TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
2002'den bu yana defalarca yaşadık. Kurun ne kadar da düştüğünden şikâyet eder, faiz haddinin indiği düzeyden hoşnutluğumuzu belirtirken, aniden kur ve faiz fırlardı yukarıya. Her fırlayışın tetikleyicisi bir dışsal şoktu. 2003 başında Irak savaşı mesela. 2004 Nisanı'nda ABD Merkez Bankası'nın (FED) beklenmedik şekilde faizleri artıracağı kanısı. 2006 mayısında yine FED'in kötü bir sürpriz yapacağı algılaması.
Şüphesiz söz konusu dışsal şokların büyük bir kısmını bize benzer başka ülkeler de yaşadılar. Çoğu bizim kadar kötü etkilenmedi ama. Bu olgu, şokların tetikleyicisinin dış kaynaklı olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Kötü etkilenmemizin temel nedeni hâlâ kırılgan olmamızdı. Kamu maliyesinde aldığımız onca yola karşın. Enflasyonu tek haneye düşürmemize rağmen. Evet kırılganlıklarımız çok azalmıştı ama kırılgandık yine de.
Son cümleyi farklı bir şekilde de okumak mümkün: Uyguladığımız güçlü program ekonomideki ana eğilimi olumlu yönde tutuyordu. Ama dışsal şoklar bu ana eğilimden sapmalara yol açıyordu.
Anlaşılması gereken nokta
Elde ettiğimiz başarıların arkasındaki temel unsurun (ana eğilimin doğru yönde olmasının) uygulanan program olduğunu kabul etmeyenlerin (edemeyenlerin) anlaması zor son yıllarda olan bitenleri. Her kur ve faiz sıçramasında 'kriz' sözcüğüne başvurulması bu yüzden.
Grafikte bir avro ve bir dolardan oluşan döviz sepetinin lira karşısındaki hareketleri gösteriliyor. Ele alınan dönem 2002 Nisan ayının ilk haftası ile geride bıraktığımız hafta arası. Günlük kurların ortalamasından türetilen haftalık değerlere yer veriliyor grafikte.
Geçen sene mayıs ayından başlayarak yazdığım çok sayıda yazıda da belirttiğim gibi, o dönemde piyasada gözlenen çalkantıyı geçmişte de yaşamış ve her seferinde çalkantı öncesi duruma benzer bir duruma dönmüştük. Hemen grafiğin başındaki ilk çıkışa dikkat edin. Kur hızla yükseliyor ve uzunca bir süre yükseldiği yerde kalıyor. Arkadaki iktisadi temeller kuvvetli olduğu için de yükselmesine yol açan dışsal şokun etkisi ortadan kalktığında, hızla düşmeye başlıyor.O dönemdeki döngü yaklaşık bir yıl sürmüş. Benzer bir hareketin faiz haddinde de gerçekleştiğini unutmayalım.
Geçmişte olan bitenin şimdi de aynen yaşanacağı anlamı çıkmıyor şüphesiz bu söylenenlerden. Ama grafiğin son kısmına bakın. 2006 Mayıs ayından başlayarak hızla yükseliyor kur. Daha sonra biraz tereddüt ederek inmeye başlıyor. Hâlâ çalkantı öncesi dönemin üzerinde bir yerde yine de. Faiz haddinde de benzeri bir hareket yaşandığı belirtilebilir.
Dış koşullara bakalım
Hafta ortası Bernanke'nin yaptığı açıklamalar 'eldeki bilgiler ışığında' FED'in kötü bir sürpriz yapmayacağı yolunda. Yıl sonuna kadar FED'den faiz indirimi bekleyenler çoğunlukta. Son zamanlarda çok tartışılan Japonya Merkez Bankası'nın (BOJ) ne yapacağı sorusunun yanıtı da önemli. Ama açıkçası çok fazla bilmiyoruz BOJ'un davranış biçimini ve açıklamalarının nasıl yorumlanacağını. Yine de Japonya'daki faiz hadlerinin son derece düşük bir düzeyde olduğu göz önüne alınırsa, BOJ'un ılımlı bir şekilde faizleri yükseltmesinin (mesela 0.25 puan) önemli etkileri olmayabilir Türkiye'de. Japonya'da düşük faizle borçlanıp bizim gibi ülkelere aktarılan kaynaklar var elbette ama bizde faizler oldukça yüksek bir düzeyde zaten.
Bu durumda hiç şüpheniz olmasın nisan ayına doğru o korkulan gergin ortam yaşanmazsa siyasette kur daha da aşağıya inmeye yeltenecek. Peşine faizleri de takarak. Bu koşullar altında bir kez daha döngü tamamlanmış olacak: Hızlı bir sıçrayış-gelinen noktada dingin bir bekleyiş ya da tereddütlü bir iniş-hızlı iniş.
Kurun daha fazla inmesini istiyor muyuz? O başka bir tartışma konusu. İnmese çok daha iyi olur diye yanıtlayacak kişi sayısı çoktur bu soruyu. Ben de aynı şekilde yanıtlardım bana sorulsaydı. Ama gelmek istediğim nokta farklı.
Yumuşak mı yoksa sert mi?
Son zamanlarda peşi sıra açıklanan milli gelir, sanayi üretim endeksi ve dış ticaret verileri karşısında çok sayıda analist 'yumuşak iniş mi' yoksa 'sert iniş mi' olacağını tartışıyor. Yanıtını aradıkları temel soru büyüme hızımızda keskin bir düşüş olup olmayacağı. Tartışmanın arka planında Türkiye'nin mevcut durumunun sürdürülebilir olmadığı savı var.
Yukarıda değindiğim koşulun gerçekleştiğini düşünün. Üstüne üstelik hükümetin rekabet gücümüzü artırmayı, diğer bir ifadeyle iş ve yatırım yapmanın önündeki engelleri kaldırmayı amaçlayan bir yapısal reform paketini (mikro reformlar) uygulamaya koyduğunu düşünün. Bu durumda tartışır mıydınız yumuşak ya da sert iniş diye?
Tam aksine sürdürülebilir büyüme hızımızın ne kadar yükseleceğini tartışırdık. 2007'de, geride bıraktığımız yıldan aktarılan dinamiklerle daha düşük bir büyüme hızı gerçekleşmesi olasılığı bu tartışmayı gölgelemezdi.
Demek ki, mevcut durumun sürdürülemez olduğu savı her koşul altında geçerli değil. Bunu sanki kaçınılmaz bir yargıymış gibi ileri sürmek haklı değil. Üzerimize düşenleri yapmazsak eğer, sürdürülemezlik gündeme gelir. Hele bir de dış koşullar yukarıdaki senaryoya uygun gerçekleşmezse.
Doğruları yaparsak geldiğimiz noktadan çok daha ileriye gitmemiz mümkün oysa. Keşke her 'sürdürülemezlik' bu denli çok sayıda atılım yapma fırsatını barındırsa bünyesinde.
Bu köşe yazısı 18.02.2007 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayınlanmıştır.