TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Gayrimüslim toplumdan Müslümanlara
Aslında Osmanlı’nın son döneminden itibaren "cemaat" kavramı daha çok gayrimüslimler için kullanılan bir kavram olmuştur. Rum-Ortodoks cemaati, Ermeni cemaati, Yahudi cemaati gibi terimler zamanla hukuk literatürüne hatta uluslararası anlaşmalara bile girmiştir. Bu konuda Lozan anlaşmasında Rum Ortodoks cemaati üzerine heyetler arası tartışmalara bakılabilir...
Cemaat kelimesi dinî topluluk anlamında Müslümanların birbirlerinin hak ve hukukunu koruması ve ümmet bilincinin oluşturulması anlamında övülmesi krizlerin bir sonucudur. Vahdet, birlik temalı söylemlerle Müslümanların bir olması ve ümmet bilincine sahip olması İslami hareketlerin ortaya çıktığı ve görünür olmaya başladığı 1970’li yıllarla başlar. Fakat bu daha çok "ümmetçi" ve "İslamcı" grupların dile getirdiği bir terim olarak kalmamıştır.
Kültürel birliktelik kadar onun siyasi bir birliktelik olduğunu düşünenler de vardı. Buna göre cemaat Seyyid Kutup’un “öncü cemaat” dediği ve İslami devlete giden yolu açması gereken İslami hareketlerin öncü kuvvetleriydi. Fakat Türkiye’de cemaatler sivil toplum kuruluşları olarak görünür oldukça siyasal cemaat hayali de sükûta uğradı. Sisteme dâhil olan cemaatler daha fazla dünyevileşmeye başladı. Bu açıdan Türkiye’de cemaatler sorunu doğrudan tarikatlarla ilişkilendirilecek bir mesele değildir. Çünkü bunlar bildiğimiz klasik anlamıyla "tarikat" olmaktan daha çok "cemaat" olarak örgütlenmeyi tercih etmişlerdir. Zira tarikatların modernizmle baş etmesi, ona karşı direnebilmesi neredeyse imkânsız gibidir. Zühd ile kapitalizm bir arada var olmazdı, olmadı da.
Toplum atomize bireylerden oluşurken cemaat aynı ruh ve ideali paylaşan ortak bir bütünlük olarak kavrandı. Muhafazakârlara göre modern dönemde idealize edilmiş bir birlikteliktir cemaat. Çünkü cemaat, dışarıdan gelen tehditlere ve günahlara karşı İslami hayatın devamı için güvenli, sıcak bir sığınak olarak düşünülmüştür. Namazı toplu olarak kılmanın daha sevap olduğunun emredildiği bir dinin müntesipleri bir topluluk içinde olmanın daha gerekli olduğuna inanmışlardır.
Bu yüzden bir cemaat içinde kendimizi daha güvende hissederiz, “bir elin nesi var iki elin sesi var” atasözünde olduğu gibi birbirimize destek oluruz ve daha güçlüyüzdür. Tökezleyip yere düşersek elimizden tutacak birileri olacak, yanlış bir adım atarsak bizi düzeltecek bir bilen bulunacaktır. Zor günler geçirdiğimizde ve gerçekten ihtiyacımız olduğunda bize kefil olmak için teminat istemeyeceklerdir. Özellikle, sokakları günah ve tehlikelerle dolu, kimsenin kimseye acımadığı büyük şehirlerde ayakta kalabilmek için sığınılacak en güvenli limandır. Bu yüzden Türkiye’nin cemaatler krizi aslında modernleşmesinin, büyük şehirlerinin, kırdan kente göçünün bir hikâyesidir. Cemaatler sert ve kaba modernleşme hikâyemizde bireyi, değerlerini ve inançlarını korumak için sığınacağı bir korunak kabul edilmiştir. Diğer yandan da katı laik uygulamalar karşısında sistemden dışlanan Müslümanlar için yeniden sisteme dâhil olmanın siyasi mekânları hâline gelmiştir. Bu nedenle cemaatlerin yeniden ortaya çıkışı ve giderek varlıklarını daha fazla hissettirmeleri, tekrar oyuna dâhil olmaları Türkiye’nin kısmi de olsa demokratikleşme tarihiyle alakalıdır. Türkiye’de cemaatlerin görünür hâle gelmesi çok partili süreçle başlamış ve Özal’ın liberal açılım dönemiyle de meşruluk kazanımları mümkün olmuştur.
