Arşiv

  • Haziran 2024 (14)
  • Mayıs 2024 (16)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)

    Şimdi buradan nereye gideriz?

    Güven Sak, Dr.04 Haziran 2024 - Okunma Sayısı: 2512

    Türkiye, Mayıs 2023’teki seçimlerden hemen sonra akıl yoluna dönmeye karar verdi. Hem ekonomi politikalarında hem de dış politikada. İyi oldu tabii. Ama aradan tam bir yıl geçti, Türkiye hala taşlı tarladan şoseye çıkmaya çalışıyor. Gelin hatırlayalım. Neden akıl yoluna dönmeye karar verdik bundan bir yıl önce? Deniz bittiği için elbette.

    Türkiye tam bir yıldır taşlı tarladan şoseye çıkmaya çalışıyor

    Deniz neden bitti? 2018 sonrasında ekonomi politikalarında başlayan akıl dışının uzatmalı bayram haftası ile artan finansman ihtiyacından öncelikle. Mayıs 2023 seçimleri bu nedenle “en pahalı seçim başarısı” olmuştu, hatırlatayım. Tabii bir de en sonunda Türkiye’nin Pakistan ya da Mısır olmadığını idrak ettiğimiz için akıl yoluna dönmeye karar verdik.

    Nasıl? Suudi Arabistan’dan gelecek beş milyar dolarlık destek, Pakistan ekonomisini yüzdürebilir. Aynı tutar Mısır’ı bir süre idare edebilir. Ama aynı beş milyar dolar Türkiye büyüklüğünde bir ekonomi için fındık fıstık parası sayılır. Bize yetmez.

    Bu nedir? Uluslararası dolar piyasaları yerine Körfez’in finansal imkanlarını yüksek faizle toplayalım, günü kurtaralım, vaziyeti idare edelim yaklaşımının iflas ettiği noktadır. Nitekim öyle olmuştur.

    2018’den beri önce ekonomi politikalarında akıl yoluna dönmeye çalışırken bir yandan da dış politikada normalleşmeye yönelik adımlar atılıyor. Neden? Türkiye gibi kronik tasarruf açığı olan bir ülkenin, memleketin finansman ihtiyaçları için taşlı tarladan çıkıp şoseye yeniden dönmesi için elbette.

    Ancak gördüğümüz nedir? Akıl dışından akıl yoluna dönüş kolay değildir. Akıl dışından akıl yoluna dönerken gereken mıntıka temizliği öyle şıpın işi halledilememektedir. Hem imkanlarını kaybetmek istemeyen eski dönem nüfuz sahiplerinin mevzi/tezgah koruma çabaları hem de eski dönemde ekonomide tedbir alıyoruz diye biriktirilen mali risklerin etkisi süreci yavaşlattı. Araya bir de mahalli idare seçimleri girdi. Ne olur ne olmaz kabilinden akıl yoluna dönüş süreci gevşedi.

    Enflasyon seçimden önce ne kadardı?

    Ne oldu? Rahmetli Demirel’in “boş tencerenin yıkamayacağı iktidar yoktur” deyişinin etkisinin nasıl zamanla ortaya çıktığını sanırım Mart 2024 itibariyle açık seçik gördük. Nedir? Mayıs 2023 seçimlerine giderken yıllık ortalama enflasyon oranı yüzde 43,7 idi, Mart 2024 seçimlerine giderken yıllık ortalama enflasyon oranı yüzde 67,1’e çıkmıştı. Bundan önceki cumhurbaşkanlığı ve mahalli idare seçimlerinde enflasyon yüzde 10’lar seviyesindeydi.

    Enflasyonun kalıcı olduğu nasıl idrak edildi?

    Hadiseye şöyle de bakabilirsiniz ikinci şekilden. Mayıs 2023’teki seçimden önce yıllık ortalama enflasyon tam 17 aydır yüzde 30’un üzerindeydi. Mart 2024’te ise bu sayı 27 aya yükseldi. Nedir? Aniden artan enflasyonun kalıcılığı konusunda seçmenin pek bir şüphesi kalmadı Mart 2024 itibariyle. Geçim davasını çözmenin zorluğu kafalara yerleşti. Dün yenilen hurmalar ile bugünkü vaziyet arasında bağlantı kurmak kolaylaştı. Peki, bundan sonra ne olur?

