TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Türkiye dünyanın en büyük 17inci ekonomisi ama dünyanın en büyük 32inci mal ihracatçısı. 2017 yılı itibariyle şimdilik durum böyle. 2016’da da 30uncu filandık. Nedir? Türkiye ihracat yapmayı bilmiyor. Doğrusu ya, ben bunun önemli bir mesele olduğunu düşünüyorum. Bugün müsaadenizle bu konuya bir giriş yapayım. Hazır Türkiye’nin temel ihracat pazarı olan Avrupa Birliği ekonomileri toparlanırken, lira, dolar ve Euro karşısında tir tir titrerken, bu durumun ihracatımıza kısa vadede somut bir faydası olabilir mi diye bir bakalım. Türkiye içinde bulunduğu krizi bir fırsata çevirebilir mi? Doğrusu ya, ben emin değilim. Önce bu haftayı görmek istiyorum. Gelin anlatayım.
Artık bu hafta krize karşı bir stratejimiz olduğunu öğrenebilir miyiz, lütfen?
Önce şu noktadan başlayayım lafa. Aslında Türkiye’nin bu krizi yalnızca mal ihracatı için değil, genel olarak, döviz kazandırıcı faaliyetler için bir fırsata çevirebilmesi mümkün olabilir. Türkiye, bugüne kadar pek çok badire atlattı. Her krizden bir ders çıkarmayı becerebildiğimiz için, her seferinde yeniden ve yeniden deneyebildiğimiz için hep başarılı olduk. Türkiye, ekonomik dengesizlikler karşısında hiç Mısır gibi yapmadı bugüne kadar. Bir kaç Körfez ülkesine gidip, yardım için para aramadı. Her sıkıntının içinden kendi gücüyle çıkmak için tedbir aldı.Ama bundan önceki denemelerimizde ortada hep bir strateji vardı: Bir şey yapmaya çalışıyorduk. Doğrusu ya, ben bu kez ne yapmaya çalıştığımızı daha hala anlayamadım. Belki bu hafta Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası açıklamaları ve Orta Vadeli Programdan sonra artık stratejimizi anlar ve rahatlarız.
Aksi takdirde, bu sefer, sanki, bir dizi tedbiri, “ yahu bunu niye daha önce düşünmedik” modunda, dağınık düzen, belki tutar diye yapıyoruz gibi duruyor. Şirket yönetmekle, ülke yönetmek arasındaki farkı “öğrenmeye” çalışıyoruz sanki. Alın mesela, ihracatçının dövizlerini 180 gün içinde memlekete getirip, liraya çevirme konusundaki son düzenlemeyi. Ben doğrusu şanssız bir düzenleme olduğu kanaatindeyim.
Yabancı para cinsinden borçlu şirketlerimizin en şanslı olanları, yabancı para cinsinden geliri olan şirketler. Nedir? Döviz kazandırıcı bir faaliyet içindeyseniz eğer, yabancı para cinsinden borçlarınızı liranın dolar karşısında yerlerde yuvarlanmasından pek de etkilenmeden geri ödeyebilirsiniz mesela. Ya da mal ihracatınızı devam ettirmek için, gereken ithalatı rahatlıkla yaparsınız. Peki, kazandığınız yabancı parayı liraya çevirip neden bir yandan pozisyon açığınızı artırarak başınıza bela alırsınız, öte yandan da, yurt içindeki üretim hattınızı tehlikeye atarsınız? Ne bileyim?
Halbuki böyle yan yollara sapmadan, karşı karşıya olduğumuz hadiseyi yönetebilmemiz mümkün. Zaman geçtikçe maliyeti yükseliyor olsa da, Türkiye’nin geniş bir hareket sahası var aslında. Durun bakalım, bu haftayı bir görelim.
Türkiye neden ihracat yapamıyor?
Türkiye’nin ihracat performansı söz konusu olduğunda, 32inciliği beğenmiyor olabilirsiniz. Ne bileyim? Arada doğal kaynak ihracatçıları var demek mümkün. Bizden yukarıda 11inci Meksika, 14üncü ihracatçı Rusya, 16ıncı Birleşik Arap Emirlikleri, 20incilikte Suudi Arabistan, 25inci Brezilya filan var. Hiçbirini istemem deseniz bile durum hiç de iyi değil. Türkiye ihracat yapamıyor. Türkiye döviz kazandırıcı faaliyetleri yeterince özendiremiyor. Hollanda yapıyor. En çok ihracat yapanlar sıralamasında 7inci. İsviçre 15inci. Vietnam 26ncı. Avusturya 30uncu. Türkiye geride. Neden?
İzmir’de son 10 yıldır sürekli ihracat yapan firma sayısı, sayıyla, 891, yazıyla, sekizyüzdoksanbir
Türkiye’de son 10 yıldır sürekli ihracat yapan firma sayısı 10 bini bile bulmuyor. 10 yıl boyunca ihracat faaliyetlerini sürdüren sürekli ihracatçı firma sayısı Ankara’da 577, İzmir’de 891, İstanbul’da ise 6155’dir. Nedir? Dışa açık olduğunu düşündüğümüz kocaman illerde bile sürekli ihracat yapan firma sayısı 1000 bile değildir. Türkiye, ihracat yapmayı bilmiyor dediğim bir nevi bu işte.
Zaten tam da bu nedenle, Dünya Bankası , bundan yıllar önce, konu ile ilgili raporunda, “ihracat söz konusu olduğunda, Türkiye’de aynı firmalar, aynı malları, aynı pazarlara satıyorlar” demişti. Hala devam eden aynı hesaptır. Herkes yolunu bildiği piyasaya mal satar. Nedir? Türkiye’nin firmaları uzak diyarların yolunu bilmiyor. Benim bu işten anladığım budur.