FETÖ’nün genleşmesi
Özellikle AK Parti iktidarının ilk yıllarından itibaren "liberal" ve "İslamcı" çevreler cemaatlerin kamusal alanda meşruiyet kazanmasının, Türkiye için büyük bir kazanım olduğunu dile getirdiler. Cemaatleri birer sivil toplum kuruluşu olarak kavramlaştıran bu çevrelere göre cemaatlerin kamusal alandaki temsili çoğulcu toplumsal yapı için vazgeçilmezdir. Cemaatler hem ulus devletin tek tipleştirmesine karşı hem de İslami kesimlerin taleplerinin karşılanması adına kutsal bir müttefik olarak siyasal alana çağrıldı. Bazı çevrelerden cemaatlerin birer STK sayılamayacağına ilişkin gelen eleştiriler liberal ve sol çevrelerden bile tepki aldı. Dinî grup ve cemaatlerin STK sayılması gerektiği ve bu yapıların Türkiye’de sivil özgürlüklerin önünü açacağı dile getirildi. Müslümanların kurdukları dernek ve vakıfların STK sayılması konusunda sorun yoktu. Fakat bir dinî lidere bağlı olan cemaatlerin bir STK sayılıp sayılmayacağı tartışması çok fazla gündem olmadı.
Özallı yıllarla Türkiye artık sürekli ve daha hızlı bir değişim yaşamaya başlamıştır. 2000’li yıllarla birlikte değişimin hızı baş döndürecek kadar artmıştır. Kentleşme, iletişim araçları, teknoloji ve kapitalizm bireyin günlük hayat deneyimlerini kökten değiştirmiştir. Küreselleşen dünyada modernizm sadece günlük hayatı dönüştürmemiş dinî gelenekler ve bunlara vücut veren kavramlar da anlam değiştirmiştir. Tarikat ve cemaatlerin geleneksel zemini de kökten değişmiş ve kaybolmuştur. "Cemaat rahmettir", doğrudur ama artık "cemaat, bir STK’dır"!..
Özellikle FETÖ grubuna bağlı basın ve örgütler (gazete ve dergilerden Abant Platformuna kadar) içinde yer alan yazar ve akademisyenler sivil toplum ve cemaat başlıklı yazılar kaleme alarak, cemaatlerin sivil toplum olarak kabul edilmesini savundular. Asıl amaçlarının FETÖ’ye toplumsal ve hukuki meşruiyet kazandırmak olduğunu sonra keşfettik. Türkiye’de 2000-2016 arasında akademik ve yazılı basında yer alan literatür cemaat ve sivil toplum ilişkisi üzerine yazılmış o zamanki adıyla Gülen güzellemesiyle doludur. Bu açıdan aslında STK dediklerinin birçoğu Gülen örgütünün legal görünümlü yapılarıydı. Türkiye’de aslında cemaat çoğulculuğundan daha çok tek bir cemaatin genişlemesi söz konusuydu. Gülen örgütünün dışında kalan diğer cemaat yapıları oldukça küçük gruplar olarak kendi özel alanlarına kapanarak varlıklarını korumaya çalıştılar.
Gülen örgütünün STK’ları keşfetmesi aslında onun değişimini kolaylaştırdı. STK’lar yapıları gereği hükûmet dışında bir alan oluştururlar. Bu alanı devlet karşısında kendi menfaatlerini güçlendirecek biçimde genişletebilir ve lobi faaliyetleri yürütebilirler. STK olmak FETÖ’nün tam da istediği gücü devşirmesine giden yolu açtı. 28 Şubat’ta Türkiye’de STK’ların seçilmiş hükûmeti düşürmek için neler yapabileceğini görmüştük ve FETÖ lideri de bu süreçte bu ittifak içinde yer aldı.
1997’de gelen 28 Şubat dalgasını dikkate alırsanız aslında Türkiye dinî cemaatlerin sahip oldukları gücün büyük kısmının el değiştirdiğini görürüz. Türkiye’de cemaat tartışmalarında unutulan Gülen örgütünün Türkiye’de sahip olduğu okullar, vakıflar, dernekler ve ticari işletmelerin toplamı bu örgütün dışında kalan dinî grupların toplamının sahip olduğundan daha fazladır. Sadece bir KHK ile 109 öğrenci yurdu, 104 vakıf, 1125 dernek, 15 üniversite ve 19 sendika kapatılmıştır.