    Kamu harcamalarına Hazine vizesinin tam zamanı

    Mevcut politika çerçevesinin olumlu sonuçlarını göreceğimiz bir kırılma noktasındayız.  Öncelikle pozitif olanı görmekte fayda var. 2018 yılında damat bakanın “bak babacığım, faizi indiriyoruz, kur sabit duruyor” diye övünebilmesi için Merkez Bankası’nı ödünç rezerv toplamaya mahkum etmiştik. Artık banka, TL karşılığı döviz swapları ile ödünç rezerv toplamaya mahkum değil. Bankanın rezervlerinin yeniden pozitife döneceği bir kırılma noktasındayız. Bu kötü değil, iyi. Bankanın faiz politikasının hareket alanını genişletecek bir durum.

    İkincisi, yüksek enflasyonun yüzde 75’e doğru sıçrayıp aşağıya inmeye başlayacağı bir noktadayız. Bu aslında önemli bir fırsat, yüksek enflasyonun kalıcılığı konusundaki kanaati değiştirmek için. Bankanın kendi rezervlerine sahip olması, bu kanaati güçlendirir.

    Peki, bunlar kendi başına yeter mi bugünün dünden farklı olduğu kanaatini güçlendirmek için? Yetmez.

    Üçüncüsü, maliye politikası alanında atılacak adımların belirginleştirilmesi gerekiyor. Kamuda tasarruf önlemlerini sözde bırakmayıp harcamaları hem tutar hem de türleri itibariyle Hazine’nin vizesine bağlamakta fayda var eski dönemlerde olduğu gibi. Hazine ve Maliye Bakanlığı’nı kamu harcamalarında daha fazla söz sahibi kılmak önemli. Kamu harcamalarının kontrolünde öteki bakanlıklardan farklı bir Hazine iyidir.

    Dördüncüsü, Türkiye’nin önündeki fırsatlara odaklanabilmesi, tehditleri bertaraf edebilmesi için ileriye bakmaya ihtiyacı var. Bu amaçla, Devlet Planlama Teşkilatı’nı (DPT) yeniden ihya etmekte fayda var. Bir an önce.

    Beşincisi, siz gözlerinizi kapasanız bile iklim değişikliği ve iklim değişikliği ile mücadele için Avrupa’da alınan dekarbonizasyon tedbirleri Türkiye’yi etkileyecek. Bu etkiler Türkiye’nin her tarafında benzer olmayacak. Asimetrik yerel etkiler göreceğiz. Bu etkilerle baş edebilmek için bir nevi yerel DPT olarak çalışacak, yerel idare ile ilişkilendirilmiş kalkınma ajanslarına ihtiyacımız olacak.

    Kalkınma ajanslarını büyükşehir belediyelerine bağlayın

    Kalkınma ajanslarını mahalli idarelerde kapasite inşası için yeniden yapılandırmanın tam zamanı bana sorarsanız. Kalkınma ajanslarının valiliklerle bağını kesin, büyükşehir belediyeleri ile bağını artırın. Hemen.

    Merkezde zaten yapacak çok iş var. Daha Milli Eğitim adam edilecek. Enerji Bakanlığı yeniden yapılandırılacak. Adalet Bakanlığında zaten çok iş var. Ama yerelde kapasite inşası artık acil bir mesele. Neden?

    Bir süredir TEPAV bölgesel kalkınma tuzağı ile ilgili çalışıyor. Bir yerin ihmal edildiğini, üzerine yeterince düşünülmediğini, bölgesel kalkınma tuzağına düştüğünü nasıl anlıyoruz? Son derece basit bir biçimde: O bölgenin istihdam, kişi başına gelir ve verimlilik göstergelerinin artış hızı, ülkenin geneli ile kıyaslandığında giderek yavaşlıyorsa oranın kalkınma tuzağına düştüğünü söylüyoruz. Türkiye’de böyle bakıldığında ihmal edilen yer çok.

