TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Döviz kurunda neler yaşanıyor? Şu alıntı, 22 Şubat’ta gerçekleştirilen Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısından sonra yapılan basın duyurusundan: “Para politikasındaki kararlı duruş, dezenflasyonun ana unsurlarından olan Türk Lirası reel değerlenme sürecine katkı vermeyi sürdürecektir”. Devam etmeden önce bir özür: Alıntıda yer aldığı için ‘dezenflasyon’ sözcüğüne zorunlu olarak yer verdim; neden bu sözcüğü kullanmakta ısrar ediyor Merkez Bankası anlamakta zorluk çekiyorum. ‘Enflasyonda düşüş’ ya da benzeri bir ifade kullansalar da Türkçe katliamına onlar da katılmasalar?
Neyse… Duyuruda açıkça enflasyonu düşürebilmek için kurdaki artışın yurtiçi enflasyon ile yurtdışı enflasyon arasındaki farktan daha az artması -liranın reel olarak değerlenmesi- gerektiği belirtiliyor. Mevcut koşullar altında bu görüşe katıldığımı belirteyim. Ancak liranın reel olarak değerlenmesi suni yollarla da mümkün, doğal yollarla da. Suni olanı, dolarlaşma eğiliminin bir türlü kırılmaması nedeniyle, kurun döviz satarak kontrol altına alınmaya çalışılması. Açık ki sürdürülebilir değil. Döviz rezervi kaybı, sürdürme çabalarının önündeki en büyük engel. Doğal olanı ise, risk algısını keskin biçimde düşürecek kapsamlı bir programla dolar cinsi mali varlıklara olan talebin azaltılması ve döviz arzının yükseltilmesi yoluyla oluşacak reel değerlenme. Bir noktadan sonra, lira daha fazla değerlenmesin diye Merkez Bankası’nın döviz satın alması ve dolayısıyla döviz rezervinin yükselmesi söz konusu olur bu doğal süreçte.
Şu anda gözlenen hem rezerv kaybı hem de lirada reel değer kaybı yönünde baskı. Sepet kur Ocak’ta yüze 1,7, Şubat’ta ise yüzde 2,9 oranına yükselmişti. Dolayısıyla, yılın ilk iki ayında enflasyonun altında bir kur artışı vardı. Bu gelişme, Merkez Bankası’nın -enflasyonla mücadele açısından- bir süreliğine liranın sınırlı ölçüde reel olarak değerlenmesi gerektiği açıklamasıyla uyumluydu. Oysa 1 Mart-15 Mart arasında sepet kurdaki artış yüzde 3,3 oldu. Merkez Bankası Başkanı, yılın ilk enflasyon raporunun tanıtımı için yapılan toplantıda, Ocak hariç, mevsim etkisinden arındırılmış aylık enflasyonun yılın ilk yarısında yüzde 3 civarında artmasını beklediklerini belirtmişti. Kur artışı daha ayın ilk yarısında bu sınırı aştı.
Elbette illa bundan sonra döviz kurunun artması gerekmiyor; düşebilir de. Ama mevcut koşullar altında -özellikle para politikasında bir değişiklik olmazsa veya sürpriz bir döviz girişi gerçekleşmezse- en azından bu ayın sonuna kadar kurda düşüş yaşanması düşük bir ihtimal olarak ortaya çıkıyor. Neden? En azından iki nedenle. Birincisi, cari işlemler açığının finansmanında gözlenen bozulma. Güncel ödemeler dengesi verilerine göre, bırakın cari işlemler açığının gerektirdiği finansmanın üzerinde bir sermaye girişini, yurtdışına net sermaye çıkışı yaşandı Ocak’ta. Kurda yaşanan hareketler bu olgunun Mart’ta da sürdüğünü düşündürtüyor. Kaldı ki son günlerde yabancı finans kurumlarından sevimsiz açıklamalar yapılıyor. İkincisi, yerleşiklerin dövize olan taleplerinde artış gözleniyor. Çok muhtemelen bunun arkasındaki temel neden, “bu seçimden sonra bir önceki seçimin arkasından yaşananlarının benzerinin yaşanacağı” düşüncesi. Program sürdürülecekse neden benzeri bir gelişme yaşansın ve kur artsın? Çok haklı bir soru olsa da vatandaş böyle düşünmüyor demek ki.
Bu durumda, seçimden sonra kur sıçrayacak bekleyişini ortadan kaldırmak gerekiyor. Bu da lafla olacak iş değil. Eyleme ihtiyaç var. Politika faizi yükseltilmeli. Yetmez. Ekonomi programını güçlendirmek gerekiyor. Bunun, U-dönüş olacağına dair şüpheleri yok etmek için şart olduğunu defalarca yazdım, bir kez daha vurgulamakta bir sakınca yok. Aksi takdirde, perşembe günü yapılacak PPK toplantısında politika faizi belirgin biçimde yükseltilse bile, bir süre sonra yeni bir faiz artışı ihtiyacı doğar. Kıssadan hisse şu: Sadece politika faizi ve bazı vergi oranlarındaki artış oldukça eksik bir ekonomi programı anlamına geliyor. Bir de o eksik programın faiz ayağına ilişkin kararlar çok kademeli biçimde alınıyorsa bugünkü tablo ortaya çıkıyor.
Bu köşe yazısı 19.03.2024 tarihinde Nasıl Bir Ekonomi Gazetesi'nde yayımlandı.
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024