TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Herkes sorumluluğunu üstlenmelidir. Son günlerde ekonomiye ilişkin kestirimlerde hakim olan fikirlerin arkasında yanlış bir varsayımın yatmakta olduğu izlenimi en azından bu satırların yazarında giderek güçlenmektedir. Analizinizi dayandırdığınız varsayım yanlış olursa, o analizin de fazla bir değeri olmaz. Bu yanlış varsayım dün de vardı, bugün de vardır. Yanlış olduğu dün kanıtlanmıştır ama eğer zamanında davranmazsak, bu kez etkili olma ihtimali yüksektir. Bugün müsaadenizle bu yanlış varsayıma, bu tehlikeli yaklaşıma kısaca bir değinelim. Zaman zaman güçlenen bu yanlış varsayım, Türkiye ekonomisinin performansının, içeride bizim yaptıklarımızdan çok, dışarıdan gelen "onlar"ın tercihlerine bağlı olduğu varsayımıdır. "Her şeye kadir olan 'onlar'dır, 'biz' ise tevekkül içinde başımıza gelecekleri beklemeliyiz" yaklaşımı yanlıştır ve de tehlikelidir. "Onlar"ın kararları belli olmadan, "biz"im yapabileceğimiz yoktur kanısı kötüdür. Bu yaklaşımın şimdilerde aldığı biçim, uluslararası bankacılık krizinin Türkiye'deki tempolu büyümeyi, "biz" ne yaparsak yapalım, olumsuz etkileyeceği biçimindedir. Ve yanlıştır. Bu satırların yazarı bu yaklaşım ile 2001 yılında çok yakından tanışmıştır. 2001 krizinin hemen ertesinde, iktisat politikası tartışmalarına hakim olan yaklaşımı hatırlıyor musunuz? Şöyle bir şeydi: "Dün memleketi terk eden yabancıların fikri değişinceye kadar beklemekte fayda vardır. Yapılması gerekenler tasarlanırken, 'onlar'ın ikna edilmesi önceliklidir". Halbuki tutulan yol bu olmamıştır. Olan da bu değildir. 2001 sonrasında esas olarak yerli yatırımcıların kendilerini daha iyi hissetmelerini sağlamaya özen gösterilmiştir. Günün hikayesi, yerli yatırımcıların kendilerini iyi hissetmeleri ile yabancı paradan yerli paraya dönecekleri varsayımına dayandırılmıştır. O dönemde, Merkez Bankası açıklamalarına hakim olan "tersine para ikamesi" kavramı günün temel politika tercihini özetlemektedir. Daha sonra, güven artışına dayalı olarak, içeriden kaynaklanan "tersine para ikâmesi"nin getirdiği nominal kur değerlenmesi yabancı yatırımcıları da geri dönmeye zaman içinde ikna etmiştir. İsteyen geçmişe dönüp bakabilir. Sonuç şudur: Yabancı yatırımcıların önemli olduğu bir çağda yaşadığımız tartışmasızdır. Ancak ulusal politika tasarımcılarının bir serbestlik alanı vardır: "Onlar her şeyin belirleyicisi değildirler". Aynı durum bugünlerde büyüme konusu ile alakalı olarak da geçerlidir. Türkiye'nin büyüme değil ama bir tempolu büyüme meselesi vardır. Türkiye, 2007 Yılı Programı'nda öngörüldüğü gibi bu yıl yüzde 5 büyüyebilir. Ama bu büyüme oranı işsizlik azaltıcı değildir. İşsizlik artırıcıdır. Peki, büyümenin tempo kazanmasını engelleyen faktörler nelerdir? Yabancıların, cari işlemler açığının burada hiç mi önemi yoktur. Elbette vardır. Ama oraya gelinceye kadar ortada bir dizi yerli tempolu büyüme engeli zaten vardır. Gelin bunları hızlı bir şekilde sıralayalım, isterseniz. Memleketin tempolu büyüme meselesinin ilk unsuru, şirketlerimizin Türkiye benzeri ülkelerdeki şirketlerle karşılaştırıldığında yeterince hızlı büyüyememesidir. Bunun temel nedeni, şirketlerimizin finansal sektör tarafından yeterince desteklenememesidir. Dün bunun engeli yüksek kamu açıklarının finansman gereğiydi. Banka bilançoları bu nedenle devlet iç borçlanma senedi (DİBS) işgali altındaydı. Bu değişmeye başladı. Banka bilançolarında DİBS payı azalmaya başladı. Ama açığa çıkan kaynak şirketler kesiminin finansmanına yönlendirilmedi. Banka bilançolarındaki DİBS payı bu yıl da azalmaya devam edecek. Bu bir fırsattır. Ama yetmez. İkinci olarak, finansal sektörümüz hala çok küçüktür. Bu yılın önceliği tempolu büyüme ise bunu başarmanın yolu yerli finansal sektörün büyümesini sağlayacak tedbirler üzerine odaklanılmasıdır. Açıktır ki, kaynakta yeterince dağıtılabilir fon olmazsa, işimiz zordur. Üçüncüsü, şirketlerimizin kayıtdışılığının onların bankalara erişimini engellemesidir. Bu da kötüdür. Dikkat edilirse, kayıtdışılık mutlak bir büyüme engeli değildir. Mutlak büyüme engelimiz finansal piyasalarımızın küçüklüğüdür. Kayıtdışılık ilgili şirket için bir büyüme engelidir. Finansal sistemi merkezine alan, büyüme odaklı yerli bir reform programı önemlidir. Ve mümkündür. Ancak burada yapılması gereken, bütünlüklü bir finansal sektör reform programı olmalıdır. Maliye Bakanlığımızın finansal kiralama işlemlerinde KDV avantajını kaldırma kararı, doğru bile olsa, bütüncül bir politika çerçevesinin varlığını göstermemektedir. Bunun için de, zamanlama açısından doğruluğu çok tartışmalıdır. Temel hedefi hep hatırlamakta fayda vardır: Türkiye ekonomisinin küresel işbölümü içindeki yerini değiştirebilmek için finansal sektörde ve şirketler kesiminde gelenekselden moderne dönüşümün hızlanması gerekir. Şirketler kesiminde büyüme, şirketler kesiminde gelenekselden moderne dönüşümün hızlanması ile kolaylaşacaktır. Bu geçişi kolaylaştırmak demek, şirketler kesiminin büyümesini sağlamak ve de Türkiye ekonomisinin büyümesini sağlamak demektir. Finansal sektör ise bu dönüşümü hızlandırmak içi son derece uygun bir değişim ajanıdır. Dışarının havası nasıl olursa olsun, burada yapılacak iş vardır. Bu gidişle, tempolu büyümenin engeli "onlar" olmayacaktır. Yapılması gerekeni yapmayan "biz"ler olacağız.
Bu yazı 08.01.2008 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024