TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Her Beyrut’a geldiğimde aynı hisse kapılıyorum sanırım. Ortada hep bir karışıklık. Bir koşuşturma. Bir sağa bir sola hızla savrulan arabalar yarışı. Sert araba kullanmanın ne demek olduğunu zaten yıllar önce Beyrut’ta görüp öğrenmiştim. Sonra yoğun korna sesleri. Beyrut bu sefer de yine öyle karmakarışıktı. Ortada değişen bir şey yoktu. Her şey yolundaydı.
Özellikle ülkeye girerken değil ama ülkeden çıkarken havaalanındaki yolcu girişinin acemice örgütlenmesine bakınca, “kalkınmanın bir organizasyon meselesi” olduğuna insan bir kez daha hemen ikna oluyor. Bizim mahalle böyle işte. Bir orası bir de bizim havaalanı girişlerinin ferahlığı ve etkinliği. İnsan farkı hemen görüyor doğrusu. Yeni İstanbul Havaalanının bütün işletim sistemi tasarımı hatasını, oradaki manasız vakit kaybımızı filan dikkate alarak söylüyorum bunları, onu da not edeyim. Gidin görün. Ama doğrusu ya burada da şaşırtıcı bir durum yoktu bu seyahatte.
Bu kez, Türkler açısından bakıldığında ortada önemli bir değişiklik vardı. Anlatmak isterim. Nasıl Batı’da dostlarımızın işini zora soktuysak, gözlemlediğim kadarıyla Arap ülkelerindeki dostlarımızın işini de zorlaştırmış bulunuyoruz. Büyük beceri. Nasıl Batı’da artık Türkiye için iki olumlu cümle söyleyecek insan bulmakta sıkıntı çekiyorsak, korkarım hal böyle devam ederse, artık bir an önce kendimize gelmezsek, Arap ülkelerinde de Türkiye için iki cümle olumlu konuşacak muhatap bulamayacağız yakında.
Hâlbuki hepsi komşumuz. Hepsine satacak malımız var. Alacak paraları da var, çok şükür. Ama kimse Türk ve Arap ekonomileri arasındaki ticari entegrasyonu derinleştirecek yeni bir adımı dinlemek bile istemiyor gördüğüm. Veri yönetişimi, dijital arz zinciri, elektronik ticaret diyorsunuz, “aman veri meselesi önemli bir ulusal güvenlik konusu şimdi oralara girmesek” havası ağır basıyor sanki. Israr ederseniz, laf öylece ortada kalıyor.
2017 yılı verileri itibariyle Avrupa Birliği ekonomileri arasındaki ticari entegrasyon yüzde 61 düzeyinde. AB üyesi ülkeler toplam ithalatlarının yüzde 60’ını bir başka AB üyesi ülkeden yapıyorlar. Aynı ticari entegrasyon, ASEAN ülkeleri arasında yüzde 22 düzeyinde. Türk ve Arap ekonomilerinin ticari entegrasyon düzeyi ise yüzde 13’te kalıyor. Nedir? Ortada hızlı bir biçimde genişletilebilecek bir potansiyel var.
Mevcut ticari entegrasyon düzeyini derinleştirmek, ticareti yatırımlarla genişletmek için, dün yaptıklarımızdan farklı yeni bir şeyler yapmamız gerekiyor. Herkes son derece nazik. Anlatınca “çok doğru” diyorlar. Ama iş uzayınca, “malum siyasi meseleler ortasında yeni bir şeyler yapmaktansa, elimizdekini korumak daha önemli” deyiveriyorlar sonunda, sıkıntımı anlayın işte havasında. Daha önce İsrail ile de böyle olmuştu. Buyurun, şimdi Arap ülkeleri söz konusu olduğunda da aynı yerdeyiz. Ticari potansiyeli derinleştirmek için önce bölge ülkeleriyle barışmamız gerekiyor.
Neden? Aslında Beyrut’ta yayımlanan gazetelere bakmak yeterli, ortadaki sıkıntıyı görmek için doğrusu. Ben Pazartesi günü giderken, Lübnan’ın İngilizce yayımlanan Daily Star gazetesinin yedinci sayfasını kaplayan iki adet Türkiye haberi vardı. Bunlardan ilki, “Amerika’nın iki yakın müttefiki Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Türkiye Libya’da savaşa tutuştu” başlıklıydı. Buna göre, BAE, Mısır ile birlikte, siyasi İslam’ı sınırlandırmak için, ülkenin doğusunu kontrol altında tutan Hefter güçlerini desteklerken, Türkiye ise karşı tarafta yer alıyordu.
Sayfanın alt tarafında ise, “Suudiler Türkiye’nin kültürel istilasına direnemiyor” başlıklı haberde ise, Suudi turistlerin nasıl Trabzon’u kendilerine mesken tuttukları ve geçen yıl Cemal Kaşıkçı cinayeti sonrası bozulan Türkiye-Suudi Arabistan ilişkilerine rağmen Karadeniz yaylalarından ve Türk dizilerinin büyüsünün nasıl etkili olduğu haberde uzun uzun işleniyordu. Görüşüne başvurulan biri “iki ülke ilişkileri kopuk olsa Ankara’daki Büyükelçilik kapalı olurdu, ben Türkiye’de kendimi kültürel olarak çok rahat hissediyorum” diyordu. Muhabir, “Suudi gazetelerine göre, turistleri kaçırıp, öldürüyorlarmış, Türkiye’de” diye üsteleyince, turist hanım, “onlar medyanın zırvaları” diye cevap veriyordu.
Bundan herhalde yirmi-yirmi beş yıl kadar önceydi. Yine Beyrut’ta bir toplantıdaydım. O zaman hava bunun tam tersiydi. Daily Star okuma merakım da o günlerden kalma. Lübnanlı Arap bir dostum bana “Siz 70 yıl önce bize sırtınızı döndünüz ve bizimle hiç ilgilenmediniz” demiş ve “hâlbuki Türkiye ve Türkiye’nin başarısı bizim için çok önemlidir. O nedenle, her gün bizim gazetelerimizde Türkiye’de olup bitenlerle ilgili bir kaç haber bulunur. Merak ederiz” diye eklemişti. Ama o zamanın haberleri böyle değildi.
Bu sefer Beyrut’tan azıcık mutsuz döndüm doğrusu. Türkiye’nin kendi coğrafyasındaki “kamu diplomasisi açığını” bir kez daha yaşayarak gördüm. Bu düzelmezse, ekonomi hiç düzelmez. Kendi coğrafyamızla barışalım derken, Arap dostlarımızı zor durumda bıraktığımızı görmekte fayda var doğrusu. Bir an önce. Söylemiş olayım. Yoksa kaçan balık büyük olur.
Bu köşe yazısı 29.08.2019 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024