Sekülerleşme ve dünyevileşme karşısında cemaatlerin bireye korunak sağlayacağı gibi ahlaki nedenlerle cemaat yapıları İslami çevrelerce desteklenirken aslında birçok cemaat faaliyeti toplumsal karşılık bulmadı. FETÖ o kadar güçlü bir mekanizma kurmuştu ki Türkiye’deki cemaat yapılarının neredeyse büyük çoğunluğunu oyun dışı bıraktı. 15 Temmuz sonrasına dönüp baktığımızda diğer cemaatlerin üniversitedeki yurt kapasiteleri FETÖ’nün yüzde biri kadar ancak vardır.
FETÖ sonrası kriz
15 Temmuz aslında bir cemaatle değil bambaşka bir yapı ile karşı karşıya kaldığımızı gösterdi. FETÖ bildiğimiz anlamda bir cemaat değil daha çok bir istihbarat cemaatidir. Bu yüzden ben sürekli bu yapıyı bâtınî/ezoterik bir kült cemaati olarak isimlendirmeyi tercih ettim. Tarikat ile bir kült grup arasındaki farkı gösteren en temel ölçütü söyleyeyim: Katılmak için hem maddi hem de manevi bir bedel ödeyerek giriyor ve ağır bedeller ödeseniz dahi dışarı çıkamıyorsanız orası bir kült gruptur. Girerken de çıkarken hiçbir bedel ödemiyorsanız tarikattır. Kuşkusuz günümüzde bazı tarikat yapılarına katılım ve çıkmanın bu kadar kolay olmadığı söylenebilir. Baştan söyledim ya bugün geleneksel anlamlarıyla tarikatların var olması da imkânsız gibidir. Ama unutmayalım ki Türkiye’deki cemaatlerin yolculuğu hiçbir zaman sağlıklı bir zeminde sürmedi. FETÖ ve en son Oktar gibi kült yapılar bu yolculuğu hepten sakatladı.
Metafizik kavramlar çok kirlendi. Dinî gelenekle aramızda büyük bir mesafe oluştu. Türkiye’de gerek tasfiyeci modernist Selefilik gerek ise Jakoben tasfiyeci katı laiklik gelenekle aramızda büyük bir uçurumun oluşmasına neden oldu. Bu krizden faydalanan FETÖ gibi yapılar her şeyi kirlettiler. Ülkede tarikat, cemaat, kült gruplar hepsi birbirine karıştı. Dün cemaatleri kutsayanlardan ve fırsatı ganimete çevirmek isteyen modernist Selefilerden ve katı laiklerden ortak bir ses çıkıyor: Tüm cemaatleri yıkalım, yok edelim.
Hiçbir tarikat ya da cemaatle organik bir bağım yok bu yüzden bir tarikatı veya cemaati savunmak adına yazmadığımı ve yazmayacağımı herkes bilir. Benim tüm gayretim din-devlet ilişkilerinin Türkiye'nin önünü tıkayan bir mesele olmaktan çıkmasıdır. Dindarların bireysel özgürlüklerinde çok yol katettik ama cemaatler konusunda ne yapacağımızı bilmez durumdayız. FETÖ ve Oktar gibi yapılardan ortaya dökülenler toplumda bir panik havasına dönüştü. Ne bırakın yapsınlar ne de ezin geçin diyebiliriz. Üçüncü bir yola ihtiyacımız var.
Türkiye’de sorun cemaatlerin ve dinî grupların ayağını bastıkları bir zeminin kalmaması, merkezle mesafelerini kaybetmiş olmalarıdır. Osmanlıda Hanefi-Matüridi bir merkez vardı. Şimdi merkezi olmayan dinî cemaatler de bireyler de çok kolay savruluyorlar. Din görevlilerinin, imam hatip meslek dersi hocalarının ve ilahiyatların merkezi yok. Ayaklarını bastıkları bir gelenekleri mevcut değil. Geleneğe bağlı olmayan yüzergezer gruplar var etrafımızda. Küresel olmak için bir zemine gerek olduğunu unuttular. Ya Arap dünyasından ya da Batı’dan müttefik buldular. Bir müddet sonra onların etki ajanları olarak çalışmayı tercih ettiler. Türkiye’de dinî dünyamızda kendimizi bu topraklara bağlayacak bir zemin bulmak zorundayız başka yolumuz yok gibi.
Bu köşe yazısı 27.07.2018 tarihinde Türkiye Gazetesi'nde yayımlandı.
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024
Burcu Aydın, Dr.
16/11/2024