TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Uluslararası bankacılık krizi daha bitmedi. Ama tünelin ucunda bir ışık göründü. Doğu'da bu son dönemde biriken servet, Batı bankalarının yeniden sermayelendirilmesini tamamlayacak gibi duruyor. Sermaye ihtiyacının çabucak ve inandırıcı şekilde belirlenmesi, hasarın onarımı için gereken zamanı azaltıyor. Sonuçta, ikincil piyasa etkileri kontrol edilebilen bir yeniden sermayelendirme operasyonu devreye girebiliyor. Nasıl oluyor da olabiliyor? Öncelikle yeni sermaye ihtiyacı nasıl bu kadar çabuk ortaya çıkabiliyor? Bankaların zararı nasıl bu kadar çabuk görülebilir hale geliyor? İşte bu noktada değişen banka-müşteri ilişkileri ve menkul kıymetleştirmenin rolü önem taşıyor galiba. Gelin bugün, son krizdeki yeni gelişmeler ışığında değişen banka-müşteri ilişkilerine bir bakalım. Bakalım ki, ortada artan bir kırılganlık mı yoksa saydamlık mı var görülsün. Buyurun, başlayalım: Kriz, banka bilançolarında ciddi bir hasara yol açtı. Bu süreçte banka sermayeleri olumsuz etkilendi. İtibar müessesesi olan bankaların şimdi yıpranan sermayelerini takviye etmeleri gerekiyor. Son dönemin zenginlik biriktiren gelişmekte olan ülkelerinde ise birikmiş bir tasarruf fazlası var. Çin'den Körfez ülkelerine, Rusya'dan Singapur'a kadar memleket fonlarında tam da bu son dönemde birikmiş bir fon fazlası zaten var. Bir yerde fon ihtiyacı, bir yerde de fon fazlası varsa, iş kalıyor bu ikisi arasındaki bağlantıyı kurmaya. Citigroup ve UBS'nin yeniden sermayelendirme operasyonlarında olan zaten bu. Peki ama bu kriz nereden çıktı? Hatırlayanınız var mı? Bu kriz, banka kredilerinin menkul kıymetleştirilmesinde ulaşılan aşamanın banka-müşteri ilişkilerini zayıflatmasından çıktı. Bankaların menkul kıymet haline getirip, bilançolarından çıkarmak üzere kredi açmaya başlamaları, banka-müşteri ilişkilerini zayıflattı. Gelin biraz açalım. İlişki güzel, bilanço karanlıktı Eskiden hayat pek güzeldi. Banka ile müşterisi arasında sıkı ve sıcak bir ilişki vardı. Banka, müşterisini, müşterisinin ihtiyaçlarını, geri ödeme kapasitesini tanımaya özen gösterirdi. Öyle sevdiğinden filan değil, mecburiyetten. Bir kez kredi açılıp, müşteri bankanın bilançosuna yerleştikten sonra müşteri, kredinin vadesi müddetince bankanın problemi haline geldiği için hayat böyleydi. "Ya ödeyemezse" halinin gerçekleşmesi halinde, müşteri bankanın bilançosunda kalmaya devam edeceğinden arada sıkı bir ilişki vardı. Banka, müşterisini tanımaya özen gösterirdi. Hatta o kadar tanırdı ki öyle bir-iki kere vadesi gelen ödemelerini yapmakta zorlansa bile, yasal işlemler hemen başlatılmazdı. Müşterinin işlerini toparlaması için kendisine yardım edilirdi. İşte o günlerde, müşteri-banka ilişkisi bu kadar yakın ve de sıcak iken, banka bilançoları da o kadar karanlıktaydı. Müşteri-banka ilişkisi bilançoların saydamlaşmamasını sağlıyordu. Sonra zaman değişti, 1990'larda etrafı bir menkul kıymetleşme rüzgârı sarmaya başladı. Menkul kıymetleşme iki biçimde tezahür ediyordu: Birincisi, fon akımları giderek daha yoğun biçimde menkul kıymetler aracılığıyla aktarılır oldu. İkincisi