TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
YÖK tezler kataloğuna baktığınızda 1993-2006 arasında İlahiyat fakültelerinde altı adet tez yapılmışken, 2013 yılından sonra farklı disiplinlerde olmak üzere toplam 16 tez yapılmış. Aynı durum İSAM İlahiyat makaleleri veri tabanı için de geçerlidir. Bu konuda 2014 yılına kadar tüm dergilerde 24 makale yayımlanmışken, 2015’ten itibaren 72 makale yayımlanmış. Anlaşılıyor ki Selefîlik akademi camiasının yoğun ilgisini 2014 yılından itibaren özellikle de son 3 yılda çekmeyi başarmış.
Neden? Sanırım bunun en önemli nedeni, 2013’ten itibaren adını duyurmaya başlayan DEAŞ terör örgütü. Selefîliğin DEAŞ ile birlikte gündeme gelmesi üzerinde düşünülmeden alelacele birçok şeyin söylenmesine de neden oldu. Akademisyen ve uzmanlar birdenbire kendilerini, Selefîlik tartışmasının içinde buldular. Sağdan soldan yazılanları, üzerinde düşünülmemiş tarihsel analizleri hızla piyasaya sürmeye başladılar. Selefîliğin ne olduğu konusunda zaten karışık olan kafalarımız iyice karıştı.
Selefîlik derken neden bahsediyoruz? Bir örgütten mi? Bir ideolojiden mi? Bir mezhepten mi? Yoksa sosyal bir hareketten mi? Bu yüzden çok temel bazı bilgilerden başlayarak bu konudaki kafa karışıklığını gidermeye çalışalım. Öncelikle en temel bilgiden başlayalım. Selefîlik tarihte yer alan “Selef” ya da “Selef-i Salihin” gibi kavramlarla ilişkilendirilse bile etimolojik benzerlikten başka hiçbir benzerlikleri yoktur. Selefî olduğunu iddia edenlerin bu terimlerle kendilerine meşruiyet kazandırmaya çalışmaları Selefîliğin “Selef” ya da “Selefi-i Sâlihîn” ile aynı olduğu anlamına gelmez. FETÖ’nün hücrelerini İbni Erkam’ın evi olarak adlandırması kadar saçmadır.
Müslümanların tarihinde 18. Yüzyıla kadar kendisine Selefî diyen, ya da es-Selefiyye diye bir mezhebe, bir öğretiye bağlı olduğunu iddia eden hiçbir grup yoktur. “Selef” ya da “Selef-i Sâlihîn” tanımlaması bir mezhebi, bir grubu değil daha çok Sahabe ve Tabiin asrını ve o asırda yaşayan âlimlerin bazı konulardaki ictihadlarını ifade etmek için kullanılmıştır. “Selefimiz şöyle düşünüyor” gibi ifadeler ne bir grubu ne bir öğretiyi ne de bir mezhebi ifade eder. Selefîlik kendisinin İslam’ın bu ilk iki neslinin takipçisi olduğu göstermek için bu kelimeyi kullanmıştır. Yoksa Selefîlik ‘’Selef” ya da “Selef-i Sâlihîn”den türememiştir. Bizim mezhepler tarihi literatüründe, “Selefiyye” diye ne bir ekol ne de bir mezhepten asla bahsedilmemektedir. Bu nedenle ilk temel bilgimiz şu olmalıdır: Selefîlik bir mezhep değildir.
O hâlde nasıl oldu da Diyanet İşleri Başkanlığı ve İmam Hatip ders kitaplarına Selefiyye, ehlisünnetin bir kolu olarak yazıldı? Bu tamamen daha önceki yazılarımızda ele aldığımız Vehhabiliğin ve Modernist Selefî akımların etkisiyle gerçekleşti. Osmanlı son dönem âlimlerinden İzmirli İsmail Hakkı’nın Modernist Selefiyye’den etkilenerek yaptığı tasnif yıllar sonra Diyanet, İmam Hatip ve İlahiyat çevrelerinde karşılık buldu.
