakit aldı; özellikle Mayıs 2023’ten sonraki yavaş ve mahcup faiz artırımları döviz kurunu gereksiz yere çok sıçrattı. Arkasından da enflasyon sıçradı. Oysa birkaç toplantıda –mesela ara vermeden üç toplantıda- faiz çok daha yükseltilebilirdi. Kur ve enflasyon o kadar sıçramaz, şu anda politika faizi de –elbette kredi faizleri de- yüzde 50 değil belirgin olarak daha düşük bir düzeyde olurdu. Ama yetmezdi. Neden yetmeyeceği de yukarıdaki ilk alıntıda var. O alıntıda sözü edilen ‘makul’ programın neler içerebileceği, 2023’ün ilk yarısında yazdığım yazıların çoğunda yer alıyor.
Enflasyonun, döviz cinsinden borçların ve ara malı ithalatının toplam üretim girdileri içinde payının yüksek olduğu (3-Y) ülkelerde enflasyonu düşürmeyi amaçlayan programların karşılaştıkları önemli bir ikilem var. Bu koşullarda enflasyonun ana belirleyicisi kurdaki artış oluyor. Enflasyonu düşürmeye amaçlayan bir programın hem kur artışlarını hedeflenen enflasyonla uyumlu bir patikaya oturtmak hem de talep artışlarını dizginlemek için faizleri yükseltmesi gerekiyor. Faiz makul bir düzeye geldiğinde yerli para değerlenmeye (kur artışı enflasyonun altında gerçekleşmeye) başlıyor. Risk primi azalıyor. Bu gelişmeler enflasyon için olumlu oluyor. Zira ithal girdi maliyetleri düşüyor (az artıyor). Öte yandan döviz cinsinden borcu yüksek olan şirketleri rahatlatıyor; özellikle yurtiçine yapılan üretim ve istihdam açısından bir süre sonra olumlu gelişmeler yaşanıyor. Bu da arzı artırarak enflasyonu olumlu etkiliyor.
Ama bu süreçte ihracat olumsuz etkileniyor. İhracatçılardan şikayetler yükseliyor. Orta-uzun vadede daha önemli olan ve ikilemin arkasındaki temel neden ise şu: Yerli paranın değerlenme süreci uzuyorsa, 3-Y’nin ikincisini ve üçüncüsünü güçlendiren eğilimler oluşuyor. Döviz cinsinden borçlanma ve üretimde daha fazla ithal ara malı kullanmak tercih edilmeye başlanıyor. Ekonominin kırılganlıkları artıyor.
Aylardır mevcut programın ‘çok eksik’ olduğunu vurgulamamın temel nedeni bu ikilemi aşmak ya da etkisini azaltmak mümkünken, bu yönde adımların atılmaması. Sonra yine ele alırım ama özü şu: İhracatı artırmanın kalıcı yolu, fiyat avantajı sağlayarak (kuru yükselterek) değil ihraç ürünlerimize olan talebi kalıcı biçimde yükseltecek bir üretim yapısını (yüksek teknolojili, kaliteli, verimli) oluşturmaktan geçiyor. Elbette bunları yazması kolay yapması zor. Ama marifet de burada. Yoksa bu marifet, bir yandan yeni kırılganlıklar oluşuyor (3-Y’nin ikisi güçleniyor) diğer yandan ihracatçılardan ve krediye erişemeyenlerden yükselen şikâyetler giderek yaygınlaşarak programın raf ömrünü kısaltıyor.
Bu köşe yazısı 12.09.2024 tarihinde Nasıl Bir Ekonomi Gazetesi'nde yayımlandı.
Fatih Özatay, Dr.
27/12/2024
Fatih Özatay, Dr.
25/12/2024
Güven Sak, Dr.
24/12/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
23/12/2024
Selin Arslanhan
23/12/2024