TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Döviz rezervi, önümüzdeki bir yıllık dönemde ödenmesi gereken dış borcumuz, düşen ihracat ve turizm gelirlerimiz çerçevesinde yapılan tartışmalarda sıklıkla atlandığını ya da yeterince ele alınmadığını düşündüğüm iki önemli nokta var.
Önce bir yıl öncesine gidiyorum. 18 Nisan 2019’da Financial Times’da çıkan haber şöyle bitiyordu: “Piyasadaki herkes Türkiye’nin, lirayı inandırıcı, güvenilir ve uzun soluklu bir biçimde savunabilecek düzeyde döviz rezervinin olmadığını biliyor.” Bu yazı üzerine 21 Nisan 2019’da TEPAV’ın web sitesine bıraktığım yazıdan uzun bir alıntı yapayım:
“Financial Times’tan yaptığım alıntılarda öne sürülen görüşlerin ciddiye alınabilecek bir yanı var mı? Cevap: Yok. Birkaç nedenle yok. Birincisi, Türkiye’de dalgalı kur sistemi var. Parasını dolar karşısında belli bir düzeyde ya da aralıkta tutmak zorunda değil... İkincisi, ortada inandırıcı, güvenilir ve Türkiye’nin sorunlarını çözmeyi hedefleyen bir ekonomik program yoksa lirayı savunmak mümkün mü?... Üçüncüsü, illa döviz satarak mı bir para birimi savunulur?... Dördüncüsü, ortada inandırıcı, güvenilir ve Türkiye’nin sorunlarını çözmeyi hedefleyen bir ekonomik program olsa, neden Türkiye’nin spekülatif bir atakla karşılaşması söz konusu olsun ki?... Beşincisi, diyelim ki inandırıcı, güvenilir ve Türkiye’nin sorunlarını çözmeyi hedefleyen bir ekonomik program mevcut. Spekülatif atak olsa ve lira önemli ölçüde değer yitirse bile, bir süre sonra zaten döviz kuru hak ettiği düzeye geri dönmeyecek mi? Neden döviz rezervi harcayayım ki?… Peki, Türkiye açısından döviz rezervinin ne düzeyde olduğunun hiç mi önemi yok? Var elbette. Sonuçta kredi derecelendirme kurumları bir ülkeye not verirken o ülkenin resmi döviz rezervi düzeyini, kısa vadeli borcuyla ya da mesela kaç aylık ithalatı ile karşılayabileceği ile değerlendiriyorlar… Ortada inandırıcı, güvenilir ve Türkiye’nin sorunlarını çözmeyi hedefleyen bir ekonomik program varsa bu tür karşılaştırmaların yapılmasına yol açan şok ihtimalleri gerçekleşmeyecektir zaten. Dolayısıyla, asıl sorun Merkez Bankası’nın döviz rezervinin net şu kadar ya da brüt bu kadar olması değil. Asıl sorun, Türkiye’nin içinde bulunduğu çok önemli ekonomik sorun yumağını çözecek bir ekonomik programın henüz ortaya konulmamış olmasında…”
COVID-19 sürecinde Güven Sak ile birlikte DÜNYA’da dört yazı kaleme aldık. Hepsinde altını özenle çizdiğimiz önemli bir nokta şuydu: İnandırıcı, güvenilir ve Türkiye’nin sorunlarını çözmeyi hedefleyen bir ekonomik programın olmasa olmaz bir koşulu vardı: Türkiye, vadesi gelen dış yükümlülüklerini rahatlıkla yerine getireceğini gösteren adımları atmalıydı.
Bu çerçevede de iki seçenek ortaya çıkıyordu: Birincisi, dış kaynak sağlamak üzere uluslararası kurumlarla anlaşma yapmak. İkincisi, bize benzer ülkelerle birlikte G20 zemininde dış borç ödemelerini öteleyecek yeni mekanizmaların tasarlanmasını talep etmek. Bu arada, dış borç öteleme mekanizmalarının gerekliliğini Birleşmiş Milletler Teşkilatı’nın da sıklıkla dile getirdiğinin altını çizeyim (mesela: 14 Mayıs tarihli tartışma raporu:) Farklı bir ifadeyle, “abi bu moratoryum işi çok tehlikeli” denilip kestirilip atılacak bir konu değil bu. Tüm insanlığın sağlığı açısından alınması zorunlu önlemler var. Bu önlemler bizim gibi ülkelerinin döviz gelirlerini bıçak gibi kesiyor ve dış borç ödeme kapasitelerini azaltıyor. Hadi bu ülkelerin halklarının karşılaştıkları sorunları bir tarafa bırakalım; bu kapasite azalması küresel finansal sistemi etkilemez mi? En azından buradan yola çıkılarak bu talepler tartışmaya açılamaz mı? Anlamadığım ilk nokta, neden bu iki seçenek üzerinde odaklanılıp hazırlık yapılmadığı.
İkinci anlamadığım nokta ise brüt/net rezerv tartışmasında genellikle gözden kaçan kısım. Brüt-net ayrımına yol açan önemli bir rezerv kalemi, bankaların TCMB’de tuttukları döviz cinsinden zorunlu karşılıklar: Bu karşılıklar TCMB’nin (brüt) döviz rezervi içinde; onu artıran bir kalem dolayısıyla. Aynı zamanda TCMB’nin bankalara döviz yükümlülüğü; dolayısıyla nete ulaşmak için brütten bu kalemi düşmek gerekiyor. Tamam da, kırılganlık göstergesi olarak hep dile getirilen ‘önümüzdeki bir yıllık dönemde ödememiz gereken dış borcun TCMB rezervine oranı’ değil mi? Dış borcun azımsanmayacak bir kısmı da bankaların değil mi? Gerekirse TCMB’nin döviz cinsinden zorunlu karşılıkların bir kısmını serbest bırakarak bankaların dış borç ödemelerini yapmasını kolaylaştırabileceği açık değil mi? O zaman neden (gerekirse) zaten bankaların dış borç ödemesini kolaylaştıracak bir rezervi, brüt rezervden düşüp, kalanı bankaların dış borcunun da eklendiği toplam dış borç ile karşılaştırıyoruz ki? Elma/armut değil mi?
Bugün çok önemli bir gün hepimiz için. 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı’nızı kutluyorum. Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarını her zaman olduğu gibi bugün de saygıyla ve minnetle anıyorum.
Bu köşe yazısı 19.05.2020 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.
Fatih Özatay, Dr.
29/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
27/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
26/11/2024
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024