Eximbank bakıyor, risk ihracatçının sırtında kalıyor
İhracat yapan firma sayısı neden bu kadar az? Neden hep aynı piyasalara, aynı malları satıyoruz? Riski daha az olduğu için elbette. Türkiye’de ihracat yapan ağırlıkla, ticaretin bütün finansman yükünü kendisi omuzlamak zorunda kalıyor. Ticaretin finansmanında üç yöntem var: Ya malı teslim etmeden ödemeyi alacaksınız, ya malı gönderdikten sonra tahsilatı yapacaksınız, ya da kredi mektubu gelince malı göndereceksiniz.
Türkiye’de ihracat gelirlerinin neredeyse yüzde 65’i açık mal mukabili ödeme (cash against goods) yoluyla tahsil ediliyor. Ticaret Bakanlığımızın internet sitesi Temmuz 2018 için böyle diyor. Demir ve Javorcik (2014)’e göre ise, 2007-2014 arası için bu oran yüzde 80’lerde geziniyor. Nedir? Önce malı üretiyorsunuz, hammadde ve işçileri bir araya getiriyorsunuz, sonra malı gönderiyorsunuz, karşı taraf malı görüyor ve aldıktan sonra da paranızı ödüyor. Ne oluyor? İhracat yapmaya kalkan firmanın elinde sağlam kaynak olması gerekiyor. İşletme sermayesi güçlü olmayanın ya da işletme sermayesi için banka finansmanına ulaşamayanın ihracat yapması zor görünüyor.
Risk alacak gücü olmayanın Türkiye’de ihracat yapabilmesi mümkün değil, bu sisteme göre. IMF-BAFT IFSA verilerine göre, dünya ticaretinin yüzde 42’si mal mukabili ödeme yöntemiyle finanse edilirken, bu oran Türkiye’de ortalamanın hayli üzerinde. Bakın daha, riski artan ülkelere gittikçe, Eximbank imkanlarından faydalanabilmek için daha yüksek maliyete tabi olmak zorunda kalıyorsunuz filan demedim. Alıştığımız ödeme yöntemi, Türk fimalarının dünya ortalamasının üzerinde risk üstlenmesini zorunlu kılıyor diyorum.
Şimdi resim böyle olunca, elbette, Türkiye söz konusu olduğunda, “aynı firmaların, aynı pazarlara, aynı malları” satmasından daha doğal ne olabilir ki? Firmanın ihracat yapmak nedeniyle üstlendiği riski en aza indiren en rasyonel politika bu olduğu için Türkiye’de hep aynı firmalar, aynı malları, aynı pazarlara satıyorlar. Bir nevi, herkes birbirini tanıyor. Hadise kolaylaşıyor. Yeni bir yere giderken, bankadan kredi mektubu daha önemli oluyor.
Peki, bütün bu işlerin Türkiye’nin ihracatına bir faydası olur mu?
Bir ülkede ihracatçı sayısı neden düşük olur? Benim aklıma iki neden geliyor doğrusu. Birincisi, ülkenin iç pazarı çok kocaman olduğu için, o ülkedeki firmalar dış pazarlara daha dikkatli bakmaya istekli olmuyor olabilirler. İkincisi, ihracat yapmak için gereken banka kaynaklarına erişim sınırlı olduğu için, sınırlı sayıda firma ihracata yöneliyor olabilir. Ben Türkiye söz konusu olduğunda her iki konunun da önemli olduğunu düşünüyorum. Mal mukabili ödeme nedeniyle, ihracat yapmak firma açısından daha riskli olduğu için, firmalarımızın öncelikle iç pazarı tercih etmelerini normal karşılamak lazım. İhracatçı sayısının düşüklüğü, bankaya erişim problemleri ile yakından alakalı sanki
Peki, şimdi bu durumda, ihracat ve diğer döviz kazandırıcı faaliyetler için uygun bir ortam olur mu? Düzelteyim: “kendiliğinden uygun bir ortam olur mu?” Hayır. Firmalarımız çok istese bile zor olur. Şimdi olası ortama birlikte bir bakalım. Önce kur hareketi ile gelen, şimdi artan enflasyonla yoğunluğunu artıracak olan bir belirsizlik ortamı var. Böyle bir ortamda, önce Ayşe teyze ile Ali Rıza amcanın tüketimi kısmasını, nakitte kalmasını beklemek gerekir. Bu etkiyi artık izliyoruz. Bu etkiyi gören, fabrikatör Ali Rıza bey’in bir sonraki üretim dönemi planlamasında bir daralma öngörmesi de son derece doğal.
Ama bu hafta da yöneticilerimizin ne yapacağı netleşmezse, Türkiye ortaya bir strateji koyamazsa, kur intibakının, şirket ve banka bilançolarında meydana getirdiği hasarı daha çok konuşacağız. Kötü olacak. Dolayısıyla soru zamanlamayla yakından alakalı. Bilanço etkileri belirginleştikçe hem ihracat, hem de döviz kazandırıcı işlemlere yönelmek zorlaşacak şirketlerimiz için. Şimdi yapılabilir olan o vakit yapılamayacak.
Kurda istikrar artık bir an önce tesis edilmez ve kur intibakının şirket bilançolarındaki etkilerini izale edecek somut bir program bir an önce ortaya konulamazsa, Türkiye bu ortamdan ihracat ve döviz kazandırıcı faaliyetler için bir fırsat çıkartamaz. Hal böyleyken böyle.
Bu hafta, nerede olduğumuzu tespit edebilmek için önemli bir hafta olacak.
Bu köşe yazısı 10.09.2018 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024