TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Keşke öyle olsa ama değil. Değerli TL'nin ekonomimiz üzerinde tek yönlü bir etkisi yok. Olsaydı iş şimdiye kadar zaten çözülürdü. Ama işte sorun hâlâ ortada. Geçen salı Türk Lirası'ndaki değerlenme sürecini değerlendirmeye başlamıştık. İsterseniz hızlıca, bir özet vererek başlayalım. Birinci tespit şöyleydi: Türk Lirası (TL) 2001 krizini takiben nominal olarak değer kazanıyordu. İkinci olarak, bir istikrar programının başında normal karşılanması gereken bir hadise, Türkiye'de normalden biraz uzun sürmüş gibi görünüyordu. Üçüncü olarak, uzayan nominal değerlenme süreci, Türkiye ekonomisinin orta vadeli yapısı üzerinde, bir sanayi politikası değişkeni gibi, etkili olma eğiliminde görünüyordu. Dördüncüsü, her kesim değerlenme sürecinden aynı biçimde etkilenmiyordu. Beşincisi, Türkiye, parası nominal olarak değerlenen tek ülke değildi. Güney Afrika, Macaristan, Brezilya, Çek Cumhuriyeti benzer süreçleri yaşayan ülkelerdi. Altıncısı, konu doğrudan merkez bankaları ile alakalı gibi durmuyordu.
Müsaadenizle bugün, memleket sanayiinin farklı kesimlerinin TL'nin değerlenmesinden nasıl etkilendiğine biraz bakalım. Bize kalırsa, ortadaki bütün gürültüye rağmen hadise, şirketler kesimini giderek daha az etkiliyor. "Hadi canım sen de sen öyle san" filan demeyin lütfen. Merak ediyorsanız, okumaya devam edin. Yoksa yol yakınken başka bir sütuna doğru yol almaya başlayın.
Önce bugünün tezini bir vurgulayalım: Türkiye ekonomisinin, yerli paradaki değerlenme sürerken sürekli büyüdüğü dikkate alınırsa aslında pek çok kesimin bu olguyla birlikte yaşamak için bir dizi mekanizmaya sahip olduğunu baştan kabul etmekte fayda var. "Peki, bunlar ne" diye bakıldığını hiç gördünüz mü? Aslında belki asıl problem, kurdaki değerlenmenin şirketler kesimini giderek daha az olumsuz etkiliyor olması. Alınmış olan tedbirleri daha da sıkılaştırmak gerektiği için olacak herhalde, çıkan seslerin frekansı, ancak değerlenmenin hızlandığı dönemlerde oluyor. Şirketlerin durumdan giderek daha az olumsuz etkilenmesi ise bu hadiseye karşı tedbir almayı giderek zorlaştırıyor. Tedbir alınmadıkça da orta vadeli yapısal etkiler daha da belirginleşiyor. Ama bir türlü yapılması gereken yapılmıyor, sanayi politikası ihtiyacı için ortaya atılan argümanlar hayata aktarılamıyor. Yapılması gerekeni yapmaktansa, "faiz düşsün" diye yanlış hedefe yönelik, gölge boksu yapmayı tercih edenlerin sayısında bir değişme olmuyor.
Şimdi bu ne demek? Şirketlerimiz, kurdaki hızlı nominal değerlenme sürecinden hiç mi olumsuz etkilenmiyorlar? Sayın Güler Sabancı doğru söylemiyor mu? Hayır, doğruyu söylüyor. Kurdaki değerlenme süreci, yerli girdi maliyetlerini sürekli artırıyor. İşgücü maliyetleri de yerli girdi maliyetlerinin önemli bir parçası. İsterseniz şöyle de söyleyelim: Toplam maliyetleri içinde işgücü maliyetleri yüksek olan sektörler, kurdaki değerlenme sürecinden olumsuz etkileniyorlar. TL değer kazandıkça, işgücünün de içinde bulunduğu yerli girdilerin maliyetler içindeki payı artıyor. Peki ama tüm şirketler için mi? Hayır. Özellikle yerli girdi kullanıp, dış pazara mal satanlar kurdaki değerlenme sürecinden olumsuz etkileniyorlar.
Peki, bu süreçten fayda elde edenler var mı? Elbette var. Toplam maliyetleri içinde yabancı girdilerin payı ağırlıklı olanlar, kurdaki değerlenme sürecinden olumsuz etkilenmiyorlar. Daha fazla yabancı ara malı ithal eden ve de dış pazar odaklı üretim yapan firmalar durumdan olumsuz etkilenmiyorlar. İsterseniz şöyle de söyleyebiliriz: Küresel üretim ağının parçası haline gelen, girdilerini dışarıdan tedarik edenler ve ürettiklerini dışarıya satanlar için kurdaki değerlenme daha az kötü bir şeyi ifade ediyor.
Şöyle özetleyelim mi: Geliri ile birlikte maliyetleri de yabancı para cinsinden olan şirketler değerlenme sürecinden diğerlerine göre çok daha az etkileniyor. Sürpriz, sürpriz: En hızlı bu tür şirketlerin yoğun olduğu sektörler -otomotiv, elektrikli makine imalatı, büro makineleri imalatı- büyüyor. Geliri yerli para cinsinden ama girdileri de yerli para cinsinden olanlar ise süreçten o kadar da kötü etkilenmiyorlar. Ama geliri yabancı para cinsinden, girdileri yerli para cinsinden olan -tekstil, giyim eşyası ve dericilik gibi- sektörler hızlı bir biçimde kaybediyor. Süreçten en çok zarar görenler işte tam da bunlar. Dikkat ederseniz, şimdilik iyi ya da kötü demiyoruz. Yerli pazara çalışıp, yerli girdi kullananlarla, yabancı pazara çalışıp yabancı girdi kullananlar arasında bir ayrım netleşiyor. Arada kalanlar kaybediyor. Ekonomimiz yapı değiştiriyor. Hepimiz bu durumu yaklaşık iki yıldır seyrediyoruz. Sanayi politikası talepleri, sağır kulaklara nüfuz edemiyor.
Yukarıdaki argüman sektörel bazda süreçten olumlu ve olumsuz etkilenenler olduğunu gösteriyor. Ama bunun dışında şirketler kesiminin yoğun olarak kullandığ iki adet daha uyum mekanizması var: Bir tanesi, şirketler kesiminde yaygınlaşan açık pozisyonlar. Pasif dolarizasyonu, şirketler kesimini hangi sektörde olursa olsun koruyor. Ancak aynı zamanda, risk biriktiriyor. Peki, hangi şirketleri koruyor? Finansal piyasalara erişimi olan büyük şirketleri. Bu ilk mekanizma. İkincisi ise giderek yaygınlaşan kaçak göçmen işçi kullanımı. O da ekonomimizde kayıtdışılığı besliyor. İkisi de geçiş sürecinde acıyı hafifletiyor ama ekonomimizde risk biriktiriyor. Ama yine de iyi olmuyor. Yoksa Türkiyemiz yerli girdi kullanan ve güçlü bir hizmetler sektörüne sahip olan bir ülke haline mi geliyor? Bu eğilimler ille de kötü sonuçlara mı yol açacaktır? Bunu şimdi söylemek mümkün değil. Asıl önemli olan, geçiş sürecinin nasıl yönetildiğidir. Bunun için de öncelikle neye dönüşmek istediğimize karar vermemiz gerekiyor.
Bu köşe yazısı 02.11.2007 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024