TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Geçen gün, Faruk Eczacıbaşı’nın, tam zamanında çıkan kitabı, “Daha Yeni Başlıyor”u okurken, aklıma iki konu takıldı. Lafa oradan başlayayım. Birincisi, insan, elinde olmadan elli küsur yıllık hayatında ne çok alt üst oluş gördüğünü düşünüyor. Sayın Eczacıbaşı, tatlı tatlı kendi yaşamı süresince Türkiye’de ve dünyada nelerin değiştiğini, bunlara nasıl baktığını anlatıyor. İkincisi ise hakikaten “her şey daha yeni başlıyor” gibi geliyor. Bu kitabı tek bir yazıyla anlatamayacağım çünkü konuşacak çok konu var. Ama bugün gelin şu “her şey daha yeni başlıyor” hissi ile ilgili bir giriş yapayım.
Bundan sonraki değişim, bundan öncekinden daha hızlı olacak gibi duruyor
Neden daha yeni başlıyor gibi geliyor? Biz dünyadaki teknolojik değişimden bahsederken, öncelikle değişimin hızına vurgu yapmayı seviyoruz. Bir nevi, “teknoloji dünyamızı büyük bir hızla değiştiriyor”, demeyi seviyoruz. “Haydi, çabuk olun, gecikiyoruz” demeyi bir nevi. Tamam. Ben özellikle seviyorum. Ama şu son yirmi yıla bakarsanız, aslında teknolojik değişim dünyamızı söylendiği kadar hızlı değiştirmedi. Artık bütün alametler belirdi. Bundan sonraki değişim bundan öncekinden daha hızlı olacak gibi duruyor doğrusu.
Perakende sektöründe değişim ancak bir kaplumbağa hızıyla ilerledi
Neden? Mesela, perakende sektörü söz konusu olduğunda değişim bugüne kadar bir nevi kaplumbağa hızıyla ilerledi. Amerikan örnekleri verirsem eğer Barnes & Noble küçüldü. Radio Shack gitti. JCPenney’e gidemez olduk. Ya Circuit City? Bir sürü AVM (Alışveriş merkezi) biçim değiştirmek zorunda kaldı, kimileri kapandı. Ama yine de Türkiye’de mesela bir sürü AVM bu sıralarda açıldı. Yine Amerika’da hala AVM’ler işliyor. neden? Çünkü Amerika’da elektronik ticaretin toplam ticaret içindeki payı 2014 yılında yüzde 6,4 civarında. 2000 yılında ise yüzde 0,9. Yani elektronik ticaretin payı dört yıl içinde yaklaşık 7 kat artmış. Diğer yandan aynı dönemde, toplam perakende ticaret yüzde 55 oranında artmış. Elektronik ticarete yöneliş hızlı ama sonuçta 15 yılda gelinen nokta hala çok küçük ve yavaş yani. Merak edenlere, Ali Hortaçsu ve Chad Syverson’un 2015 yılında Amerikan perakende sektöründeki değişimi anlattıkları çalışmalarını öneririm.
Halbuki, elektronik ticaret aslında hiç de yeni bir kavram değil. 1990’lı yıllardan beri etrafta elektronik ticaret uygulamaları var. Hatırlayın o dönemde borsadaki ilk dot-com balonu bu tür şirketlerle ilgiliydi. Amazon’un bir sanal kitapçı olarak ortaya çıkışı 1994’ten kalma değil mi zaten? Öyle. 1990’lı yıllarda, “bütün bu AVM’ler kapanacak” havası çok yaygınken, şimdi 20 yıl sonra geldiğimiz noktada elektronik ticaretin toplam perakende içindeki payı ancak yüzde 10’lara ulaşmaya başladı. Amerikan örneğinden giderseniz.
Öyle anlaşılıyor ki, her kuşağın kendi alışkanlıkları, öncelikleri var. Değişim imkanı ne kadar yüksek olursa olsun, dönüşümün olabilmesi için çok sayıda tüketicinin alışveriş alışkanlıklarını kalıcı bir biçimde değiştirmeye karar vermesi gerekiyor. Ortada bir nevi kültürel dönüşüm de var. Elektronik ticaret ilk geldiğinde “ben kitabı elime alıp, içine bakmadan satın almam” ekolü vardı. Şimdi kitabın bir bölümünü okuma cihazınıza bedava indirip, beğenirseniz satın alabiliyorsunuz. Ne diyeyim? Tabii, “elim kağıda değmeden olmaz” ekolü için halen yapacak bir şey yok. Ama o da her kitap için gerekmiyor.
Yeni artırılmış gerçeklik uygulamalarını gördünüz mü?
