TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Alevi-Bektaşilik ile Şiilik arasındaki en temel benzerlik kuşkusuz Hazreti Ali (radıyallahü anh) ve Ehli Beyt sevgisi ve Kerbela yani Hazreti Hüseyin’in şehit edilmesi mateminin devam ettirilmesidir. Bu üç özellik Anadolu ve Türkler arasında yaygındır.
Alevi-Bektaşilik ile Şiilik arasındaki ilişki hem akademisyenlerin hem de toplumun ilgisini çekmeye devam ediyor. Bu konuda yazdığım ilkyazı o kadar çok ilgi gördü ki ikincisini yazma gereği duydum. Her ne kadar ülkemizdeki Caferî vatandaşlarımızdan bazıları bu yazıdan alınmış olsalar da işin doğrusu biz sadece tarihî hakikatleri yazma peşindeyiz. Alevi-Bektaşiliğin Şiilikten farklı, Türklere ve özellikle de Anadolu’ya özgü bir inanç olduğunu söylerken amacımız Caferiliği eleştirmek asla değil. İki farklı inanç arasındaki farkı, ortaya çıkış süreçlerindeki ayrılıkları, sahip oldukları farklı özellikleri ortaya korken birini dışlamış veya ötekileştirmiş olmazsınız. Sadece iki inancın yerini ve konumu göstermiş olursunuz. Aslında bizim yapmaya çalıştığımız da budur...
Elbette İran’ın özellikle Alevi-Bektaşiliği Şiilik içinde göstermek için yürüttüğü önemli bir dinî jeopolitiği olduğunu biliyoruz. Alevi-Bektaşiliğin Şiileştirilmesi, İran’ın sadece Anadolu’da değil Balkanlarda da önemli bir etkinlik ve güç kazanmasına yol açacaktır. Kuşkusuz Alevi-Bektaşilik konusunda tek dinî jeopolitik İran’ınki değildir. Balkanlardaki Alevi-Bektaşilik de uzun zamandır Vatikan ve Almanya’nın ilgi odağı olmuştur. Onlar da Alevi-Bektaşiliği İslam dışında dinî bir azınlık olarak görmek veya göstermek peşindedirler. Böylece sözde Müslüman toplumun demografisi üzerinde önemli bir değişim gerçekleştirmiş olacaklardır. Fakat unuttukları en önemli şey Balkanların sigortası olan Alevi-Bektaşiliğin İslam dışına itilmesi bölgedeki Selefi ve Radikal akımların elini daha da güçlendirecektir. Ve öyle de olmaktadır.
Bu nedenlerledir ki Alevi-Bektaşiliğin konumunu, Anadolu ile bağlarını tespit etmek birçok dinî jeopolitiği etkileyecektir. Türkiye’nin bir Alevi-Dinî jeopolitiği var mı, bunu bilmiyorum. Ama bizi ilgilendiren Alevi-Bektaşiliğin Osmanlının kuruluş yıllarında nasıl karşılandığı, Sünnilikle ilişkisi. Ve en önemlisi Şiilikle bir bağı olup olmadığıdır. Anadolu Selçuklularında Şiiliğin bir tesiri olup olmadığını tartışmaya gerek duymuyorum. Zira Rıza Yıldırım "Hacı Bektaş Veli’den Balım Sultan’a Bektaşiliğin Doğuşu” adlı eserinin girişinde bu konuyu tüm tezleri ile ele alarak olmadığı konusunu netleştirmiştir. Bu yazıda da kendinin eserinden oldukça faydalandığımı belirtmek isterim...
***
Alevi-Bektaşilik ile Şiilik arasındaki en temel benzerlik kuşkusuz Hazreti Ali (radıyallahü anh) ve Ehli Beyt sevgisi ve Kerbela yani Hazreti Hüseyin’in şehit edilmesi mateminin devam ettirilmesidir. Bu üç özellik Anadolu ve Türkler arasında o kadar yaygındır ki, Orta Asya Türkleri arasında da hâlâ birçok gelenekle devam ettirilmektedir. Bu açıdan bakıldığın da aslında bu özelliklerin Alevi-Bektaşi olmakla değil Türk olmakla çok daha yakın bir ilişkisi olduğudur. Bununla birlikte belki farklılık daha çok bu özelliklerin Alevi-Bektaşilik’te korunması, edebiyatının oluşması ve bir inanç hatta Bektaşilik şeklinde bir tarikatla kurumsallaşmasıdır.