Oysaki Gümüşhanevi Hazretlerinin “Câmi’u’l-Mutun” diğer bir deyişle “Ehlisünnet İtikadı” adlı eserinin takdiminde hem de Tam İlmihâl-Se’âdet-i Ebediyye adlı eserde Selefiyye’nin modern bir inhiraf hareketi olduğu asla “Selef” ya da “Selef-i Sâlihîn” ile karıştırılmaması gerektiği kati bir suretle söylenmişti. Doğruyu söylemek gerekirse İzmirli’nin bu tasnifinin İlahiyat ve Diyanet çevrelerinde karşılık bulması da 2000’li yıllardan sonra olmuştur. 2000’lerden 2013’lere kadar ehlisünnetin bir kolu olarak görülen Selefîlik DEAŞ ile birlikte birden radikal ideolojilerin ‘’din yorumu’’ hâline gelmiştir. Hatta Diyanet DEAŞ ile ilgili yazdığı kitapçıkta Selefîliğe karşı bu sefer sert bir tutum takınmıştır. Fakat yine de bastığı İlmihalde Selefîliği bir mezhep gibi göstermeye devam etmektedir.
Selefîlik konusunda en çok kafa karışıklığı tarihte genelde ‘Ehl-i Hadis’ olarak tanımlanan dinî metinlerin lafzı yorumunu esas alan zihniyet ile bugünkü Selefîlik arasında doğrusal bir bağ kurmaktır. Oysa modern akımların çoğu kendilerini gelenekteki bir yorumun takipçisi olarak gösterirler. Söz gelimi Luther teolojik görüşleri için Augustin’i, Gademer’de hermeneutik için Platon’u referans alır. Bu Luther’in Augustinci olduğu anlamına gelmediği gibi Gademer’in de Platoncu olduğu anlamına gelmez. Bu açıdan maalesef Selefîliğin geriye dönük referansları için sık sık ‘Ehl-i Hadis’ ya da Hanbeliliği kaynak olarak göstermek büyük hatadır. İkinci temel bilgimizde bu olmalıdır: Selefîlik, ‘Ehl-i Hadis’ veya Hanbelilik’ten türememiştir.
Selefîliğin, birtakım âlim ve aydınların kendilerine bir aidiyet olarak atıf yaptığı ve öyle olmaktan gurur duydukları bir kimlik şeklinde tezahürü 18. Yüzyıldır. Bunun birçok nedeni vardır. Vehhabilik, Arap milliyetçiliği ve Batı karşısında yenilmişlik duygusu bunların en öne çıkanlarıdır.(*) Bu açıdan Selefîlik dinî-siyasi bir sosyal hareket olarak doğmuş modern bir harekettir. Bu hareket 19. Yüzyıldan günümüze kadar farklı çehrelere bürünmüş, genleşerek büyümüştür. Bu nedenle de hem bölgesel farklılık taşır hem de siyasi taktik ve stratejilerde birbirinden ayrılırlar. Mısır, Suriye, Nijerya, Irak, Avrupa, Suudi Arabistan ya da Türkiye’de farklı ağ örgütlenmelerine ve ideolojik renklere sahip oldukça çoğul bir Selefîlik vardır. Bu açıdan öğreneceğimiz üçüncü temel ilke: Selefîlik modern bir harekettir tek tip bir Selefîlik yoktur.
Bu farklı örgüt, grup ya da hareket içindeki Selefîliği dini öğretisi, teolojisi açısından birtakım ortak özellikler üzerinden tanımlayamaz mıyız? Elbette yapabiliriz, ama bu ortak özellikler tüm gruplarda aynı tonda ortaya çıkmaz. Bu yüzden dinî öğretide birbirine çok yakın gibi dururken siyasi olarak birbirinden çok uzak konumda bulunabilirler. Söz gelimi Mısır’da Selefî Nur Partisi Sisi’yi desteklemiş ve seçime girmişken, bir başka ülkede ki oy kullanmayı şirk görebilir. Ya da İngiltere’deki Selefî gruplar İngiltere hükûmeti ile iş birliğine çok önem verirken, Suriye’de ki bazı gruplar Velâ ve Berâ ilkesi gereği kafirlerle her türlü iş birliğini reddedebilir. Bu dinî öğretideki derin farklılıktan daha çok siyasi tutumların nasıl meşrulaştırıldığı ile ilgili bir meseledir. Bu nedenle en çok yapılan hata Selefî olmakla tüm grupların aynı şekilde siyasal ve ideolojik bir tutumu benimseyeceğini düşünmektir. Bu açıdan öğrenmemiz gereken dördüncü ilke: Her Selefîlik şiddet yanlısı değildir.
