TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Siz artık takip etmiyor olabilirsiniz ama G20 süreci devam ediyor. Türkiye, 2015 yılında G20’nin dönem başkanıydı. Bizden sonra dönem başkanlığı önce Çin’e, sonra Almanya ve Arjantin’e geçti. 2019 yılı, G20 için Japonya yılıydı. Japonya’nın dönem başkanlığı, İmparator Akihito’nun oğlu Prens Naruhito lehine tahttan feragat etmesi nedeniyle kısa sürecek ve Haziran’da 2019 yılı G20’sinin çalışmaları tamamlanacak.
Küresel rekabet gücü için ulusal şampiyonlar şart mıdır?
G20 ve etrafındaki toplantılar, küresel gündemdeki değişiklikleri sistemli bir biçimde takip etmek için çok faydalı oluyor. Örneğin bu yıl, ülkelerin küresel rekabet güçlerini nasıl koruyup, artırabilecekleri meselesi gündemdeydi. Çin’in kocaman devlet şirketlerinin, benzer bir devlet mülkiyetinde, şirket geleneği olmayan ülkelerin, şirketleri için rekabet kısıtı yarattığı kanaati yaygın. Bu nedenle, başka ülkelerde de her sektörde devlet destekli kamu ya da özel büyük şirketler, bir nevi, “ulusal şampiyonlar” yaratma stratejisi tartışmanın bir ayağını oluşturuyor. Bu yılın Mart ayında Berlin’de T20 (Think 20) çalışmaları kapsamında yapılan bir toplantıda Almanya Başbakanı Angela Merkel’e sorulan sorulardan biri, tam da bu çerçevede gündeme gelen Deutsche Bank - Commerzbank birleşmesi ile ilgiliydi.
Almanya Ekonomi ve Enerji Bakanı Peter Altmeier, Almanya’nın küresel rekabet gücünü artırmak için ulusal şampiyonlar seçip, desteklemesinin önemine vurgu yapan, “2030 Sanayi Stratejisi” dokümanını daha yeni şubat ayında yayımlamıştı. Hemen sonrasında gündeme Almanya’nın iki bankacılık devi Deutsche Bank ve Commerzbank’ın birleşmesi gelmişti. Merkel’e bu birleşme ve Almanya’nın küresel rekabet gücünü artırmak için her sektörde, şirketler arasından bir ulusal şampiyon bulup, özellikle onu destekleme politikası hakkında ne düşündüğünü sordular.
Angela Merkel doğrusu son derece açık bir cevap verdi. Deutsche Bank ile Commerzbank arasındaki birleşme görüşmelerinin kamuyu ilgilendirmemesi gerektiğinin altını çizdi. Bu tür bir birleşme operasyonu piyasa şartlarında mümkün olabiliyorsa olurdu, yoksa olmazdı. Doğrusu ya, ben, o toplantıda, Merkel’i “ulusal şampiyon” fan’ı gibi görmedim. O vakit, Altmeier’in teklifi üzerinde Almanya’da geniş bir uzlaşma olmadığı kanaatini edinmiş ve sevinmiştim. Bu tür önerilerin ülkelerin inovasyon kapasitesini olumlu değil, olumsuz etkileyeceği kanaatindeyim. Hele Türkiye gibi bir ülke için kesinlikle intihar gibi geliyor bana doğrusu. İleride anlatırım.
Nitekim geçen hafta Deutsche Bank-Commerzbank birleşmesi fikri bir nevi rafa kaldırıldı. Nedeni ise işin maliyetiydi. Piyasa şartlarında, bu tür bir birleşme projesini gerçekleştirmek için Deutsche Bank’a 10 milyar Euro’luk bir ek sermaye enjeksiyonu yapmak ve yaklaşık 30 bin kişiyi işten çıkarmak gerekiyordu. Sendikalarla görüşmelerin ne kadar zor geçeceği ortadaydı. Derken birleşme karşıtı işçi gösterileri de başladı. Böylece 1,8 trilyon Euro büyüklüğünde bir bilançoya sahip olacak, 141 bin kişinin çalışacağı ve 30 milyon Alman müşterisi olacak bir finansal ulusal şampiyon yaratma, bir bankacılık devi inşa etme projesi şimdilik sanki rafa kaldırıldı.