Doğrusu bu aralar, elektronik ticareti en hızla uçuracak yolun, artırılmış gerçeklik olabileceğini düşünüyorum. Mesela, İskandinav mobilya mağazası IKEA’nın “Ikea Place” diye bir uygulaması var. Akıllı telefonunuza indiriyorsunuz, seçiyorsunuz alacağınız koltuğu sonra evinizin hangi köşesine yerleştirmek istiyorsanız, ekranda 3 boyutlu bir biçimde oraya koyuyorsunuz. Koltuğun evde nasıl duracağına, mağazaya gitmeden karar verebiliyorsunuz. Sephora’nın da benzer bir uygulaması var mesela. Yüz sizin yüzünüz, bir nevi ayna ve istediğiniz makyajı yapıyorsunuz akıllı telefon ekranında. Bu tür uygulamaların giysi için olanı da var, ekranda boydan boya siz ve durmadan elbise değiştiriyorsunuz. Yeni trend bu.
Aynı PokemonGo gibi
Bu manada, artırılmış gerçeklik (augmented reality) sanal gerçeklik (virtual reality)’ten farklı. Artırılmış gerçeklik, gerçek dünya üzerine sanal eklemeler yapmak anlamına geliyor. Geçen gün televizyonda, benzer bir artırılmış gerçeklik uygulamasını bir mağazaya satmak isteyen bir girişimci yaptığı işi anlatırken şöyle diyordu, en çok ona takıldım: “Satış için görüşme yaparken, uygulamayı anlatmak için, “aynı Pokemon Go” oyununda olduğu gibi diyoruz, hemen anlıyorlar.” Belki de ben hala PokemonGo’da kaldığım için dikkatimi çekti. Ne bileyim?
Nedir? Bir oyun işte canım deyip geçmemek gerekiyor. Oradan başlayan iş şimdi sanki öncelikle perakende sektörünü bu kez kapsamlı bir biçimde değiştirecek gibi duruyor. Bugün “bu bitcoin bir dolandırıcılık?” diye düşünenlerin de ben bir 10 yıl sonra yaygınlaşan blockchain teknolojisi tabanlı uygulamaların “hani bitcoin vardı ya, işte bu da o?” diye pazarlandığını göreceklerini düşünüyorum doğrusu.
Türkiye neden fırsatlara değil de tehditlere odaklanmayı seviyor?
Türkiye’de elektronik ticaret deyince, biz, nedense hala başımıza bela alacakmış gibi yapıyoruz. Neden? Elektronik ticarete intibak etmek için hiçbir şey yapmayıp beklediğimiz için elbette. Dönüşümün getirdiği fırsatlar yerine, tehditleri görüyor Türkiye’yi yönetenler. Hata ediyorlar. Türkiye’de kamu otoritesi elektronik ticarete, gereken ödeme sistemlerine, veri tabanlarına doğru bakarken hala ulusal güvenlik gibi gerekçelerden bahsetmeyi seviyor. Sayın Eczacıbaşı bu yeni teknolojilerin karanlık tarafını anlatıyor. Ama o karanlık taraf, bu teknolojilerin yayılmasına hiçbir yerde engel olmuyor, olmayacak da. Ortada bir denge var. Neyi ıskalıyor kamu bizim burada? KOBİ’lerin ihracat yapması önündeki engellerin nasıl kaldırılabileceğini; Türkiye’den yeni firmaların, yeni mallarla, yeni pazarlara yönelmesinin mümkün olabileceğini; ülkenin ihracat menzilinin uzayabileceğini ıskalıyor. Tehdide takılıp fırsatı görmüyor. İhracat hamlesini kaçırıyor. Bırakın yurt dışını, kendi ili dışında ticaret yapan firma sayısının ne kadar düşük olduğunu biliyor musunuz? Bir ara anlatayım.
Şimdi şurada sakin sakin otururken, bu rüzgar da nereden çıktı, kardeşim?
Neden bunları ıskalıyoruz? Türkiye ekonomisi söz konusu olduğunda, hala bir büyüme stratejimiz bulunmuyor da ondan. Dün kırdan kente göçle büyürdük. Artık kentli olduk. Şimdi bütün sektörlerde aynı anda verimlilik artışlarına yönelmemiz gerekiyor. Yeni teknolojiler ve artık başlamakta olan değişim bu çerçevede büyük bir fırsat ama Türkiye dijitalleşme söz konusu olduğunda hala işin dedikodusunda olduğundan esasa gelemiyor. Yeni teknolojilerin yarattığı fırsatı algılayamıyor. Nereye gideceğini bilmeyen kaptana, hiçbir rüzgâr yardım edemez. Nereye gideceğinizi bilmiyorsanız ancak, rüzgârı fırsat değil, tehdit diye görürsünüz. “Şimdi şurada sakin sakin otururken, bu rüzgâr da nereden çıktı?” diye hayıflanırsınız.
Bu köşe yazısı 22.02.2018 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024