    Yerel neden ihmal ediliyor? Yerelin sahibi olmadığı için elbette. Mesela alın valiyi. Valinin terfi zamanı geldiğinde merkezdekiler valinin performansını değerlendirirken valilik yaptığı dönemde ilgili ilde istihdam, kişi başına gelir, verimlilik ne olmuş diye bakıyorlar mı? Hayır. Kimse ilgileniyor mu bu vali ilin ekonomisini canlandırmak için ne yaptı diye? O vakit, o vali yönettiği ilin ihmal edilip edilmediğiyle, kalkınma tuzağında olup olmadığıyla ilgilenir mi? Hayır. İllerde seçilmiş yöneticilerin ilin ihmal edilmemesini sağlayacak yetkilere ve vasıtalara sahip olması gerekiyor, bana sorarsanız. Kalkınma ajanlarını belediyelerle ilişkilendirin dediğim o işte. Hem belediyelerde kapasite inşasına katkı sağlar hem de belediye başkanının temsil ettiği insanların refahı için dışarıdan fon temin etmesine imkan verir. Siz bunu bir düşünün.

    Hangi ilimiz kaç yıldır ihmal ediliyor, farkında mısınız?

    Bunu düşünürken aklınızda yandaki Türkiye haritası kalsın. Daha önce size hangi bölgeler kalkınma tuzağında biraz anlatmıştım. Ama ilin ne kadar süredir tuzakta olduğu da önemli doğrusu. 2019-2022 için yapılan yandaki şekil, hangi il iki yıldan uzun süredir ihmal edilmiş, hangisi iki yıl ve daha az bir süredir tuzakta, nereleri risksiz onu gösteriyor.

    Hangi il kaç yıldır ihmal ediliyor?

    Kırmızı ile işaretli illerimiz, mesela, Bursa, Balıkesir, Edirne, Bolu, Eskişehir, Afyonkarahisar, Van, Şanlıurfa, Diyarbakır; Erzurum, Gümüşhane, Sivas, Antalya iki yıldan daha uzun süredir ihmal edilmiş, kalkınma tuzağına düşmüş durumdalar. Pembe ile işaretli iller iki yıl ve daha kısa bir süredir tuzakta. Mesela Ankara, Karabük, Bartın, Kayseri, Adapazarı, Kars, Elazığ, Malatya, Isparta, Denizli. Dert çok, dertli il sayısı çok fazla.

    Şimdi ne olacak? Zaten ihmal edilmiş yörelerin unutulmuş ahalisi, bütün dertlerinin üzerine şimdi bir de iklim değişikliği ve dekarbonizasyon tedbirlerinin getireceği ek meselelerle de boğuşacaklar. Böyle bakınca doğrusu ya, ben yerelde kapasite inşasının bu dönemde son derece önemli olduğunu düşünüyorum doğrusu.

    İktisat politikası ehem ile mühimi ayırmak demek. Tedbirleri önceliklendirmek mühim. Ulusal düzeyde bir an önce Hazine’yi güçlendirmek ve iklim kanununu çıkarıp emisyon ticaret sistemini (ETS) örgütlemek, yerelde ise kalkınma ajanslarını büyükşehir belediyeleri ile ilişkilendirerek zaten ihmal edilmiş yerlerin, çoktan unutulmuş ahalisini, iklim değişikliği kaynaklı ek olumsuz etkilerden korumak üzere tedbir planlamaya başlamak. Ben olsam buradan başlardım doğrusu.

    ETS ile gelecek karbon fiyatı ve karbon vergisi düzenlemelerinin maliye politikası açısından önemini de ayrıca vurgulamış olayım bu arada. Sonra iyice açarım.

    Bunlar olursa, bugünün dünden farklı olduğunu idrak edebilir, bekleyişlerimizi düşen enflasyona uygun biçimde şekillendirebiliriz. Ne olur? Faiz indirimleri ve ekonomide canlanma daha çabuk gelir. Yoksa bize daha çok sabır gerekir.

     

     

    Bu köşe yazısı 03.06.2024 tarihinde Nasıl Bir Ekonomi Gazetesi'nde yayımlandı.

    Etiketler: Ekonomi, Enflasyon, Kalkınma,
    Yazdır