TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Bugün sırada geçmişten kısa bir ‘faiz takıntısı’ öyküsü var. Mart 1993’te Cumhurbaşkanı Özal yaşamını yitirdi. Demirel Cumhurbaşkanı seçildi. Yerine de konuşmalarında sık sık yüksek faizden şikâyet eden Çiller Başbakan oldu. Çiller, yeni hükümetin önemli amaçlarının başında faizlerin düşürülmesinin geldiğini belirtiyordu. Gerçekten de Hazine’nin borçlanma faizleri kriz öncesi yüksek düzeylerdeydi (%80-90). Faizin enflasyonun çok üzerinde olması elbette arzu edilir bir şey değil. Düşürmeye çalışmak gerekir. Ama ufak bir hata yapılıyordu: Başımızın beladan kurtulması isteniyorsa, yüksek faize yol açan nedenlerin azaltılması, zamanla da ortadan kaldırılması gerekiyordu. Bunlar kaldırılmadan ‘cin’ uygulamalarla faiz düşmüyordu. Düşmediği gibi sıçrayabiliyordu da.
‘Faiz düşürme operasyonu’ sonbaharda başladı (evet, yine bir sonbahar!). Yılın son dört ayında Hazine ya borçlanmadı ya da ihtiyacının çok altında borçlandı. Ne olmuştu? Bir sihirli değnek mi değmişti de Hazine’nin borçlanma gereksinimi ortadan kalkmıştı? Yok, borçlanma faizleri yüksek bulunuyordu. Bazı ‘cin’ düzenlemelerle sağlanan ‘imkân’ kullanılarak Merkez Bankası bol miktarda para basıp Hazine’ye veriyor ve Hazine bütçe açığını böyle kapatıyordu.
Enflasyonun ve faizin yüksek düzeyde olduğu, bu olgunun arkasında da bozuk bir para ve maliye politikasının bulunduğu kırılgan bir ekonomide bunlar yapılınca, kaçınılmaz son yaşandı: Nisan 1994 başına gelindiğinde dolar kuru, Eylül 1993 başındaki değerinin 2,8 katına çıktı. Merkez Bankası kurdaki bu yükselişi önleyebilmek için önemli miktarda döviz satarak döviz rezervlerinin yarısından fazlasını kaybetti.
Kurun giderek artmaya başlaması, faizlerin onca ‘çabaya’ karşın yükselme eğilimine girmesi ve bütçe açığının dayattığı finansman ihtiyacı, iktidarı telaşlandırdı. Hazine, faizi giderek yükseltmek zorunda kaldı. Buna rağmen borç para bulamadı. Mesela 2 Mart borçlanma ihalesinde yıllık faiz %142’ye karşı geliyordu. Bir gün sonra %208 faize razı olmasına karşın çok az borçlanabildi.
Bu durum, 5 Nisan 1994’te yürürlüğe konulan istikrar programından sonra da sürdü. İstikrar programı bütçe harcamalarında önemli bir kısıntı hedefliyor, bir kezlik servet vergisi getiriyor, kamunun ürettiği mal ve fiyatlara ise çok yüksek oranlı bir zam yapılıyordu. Ama kuruyan iç borçlanma piyasasının çalışmasına yönelik bir adım yoktu istikrar programında. Bu durum Mayıs sonuna kadar sürdü. O tarihte Hazine iç borçlanma piyasasını yeniden çalıştırmak için çok yüksek faize razı oldu: Yüzde 365! 7 Haziran tarihinde sattığı üç ay vadeli bononun bileşik faizi ise yüzde 400’dü! Oysa çok değil altı ay öncesi %90 düzeyindeki faiz yüksek bulunuyordu. Yani, 1’e yüksek denilirken 4’e razı olunmak zorunda kalındı.
“Bu yazıda geçen olayların gerçek yaşamla bir ilgisi yoktur (kişilerin var). Yazı, yazarın hayal gücünü yansıtmaktadır” diyebilir ve alınganlıklara karşı ‘sözde’ bir kalkanla kendimi koruyabilirdim. Öyle değil ama. Şu: Başka ülkelerin deneyimlerinden ders alınmıyor ya da iktisat kuramına yüz verilmiyor, belki yerli ve de milli olması hasebiyle 1994 tecrübemizden bir ders alınır dedim ve bu yazıyı kaleme aldım.
.
Bu köşe yazısı 26.05.2022 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.