Nedir? Bu işler öyle kolay değildir. Kendi ayakları üzerinde duran ulusal şampiyonlar inşa etmek için öncelikle sabır ve kaynak gerekir. Hüdayi nabit değil bu kocaman şirketler sonuçta. Hele hele fikri ortaya atmak ile uygulamak arasında o kadar kocaman bir uçurum var ki öyle böyle değil. Zaman ise hız zamanı. Doğrusu ben bana bu konuyu buralarda soranlara, “aman dikkat” diyor ve Necip Fazıl’ın “İhya etmek için ne kadar ilim lazımsa imha için de o kadar cehalet kafidir.” sözünü hatırlatıyorum.
Peki, Türkiye gibi bir ülke küresel rekabet gücünü nasıl artırabilir?
Dünya, bugünlerde yeniden kuruluyor. At izinin it izine karıştığı bir sürecin içindeyiz. Bu alt üst oluş süreci en azından bir yirmi yıl daha böyle devam edecek. Etrafımızda istikrarlı ülkeler görmeyeceğiz. Talepler sürekli değişecek.
Böyle bir dönemde, her ülkenin, bu arada Türkiye’nin de küresel pazarlık gücünü artıracak adımlar atmasında fayda var. Yeni dünyada alacağınız yer, küresel pazarlık gücünüzü tahkim etmenize bağlı. Ben, Türkiye gibi, orta büyüklükte, orta teknolojili bir sanayi ülkesinin küresel pazarlık gücünü artırmanın tek yolunun küresel rekabet gücünü artırmaktan geçtiğini düşünüyorum. Dün, imparatorluk döneminde, sınırlarımızın ötesinde akıncı birlikleri gönderirdik. İş modeli öyleydi. O dönem bitti. Şimdi sınırlarımızın ötesine “Made in Turkey” damgalı mallarla dolu konteynırlar gönderiyoruz. Bugün iş modelimiz böyle. Dün yerli ve milli olan o’ydu, bugün ise bu. Kalanı lafügüzaf.
Devleti yine şeffaflıkla terbiye edeceğimiz bir yeni serbestleşme dönemine ihtiyacımız var
Peki, Türkiye gibi bir ülke küresel rekabet gücünü nasıl artırabilir? Aşağıdaki grafik, Türkiye’nin ihracat sofistikasyon indeksinde diğer ülkelerle kıyaslandığında nasıl bir yer tuttuğunu gösteriyor. Yıllar itibariyle teknoloji değişiyor, küresel mal sepeti de değişiyor. Türkiye’nin ürettiği mallar yıllar itibariyle küresel ortalamanın üzerine mi çıkıyor, altında mı kalıyor? Yıllar itibariyle Türkiye ekonomisinin küresel rekabet gücü artıyor mu, azalıyor mu?
Ben aşağıdaki grafiğe bakınca şunu görüyorum: Türkiye’nin küresel rekabet gücü 1964’den bugüne iki dönemde artıyor. Önce 1980’li yıllarda, sonra 2000’lerin başında. Türkiye, derin iktisadi krizlerden sonra küresel rekabet gücünü sıçratıyor. Ne yapıyor? Her iki dönemde Türkiye’nin devleti şeffaflıkla terbiye ettiği, iktisadi serbestleşme dönemleri dikkatinizi çekerim. 1980’de devletin fiyat oluşum sürecine müdahalesini sınırlamıştık. 1996 Gümrük Birliği ile sanayimizi serbestleştirmiştik. 2000’lerde kamu bankalarına devlet müdahalesini kurala bağlamış ve iktisadi istikrarı siyasi istikrarla taçlandırmıştık. Ne oldu? 1996’nın Gümrük Birliği düzenlemesi ancak 2000’lerde hayat buldu.
Şimdi bu çerçevede, bugün ülkenin üretim ve istihdam kapasitesini artırmak için ne yapmak lazım? Türkiye’de devleti yine şeffaflıkla terbiye etmemiz gereken yeni bir serbestleşme sürecine ihtiyacımız var. Sıra şimdi hizmetler sektörü ve tarımda. Türkiye’nin küresel pazarlık gücü, ancak artan küresel rekabet gücü ile tahkim edilebilir. Not edeyim, unutmayın.
Bu köşe yazısı 06.05.2019 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.
Fatih Özatay, Dr.
27/12/2024
Fatih Özatay, Dr.
25/12/2024
Güven Sak, Dr.
24/12/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
23/12/2024
Selin Arslanhan
23/12/2024