TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Evvelki hafta İstanbul Sanayi Odası Meclis Salonu’nda 100’ü aşkın iktisatçı “Merih Celasun’a Saygı Günü” için toplanmıştı. “Merih Celasun Anma Dersi”nin bu yıl ki konuşmacısı Dr. Hasan Ersel, “İktisat politikası, iktisat teorisinden ne kadar esinlenir?” üzerine konuştu. Kitabın dediklerini ilk anda hayata aktarmak neden mi bu kadar zor oluyor? Yapılması gerekenleri azimle yapmaya başlamak için neden hep derin bir iktisadi kriz gerekiyor? Siyasetçiler Mars’tan, iktisatçılar Venüs’ten olduğu için elbette. Gelin anlatayım.
Neden kitapların bize dedikleri yerine soğan deposu baskını yapıyoruz?
Doğrusu ya, konu pek güncel, tartışma ihtiyacı ise ortada. En azından bana öyle geliyor. Türkiye bir kez daha bir ödemeler dengesi krizinin içinde debeleniyor. Atmamız gereken adımlar, yapmamız gereken işler var ama konuşmaktan iş yapmaya bir türlü gelemiyoruz. Teorinin bize yapın dediklerini yapmak yerine ortada soğan deposu baskınları, süpermarketlerde fiyat denetimleri ve bir dizi panayır şovu var. Neden? “Çok çalışıyormuş gibi” yapıyoruz da o yüzden. Başımıza gelenlerden “bizim” değil, hep “bir başkalarının” sorumlu olduğunu anlatmaya çalışıyoruz. Aslında “biz” işi pek güzel götürüyoruz ama “soğan üreticisi ve tüccarı kılığındaki kötülük çeteleri” ortalığı kasıp kavuruyor. Bunun “biz” aslında hep doğru olanı yapıyoruz ama “banka adı altında örgütlenmiş kötülük çeteleri” başımıza çorap örüyor versiyonu da var. Olmadı “biz” milleti “emperyalizmin saldırılarından” koruyoruz versiyonu da var. Hepsinde tema aynı: “biz” sütten çıkmış ak kaşık, “onlar” kötülük lobisi. Hâlbuki maskaralıktan uzak durarak, kurumlara olan güveni artırmamız gereken bir göreli huzur ortamındayız. Neden kitapların dediklerini hayata aktarmak bu kadar zor oluyor? Siyasetin gerekleri ile ekonominin gerekleri neden bir türlü uyuşmuyor? Hâlbuki uyuşması gerekir.
Bana sorarsanız, bunu açıklayabilmek için öncelikle iktisat politikasının, iktisat teorisi ile ilişkisini somutlaştırmak son derece önemli. Değerli Hasan Ersel konuşurken, benim aklımda Prof. Dr. Sadun Aren’le son karşılaşmamız vardı. İktisat politikası ile iktisat teorisi arasındaki ilişki üzerine ilk zarif tanımı ondan öğrenmiştim. O günden beri, meslektaşlarla ayaküstü sohbetin aklımda hep farklı bir manası oldu. Olumlu.
“Senin iktisatla ilişkin, bir mühendisin fizikle ilişkisine benziyor”
2001 krizinin civcivli günlerinde, ben, daha Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi’ndeyim. Yine bir panelde konuşmacıyım. Çıkışta, Atatürk Bulvarı üzerinde, rahmetli Sadun Aren’in beni beklediğini gördüm. Elinde o günlerde kullanmak zorunda kaldığı bastonu, her zamanki zarafeti ile bana, “Sen konuşurken dediklerinin önemli bir bölümünü anlamadığımı fark ettim, onun için aramızdaki farkı düşünmeye başladım.” dedi. “Hâlbuki, sen de iktisatçısın, ben de öyleyim. Ama arada bir fark var.” diye devam etti. Sonra da “Senin iktisatla ve iktisat teorisi ile ilişkin, bir mühendisin temel bilimlerle olan ilişkisine benziyor” diye ekledi. “Ben” dedi, “temel bilim olarak iktisat yapıyorum, sen ise mühendissin.” diye tamamladı.