Ve en önemlisi bu kurumsallaşma aşamasında ve Osmanlının kuruluşunda rol oynayan Alevi-Bektaşilik için Sünnilik reddedilmesi gereken bir kimlik olarak görülmüyordu. Bektaşilik ile Sünnilik birbirinin karşıtı ya da ötekisi olarak görülmemişti. Aleviliğin Şiilikle birlikte anılması ve Sünniliğin ötekisi olarak konumlanması 16. yy sonrası Safevi etkiyle ortaya çıkmış bir propaganda gibi gözükmektedir. Bu propagandanın uzun süreli bir çabası ve kısmen de etkisi olmuş denebilir. Ama yine de benim kanaatim asıl Alevi-Bektaşilik ile Sünnilik arasındaki set ve keskin ayrımların Cumhuriyet dönemi siyasi ideolojik çatışmalarının bir sonucu olarak ortaya çıktığıdır. Çünkü birinci yazımızda da değindiğimiz gibi Alevi-Bektaşiliğin Sünniliğin bir ötekisi olmadığı ya da Şiilikle ilişkisi olmadığı konusunda Osmanlı Devletinin resmî bir söylemi devam ettirmek istediğini görüyoruz. Zira Çorum Müftüsü Ahmet Feyzi Safevî taraftarlarınca, Anadolu’da Alevileri Şiileştirmek için yazılan “Hüsniye” adlı esere karşı II. Abdülhamid Han'ın emri ile bir reddiye kaleme alması başka türlü izah edilemez. “Feyz-i Rabbânî fî Redd-i Bâtıl-ı Îrânî” adlı eserinde Alevi-Bektaşiliğin Şiilik olmadığını savunan görüşlerini bu bağlamda okuyabiliriz...
***
Biz tekrar 14. yüzyıla dönersek Anadolu’da Bektaşiliğin kurumsallaşmaya başlamasıyla birlikte Alevi-Bektaşiliğin Sünnilikle ilişkisini gösteren çok önemli bir edebiyata sahip olduğumuzu görürüz. "Maktel" Hazreti Hüseyin’in Kerbela’da şehit edilişini konu edinen şiirsel metinlerdir. Anadolu’da özellikle Muharrem’in ilk on günü boyunca her gün bir bölüm olmak üzere toplam on bölümde okunup dinlenir. Bizim Mevlid’e benzetebilirsiniz. "Maktel-i Hüseyin" olarak da bilinir. Mesele âhiler arasında her Muharrem’in ilk on günü maktel okuyup dinlemek bir gelenek hâline gelmişti...
“Maktel” denilen bu edebiyat aslında Kerbelâ vakasından sonra Hazreti Hüseyin’in şehit edilmesini konu edinen manzum eserlerdir. Maktel-i Hüseyin’ler, Arap ve Fars edebiyatından sonra Türk edebiyatında da yer bulmuştur. Edebiyatımızda en eski maktel, XIV. yüzyılda Yûsuf-ı Meddâh tarafından yazılan Maktel-i Hüseyin'dir. Yahyâ bin Bahşî Maktel-i Hüseyin‟i ve Lâmiî Çelebi de XVI. yüzyılda Kitâb-ı Maktel-i Âl-i Resûl'ü yazmıştır.
