TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
İfade özgürlüğünün had safhada olduğu bir ülkeye göç ettiniz ve orada -yabancı bir ülke vatandaşı olarak ya da oranın vatandaşlığına geçerek, çalışıyorsunuz diyelim. “Türkiye’de ifade özgürlüğü neden tartışılıyor; buralarda bu hiç tartışılmıyor, çok modası geçmiş bir konu” der misiniz? Derseniz çok komik kaçacağını bilirsiniz; demezsiniz.
Çok sayıda iktisatçı, bankaların kredi açarak mevduat (para) yarattıkları sistemi veri alarak bir merkez bankasının para yarattığı sistem ile ilgilenmiyor. Bunun temel nedeni, modern merkez bankacılığında uygulanmakta olan sistem. Şu: Günümüzde merkez bankaları, bankaların kendi aralarında yaptıkları çok kısa vadeli borç alıp verme işlemlerinde ortaya çıkan faizin belli bir düzeyde kalmasını sağlayabiliyorlar. Hangi düzeyde? Temel amaçları her neyse -ki bu çoğu merkez bankası için fiyat istikrarını sağlamak ve o çerçevede enflasyonla mücadele etmek- ona uygun olduğu düzeyde. Zaten bu düzeyi de açıklıyorlar; adına politika faizi deniyor. Nasıl sağlıyorlar? Likidite yönetimi ile. Bir merkez bankası, bankacılık sisteminde (politika faizi düzeyinde) likidite açığı varsa, bankaların bu açığını kapatmak üzere onlara kısa vadeli borç veriyor (repo işlemi). Verdiği borç miktarını ayarlayarak piyasada ortaya çıkan faizin politika faizine çok yakın ya da ona eşit olmasını sağlayabiliyor. Bankacılık sisteminde likidite fazlası varsa da onu bankalardan borçlanarak çekiyor (ters repo işlemi). Bu sefer bankalardan borç alma faizi -faiz koridorunun alt sınırı- politika faizi oluyor. Dolayısıyla, merkez bankasının başka işlemlerle -mesela döviz alarak- yarattığı parasal hareketler bu sistemi bozmuyor. Sisteme bu yolla çıkan likidite, bankaların merkez bankasından daha az borçlanmasına ya da merkez bankasına daha fazla borç vermesine (zaten başlangıçta likidite fazlası varsa) yol açıyor; faiz değişmiyor ya da koridor içinde sınırlı bir hareket gösteriyor.
Oysa bu sistemden farklı sistemler de var ve bir ara revaçtaydılar. Mesela yıllar önce aralarında Almanya Merkez Bankası (Bundesbank) gibi merkez bankalarının da olduğu bazı merkez bankaları sistemdeki para miktarını kontrol etmeye çalışıyorlardı. Böyle bir sistemde, önceden ilan ettikleri para arzı artış oranı hedefine ya da para miktarı hedefine uygun olacak biçimde bankalarla işlem yapıyorlardı. Merkez Bankası da 1986-88 döneminde ve 1990’da benzer bir uygulama yaptı. Parasal kontrol denilen bu sistem 1990’ların ortalarında iyice gözden düştü. Çeşitli nedenleri var bunun. Bir nedeni şu: “Madem parasal kontrol ile enflasyonla mücadele edilmek isteniliyor, herkesin anlayacağı enflasyon hedefi dururken, neden iktisatçılar ve konuyla ilgilenenler dışında kimsenin anlamayacağı bir değişken için hedef açıklıyorsunuz?” sorusu. Bir başka nedeni ise bu sistemde kısa vadeli faizlerin çok fazla dalgalanması ve belirsizliği artırması olasılığı.
Mayıs 2001’den bu yana yasak. Eskiden Merkez Bankası Hazine’ye çok düşük faizle kredi açardı (kısa vadeli avans verirdi). Vereceği miktar, bütçe harcamalarının bir oranı kadar olabiliyordu. Ama o tavan, Meclis’ten ek bütçe çıkararak aşılabiliyordu. Merkez Bankası bu yolla sistemdeki para miktarını artırmış oluyordu. 1994 krizinin temel nedeni budur. Hazine’nin 1993’ün son dört ayında kısa vadeli avans kullanımını sıçratarak tahvil yoluyla borçlanmasını eser miktara düşürmesi sonucunda 1994’ün ilk aylarında kur sıçradı; 14 bin liradan 40 bin liraya. Bu nedenle, ortalama yıllık enflasyon 1993’te yüzde 66 iken 2004’te yüzde 106’ya çıktı. Bu değer yıllık ortalama; bazı aylarda bunun çok üzerindeydi enflasyon. Zirve değer ise Ocak 1995’te yüzde 131 ile gözlendi.
Bizde yüzde 131’de kaldı ama 1980’lerde yüzde 1000’nin üzerini gören Latin Amerika ülkeleri var. Tarihte ise inanılmaz hiperenflasyon öyküleri… Bunları anlamak için eski sistemin nasıl çalıştığını incelemek gerekiyor. Bugün uygulanan sisteme bakarak “ne gerek var” denilemez. Keza, yüzde 2-3 düzeyinde enflasyon yaşayan bir ülkeden “buralarda bu konular yıllardır ders kitaplarında yer almıyor; neden tartışıyorsunuz ki” diyerek ahkam kesilmez. Anayasa Mahkemesi’nin kararına Yargıtay’ın uymadığı bir ülkede yaşıyoruz. Kur korumalı mevduattan bütçeye gelen yükün bir gecede Merkez Bankası’na aktarıldığını ve dolayısıyla kısa vadeli avans sistemini anımsatan bir uygulamaya şahit olduk. Geçmişte yaşanan geçmişte kalmıyor ne yazık ki. Sosyal medya sağ olsun; bu tür yazı konuları da çıkarıyor işte.
Bu köşe yazısı 30.04.2024 tarihinde Nasıl Bir Ekonomi Gazetesi'nde yayımlandı.
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024