TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Rusya Merkez Bankası’nın yüklü miktarda döviz rezervi vardı. Ukrayna’ya saldırması nedeniyle önemli yaptırımlar geldi Rusya’ya. Bu yaptırımlar çerçevesinde döviz rezervlerinin kullanımına belirgin sınırlamalar getirildi. Egemen bir ülkeyi işgal etmeye kalkıp, binlerce insanın ölümüne yol açan ve milyonlarca insanın da göç etmesine neden olan Rusya, şüphesiz hak ediyor bu yaptırımları.
İnsani boyutu bir tarafa bırakıp işin ekonomik kısmına bakayım. Alınacak önemli bir ders var bu deneyimden. Bizim gibi ülkelerin, döviz rezervlerinin düzeyini mümkün olduğunca önemsiz hale getirecek bir yapıya kavuşturmaları gerekiyor ekonomilerini. Özellikle Türkiye açısından büyük önemi var böyle bir yapının. Kıbrıs harekâtı nedeniyle ABD’nin Türkiye’ye koyduğu yaptırımları unutmayalım. Ya da Trump’un attığı tweetlerin ülkemizde nasıl bir kriz tetiklediğini anımsayalım.
Hiç de kolay bir iş değil bu rezerv düzeyini önemsizleştirme işi. Ama şart. Öncelikli olarak sağlanması gereken koşul, ekonomik kırılganlıkları azaltmak. Ekonomimiz kırılgan bir yapıda olmasaydı, Trump’un mesajları vız gelir tırıs giderdi. Öyle olmadı ama. O mesajlar, “yurtdışından borçlanmanızı son derce zorlaştırırım” anlamına geldiği için, risk primimiz ve döviz kuru sıçradı. O sırada şirketler kesiminin döviz cinsinden yükümlülükleri ile döviz cinsinden alacakları arasındaki fark (döviz açık pozisyonu) çok fazlaydı. Dış borçlanmanın sürmesi gerekiyordu. Sürmeyeceği iması ile döviz kurunun sıçraması, özellikle döviz geliri çok az olan konut sektörünü vurdu. Büyük bir istihdam kaybı yaşandı. Ekonomi resesyona girdi. Ancak altı çeyrek sonra resesyona girmeden önceki GSYH düzeyine dönmek mümkün oldu. Şimdi de şirketler kesiminin döviz açık pozisyonu var ama o zamanki düzeyinin belirgin biçimde altında. Yine de bir sorun. Asıl sorun Hazine’de. Hazine’nin döviz cinsinden borcu çok fazla. Bu tür kırılganlıklardan kurtarmak gerekiyor ülkemizi.
Elbette sadece döviz açık pozisyonu değil sorunumuz. Enflasyon gemisinin bir çapası yok artık. Politika faizi çapa olma işlevini yitirdi. Bu nedenle dalgaların (enflasyonun) giderek yükseldiği açık denizlere doğru sürükleniyor bizim gemi. Düzgün bir para politikasına ihtiyaç var kırılganlıkları azaltmak için. Yetmez. Bazı gelir ve borç garantilerinin bütçeye önemli bir yükü var. Keza kur korumalı mevduat sistemi bütçe açısından tam bir saatli bomba. Bu sorunlara el atmak gerekiyor.
Daha temelde ise cari açık sorunumuz var. Cari açık demek yurtdışından borçlanmak demek. Cari açığa iki farklı biçimde bakabilirsiniz. Birincisi, yurtiçi tasarrufunuz yatırımlarınızdan ne kadar azsa, cari açığınız o kadar yüksek oluyor. Tasarruflar ise kamu kesiminin tasarrufları ile özel tasarrufların (hane halkları, şirketler…) toplamı. Böyle bakınca, enflasyonun çok altında bir mevduat faizi politikasının tasarruf yapmayı caydırdığı (tüketimi özendirdiği) ve dolayısıyla cari açığı yükselttiği ortada. Bu özel tasarruflar için geçerli. Hazineye getirdiğimiz yükler ise kamu tasarruflarını aşağıya çekiyor. Bu politikalardan vazgeçmek şart. İkincisi, cari açık doğrudan rekabet gücümüz ile ilgili. Bu çerçevede, verimlilik düzeyimiz ve paramızın değeri önem kazanıyor. Sanayimizin yapısını değiştirmeden, salt kuru yüksek tutarak paramızın değerini düşürmek ile yol alamayacağımız, aksine gitmek istediğimiz yönün tam tersine gideceğimiz uyarılarına kulaklarını kapayanların ve onların akıl hocalarının son dokuz aylık deneyimimizden alacakları önemli dersler var. Türkiye’nin yeni bir sanayi politikasına ihtiyacı var.
Bu işler kolay değil ama böyle bir sürece girmemiz de elzem görünüyor.
Bu köşe yazısı 07.04.2022 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.