Bu geleneğin ilk defa 1362’de Çandaroğulu Sarayında başlatıldığı da söylenir. İlk maktel’in Kastamonulu Şâzî bazen de Yûsuf-ı Meddâh’a ait olduğu iddia edilir. Makteller’de Hazreti Peygamber’den Kerbela’ya kadar olan sürecin kısa bir özeti sunulur. Maktel’de toplam on meclis bulunur. Birinci mecliste Hazreti Peygamber’in vefatını müteakip başlayan olaylar ve Kerbela olayıyla ilgisi bulunan bazı kişiler hakkında bilgi verilmektedir. Meclis başlangıcında Dört Halife'nin yönetimde bulunduğu yıllarda adaletle iş yaptıkları ve onların hükmünü herkesin tanıdığı bildirilmekte, Hazreti Hasan ile Hazreti Hüseyin dönemlerinden ise övgüyle bahsedilmektedir. Görüldüğü gibi Şiilikte olmayacak şekilde Maktel’lerde ilk dört Halife’den ve adaletleri konusundan övgü ile bahsedilmektedir. Maktel’lerde en merkezde Hazreti Peygamber, onun çevresinde ilk dört Halife, Hazreti Ali, Hazreti Fatıma, Hazreti Hasan ve Hazreti Hüseyin bulunmaktadır. Dolayısıyla Maktel’lerde Dört Halife’nin meşruiyeti asla sorgulanmamakta ve Hazreti Ali ile Hazreti Ebu Bekir arasında bir Hilafet tartışması yapılmamaktadır...
***
Alevi-Bektaşi geleneğin önemli bir edebî eseri olarak karşımıza çıkan Makteller açısından Müslümanların karşı karşıya kaldığı en temel sorun Emevilerle Hazreti Ali’nin çocukları arasındaki iktidar kavgasıdır. Daha doğrusu Yezit ve Mervan başta olmak üzere Ümeyye oğullarının önde gelenleri ile Hazreti Hüseyin taraftarları arasındaki kavga ve çatışma İslam tarihinin ana sorun alanı olarak kabul edilir. Bu, Şiilikten tamamen farklı bir tarih algısıdır.
Yezid’in Hazreti Hüseyin ve amcasının oğlu Müslim bin Ukayl’in iktidarı almak için insan toplamaya başladığı istihbaratını alması ve bunun üzerine Kûfe’yi kuşattırması ikinci meclisin konusudur. Yezid’in Müslim’i bulmak için Kufe’ye gönderdiği kölesinin kendini tanıtma biçimi oldukça ilginç ve önemli bir bilgi sunar. “Köle beş yüz altın alarak halkın arasına karışır. Kendisinin Sünnî bir tacir olduğunu, Irak’tan Kûfe’ye geldiğini ve burada Hâriciler’den çok eziyet gördüğünü söyler...” Manzum eserde bu şöyle ifade edilir:
Aldı beş yüz altunı girdi yola
Vardı gördi bir arada Sünniler
Vasf-ı hâli söyleşir ağlar bular
Geldi ilerü yüz yire urdı revan
Hile kıldı anlara ol bed-güman
Eytdi üç gündür bu şehre irmişem
Haricilerden cefa çok görmüşem
Maktel’lerde Sünni-Harici zıtlığı oldukça önemlidir. Bunu eserin birçok yerinde görmek mümkündür. Söz gelimi üçüncü mecliste Hazreti Hüseyin’e karşı gönderilen öncü süvari birliğinin kumandanı Hurr bin Yezid’in Hazreti Hüseyin’i Kerbelâ’da kuşatmaya alması şöyle tasvir edilir:
Yürüdi Hurrr on iki bin er-ile
Kerbela'da irdi isid ne Kıla
Sünniler çün Kerbela'ya irdiler
Karşu leşker Konmış-ıdı gördiler
Bunun üzerine Hazreti Hüseyin’in askerleri arasında bulunan Hazreti Hasan’ın oğlu Kasım ile Hurr arasında şu diyaloğa yer verilir:
Kasım eydür Hurra niçün geldünüz
Sünni-y-iken ya Harici oldunuz
***
Sonuç olarak Alevi Bektaşilik ne İmamet teorisi ile ne Hilafetin Hazreti Ali'nin (radiyallahü anh) hakkı olduğu ne de Şii teoloji ile ilgilenmiştir. Onlar için en önemli mesele Hazreti Peygamber ve Ehl-i Beyt'in sevgisini devam ettirmektir. Sünni olmak da bu değerleri içermektedir.
Bu coğrafyadaki farklılıklara bakışımız konusunda Osmanlı’nın kurucu aklına geri dönmeye ihtiyacımız yok mu sizce?
Bu köşe yazısı 24.08.2019 tarihinde Türkiye Gazetesi'nde yayımlandı.
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024
Burcu Aydın, Dr.
16/11/2024