Selefî grupların dinî öğretilerindeki ortak benzerlikleri ana hatları ile şu şekilde tanımlayabiliriz:
1. İtikadi mezhepleri (Eş’arilik ve Matüridiliği) reddetmeleri hatta bunu İslam’dan sapma olarak görmeleridir. Bu yüzden Vehhabiler amelde Hanbeli fıkhını uygulasalar da itikatta bir mezhep kabul etmezler. Selefî itikadı üzere olduklarını iddia ederler.
2. Ameli imanın asli bir parçası olarak görürler ve ameli iman tanımına katarlar. ‘Ehl-i Hadis’in ameli iman tanımına katması ile karıştırmamak lazım. Zira onlar ameli kâmil imanın bir parçası görüp Selefîler gibi amelsiz mümini tekfir etmezler.
3. Tevdidi ehlisünnette olmayan biçimde Uluhiyyet-Rububiyyet-İsim ve Sıfat tevdihi şeklinde üçlü bir tasnife tabi tutarlar. Bu tasniften hareketle de Müslümanları şirkle itham ederler.
4. İtikadi bir inanç olan küfür ve şirk kavramlarını ameli küfür ve ameli şirk diye çoğaltarak, eylemlerindeki benzerliklerden dolayı bir Müslümanı müşrik ve kâfir olarak isimlendirebilirler.
5. Tasavvufu şirk kabul ederler. Zühd hayatını kabul etseler dahi tasavvufu ve tasavvufi tarikatları reddederler.
Selefîliğin usul-i hamsesi (beş esası) olarak kabul edeceğimiz bu ilkeler farklı tonlarda bulunabilir. Modern Selefîlik de bunlardan birinci ve beşincisi üzerinde çok durulurken, radikal Selefîlikte iki, üç ve dördüncü maddeler daha öne çıkabilir. Bu tamamen Selefî grubun bulunduğu ülke ve o ülkede ki ağları ve siyasal projesi ile ilişkilidir. Yukarıdaki ilkeler açısından baktığımızda Selefî hareketlerin en önemli karakteri ve öğrenmemiz gereken beşinci ilke: Selefîlik İtikadi mezhep yani Eş’arilik ve Matüridilik karşıtı bir harekettir.
Sonuç olarak Selefîlik konusunda bilmemiz gerekenleri özetlersek:
1. Selefîlik bir mezhep değildir.
2. Selefîlik, ‘Ehl-i Hadis’ veya Hanbelilik’ten türememiştir.
3. Selefîlik modern bir harekettir tek tip bir Selefîlik yoktur.
4. Her Selefîlik şiddet yanlısı değildir.
5. Selefîlik, itikadi mezhepler yani Eş’arilik ve Matüridilik karşıtı bir harekettir.
Selefîlik üzerinde çalışanların tarihte Selefîlik aramak yerine özellikle 18. yüzyıldan sonra Suriye, Irak, Mısır ve Hindistan üçgenindeki modernist ve Arap milliyetçisi hareketlere yönelmesi daha doğru olacaktır. Son iki yüzyılı anlamadan bugünkü krizleri anlayamayız. Unutmayalım ki Selefîlik ne İslam’ın ilk üç asrını anlama çabası ne de ehlisünnetin has yoludur. Selefîlik, ehlisünnet çizgisine karşı alternatif bir model denemesidir ve başarısız olmaya da mahkûmdur.
(*) http://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/hilmi-demir/601830.aspx
Bu köşe yazısı 24.08.2018 tarihinde Türkiye Gazetesi'nde yayımlandı.
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024
Burcu Aydın, Dr.
16/11/2024