Doğrusu ya, ben, Sadun Aren’in bu tanımının kafamızdaki soruyu cevaplamak açısından son derece faydalı olduğu kanaatindeyim. İktisat teorisi dünyayı açıklamakla ve yorumlamakla alakalı; iktisat politikası ise dünyaya müdahale etmekle ve yapmakla alakalı. Birinde mesele üzerine konuşmak, diğerinde ise meseleye bir çözüm getirmek önemli. Karl Marks’ın 1845’te “Feuerbach Üzerine Tezler” kitabındaki “Filozoflar bugüne kadar dünyayı yorumlamakla yetindi, asıl olan onu değiştirmektir.” diyen 11’inci tezini de bu çerçevede ele almak mümkün sanırım. İktisat politikası tasarımı bu çerçevede elbette iktisat teorisinden esinlenir ancak asıl olan değiştirmek ve dönüştürmek olduğuna göre politika tasarımcısı, esinlenmek için teoriye doğru bakarken, tanım gereği, daha bir seçici davranabilir. Nedir? Dünyayı değiştirmek için işine yaradığını düşündüklerini seçmeye eğilimli olur. Bu ilk nokta.
Siyasetçilerin anladığı dilden konuşmak gerekir
İkinci olarak iş, tasarlanan iktisat politikasının uygulamaya aktarılmasıdır. Burada bir kırılma daha yaşanır. Politikanın tasarımında ve uygulamaya aktarılmasında devreye siyasetçiler de dahil olur. Siyasetçi için önemli olan toplumun güncel talep ve beklentileri ile en yakın seçimin zamanıdır. Türkiye’de Mart 2019 seçimlerinin zamanının Haziran Başkanlık seçimlerinden sonra öne alınmamış olması doğrusu büyük bir hatadır bu çerçevede. İktisat politikası, siyasetçi tarafından uygulamaya aktarılırken, iktisat teorisi ile ilişkisi bir kez daha zayıflar tanım gereği olarak. İktisatçıların, “yapılması gerekenler neden bir türlü yapılamıyor?” yakınmasını da rahmetli Merih Celasun’un “Toplumun kalıcı bir istikrar talebi var mı gerçekten?” sorusu çerçevesinde değerlendirmek gerekir öncelikle. Siyasetçi için ne önemlidir? En çok oyu almak ve iktidara gelmek elbette. Siyasetçiler Mars’tan, iktisatçılar Venüs’ten derken söylemeye çalıştığım işte tam da budur.
Üçüncü olarak, şu tespiti yapayım: Normal şartlar altında, siyasetçi için önemli olan, “değiştiği iddia edilen” şartlara uyum sağlamak için ekonomiyi yeniden yapılandıracak reformlara yönelmek olamaz. Siyasetçi için önemli olan büyüme ve artan istihdamdır. Borçlanmayla bile olsa büyüyor olmak siyasetçi için yeterlidir. Türkiye o nedenle son 10 yıldır bu kadar çok borç biriktirmiş ve başını belaya sokmuştur.
Peki, bu durumda siyasetçi ile iktisatçının ortak bir paydada buluşabilmesi hiç mümkün değil midir? Mümkündür elbette. İki biçimde mümkündür. İlkini, Eflaki, Ariflerin Menkıbeleri’nde anlatır. “Hükümdarlar milleti, alimler hükümdarları yönetirler.” Önemli olan, kitabın dediklerini siyasetçinin anladığı biçimde anlatmayı becerebilmektir. Olmuşu vardır.
İkinci olarak, siyasetçi ve iktisatçı ortak bir paydada buluşamazsa ne olur? Her sorun kendi çözümünü mutlaka bulur. Tepeden aşağıya kitaba göre dikkatli ve küçük adımlarla yavaş yavaş da inilebilir, paldır küldür yuvarlanarak, kafayı gözü yararak da inilebilir. Her durumda, tepeden aşağıya inilmiş, sorun çözülmüş olur. Kriz, herkesi bir gecede reformcu yapıverir. “Neymiş o yapısal reform?” nidası kalmaz havada.
Bu yıl Merih Celasun’a Saygı Günü için meslektaşlarla konuşurken işte ben bunları düşündüm.
Bu köşe yazısı 10.12.2018 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024