ise başka finansal kontratlar vasıtasıyla aktarılan fonların yol açtığı gelir akımları menkul kıymetler biçiminde paketlenip yeniden satılır oldu. Banka bir müşterisine kredi açıyordu. Müşterinin hangi vadelerde nasıl ödemeler yapacağı banka kredisi adı verilen finansal kontratta zaten yazıyordu. Sonra banka bu ödeme planından doğan gelir akımlarını karşılık göstererek yeni bir finansal kontrat ihraç ediyordu. Bir nevi o finansal kontratın yarattığı gelir akımlarını önceden ve topluca satışa çıkarıyordu. Bilanço dışına çıkan gelir akımlarına ilişkin ödemeler zamanında yapılmazsa, gelir akımını satan bankaya geri dönülmeyebiliyordu da. İşte problemi yaratan, müşteri-banka ilişkilerini zayıflatan tam da buydu. Hasarlar artık saklanamıyordu Menkul kıymetleşme, müşteri-banka ilişkilerini birbirinden ayırmaya başladı. Menkul kıymet ile banka kredisini birbirinden ayıran da zaten bu değil miydi? Banka kredisinde iki taraf birbirini tanıyordu, kontrat esnekti; menkul kıymette ise durum tam tersiydi. Ödeme günleri önceden belliydi. Kontrat son derece katıydı. O gün ödeme olmazsa, bilançosunda o kontratı taşıyanın ne kadar zarar gördüğünü hemen tespit edebilmek mümkündü. Menkul kıymetleşme bilançolarda hasar saklanmasına imkân tanımıyordu. Aynı zamanda bankanın zaten satacağı gelir akımlarına neden olan müşteriyi yeterince incelemesini de teşvik etmiyordu. Böyle bakıldığında, sorun menkul kıymetleşmeden değil, banka içi müşevvik mekanizmasının yapısından kaynaklanıyor gibi durmuyor mu? Soru şudur: "Banka yönetimi, kredi açan görevlilerini nasıl ödüllendirmelidir?" Bankalar, en çok ve en çabuk kredi açan banka görevlilerini mi ödüllendirmelidir, yoksa en sağlam müşterileri bulmak için araştırma yaparken yeterince çok müşteriye, en çabuk hizmeti götüremeyeni mi? Öyle anlaşılıyor ki, son menkul kıymetleştirme furyası içinde en çok ve en çabuk kredi dağıtanlar ödüllendirildi. Menkul kıymetleştirme, banka içi kontrol mekanizmalarının sağlıklı işleyişini engelledi. Bankacıların başkalarını suçlamadan önce özeleştiri yapmalarında fayda var. Peki, banka sattığı gelir akımlarına dayalı menkul kıymetlere ilişkin geri ödemelerde sorun olduğunda nasıl zarar yazabilir? Galiba iki şekilde: Birincisi, o menkul kıymeti, krediye göre daha likit bir enstrüman olarak, hâlâ bilançonuzda taşıyarak para kazanmaya çalışıyorsanız. İkincisi ise ortada hiçbir hukuki sorumluluğunuz olmadığı halde, o menkul kıymet, size ait bir aracı kurum tarafından, sizin müşterilerinize pazarlanmışsa. Alın mesela yatırım fonlarını. Yatırım fonlarının A bankası ile hiçbir alakası yoktur. Yarın A bankasının pazarladığı yatırım fonu içindeki menkul kıymetler tamamen değersiz hale gelse, A bankasına gidip, paranızı isteyemezsiniz. Ancak A bankasının bu işte her zaman bir ahlaki sorumluluğu vardır. Öyle değil mi? İşte bu iki nedenle o zararlar yazılıyor. Ama unutmayın, sorunun temelinde müşteri-banka ilişkisinin zayıflaması, banka içi kontrol mekanizmalarının iyi çalışmaması yatıyor yine de. İyi hafta sonları.
Bu köşe yazısı 15.12.2007 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024