TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Bir önceki yazıda size 2016 TEPAV saha araştırmasından bahsetmiştim. Aslında İslam dünyasında yaklaşık bir asırdır mezhep sistematiğine bağlı din öğretimi terk edildi. Mezheplerin çatışmayı beslediğini söyleyen muhataplarımız, olmayan bir hayaleti dövüyorlar. Türkiye’de de sık sık duyduğumuz Mezhepçilik ifadesi de aslında gerçekçi değil. Bu ifadeyi İran Jeopolitiğinin kullanışlı bir diplomasisi olarak görmek lazım. Zira İslam dünyasında İran Şiiliği ve Selefilik dışında hiçbir mezhebi kimliğin siyasi bir rolü bulunmuyor.
DEAŞ’a katılan kişiler üzerine yüzlerce profil çalışması var elimizde. Hiçbirinde Eş’ari ya da Matüridi mezhep öğretisini okuyarak DEAŞ’a katılan kimseye rastlamıyoruz. Ya da Hanefi, Şafii veya Maliki olduğu için DEAŞ’a katılmıyor insanlar. Hatta tam aksine elimizdeki örneklerin çoğunda DEAŞ’a katılan bireylerin dini ideolojilerinde mezhep karşıtlığı öne çıkıyor. Özellikle inanç alanında Kur’ân ve Sünnet varken Selefin itikadı dururken mezhep mi olurmuş diyen DEAŞ’ın kendisi. DEAŞ’ın Rumiyye dergisinin üçüncü sayısında Sultan Mahmud’dan bahsedilirken, “Sultanın sapık Eş’arilerle de gerçekleşen bir olayı bulunmaktaydı” denilmektedir. Bu örgütlerin mezhep dediklerinde anladıkları tek şey fıkıh mezhepleridir. Burada da tercihleri açıkça Hanbeliliktir.
Yine Rumiyye dergisinin dokuzuncu sayısında mezhep kitaplarının okunması ile ilgili bir soruya DEAŞ ne cevap veriyor bakalım: “Eğer bu kitaplar, insanların ihtilaf ettiklerinde aralarında hükmeden Allah’ın kitabı ve Resulü’nün sünnetinin önüne geçirilirse, Allah ve Resulü’nün dışında bunlarla muhakemeye çağırılırsa hiç şüphesiz bu, imana terstir ve ona zıttır.” DEAŞ açıkça kitap ve Sünnet varken mezheplere neden öncelik verelim ki diyor. Bazılarının Kur’ân bize yeter iddialarına ne çok benziyor değil mi?
Tony Blair Vakfında hazırlanan “Inside the Jihadi Mind Understanding Ideology and Propaganda” adlı çalışmada daha ilginç bir tespit yapılmaktadır. Bu rapora göre, DEAŞ ve el-Kaide gibi terör örgütleri geçmiş ulemanın birçoğundan alıntı yapsalar da, referans vermekten kaçındıkları tek mezhep uleması Hanefiliktir. Zira bu örgütlerin dayandıkları radikal selefi ideolojinin temel iddiası da mezheplerin özellikle de Eş’arilik ve Matüridiliğin reddedilmesidir. Kısmen Fıkıh mezheplerini onaylasalar bile itikadî ve kelam mezheplerini asla tasvip etmezler. Selefi dünyada Eş’arilik ve Matüridiliğe karşı yüzlerce eser yazılmıştır. Söz gelimi Suudi Arabistan’da yazılan bir doktora tezinin başlığı şöyledir: “Adâü’l-Mâtürîdiyye li’l-Akâid’s-Selefiyye”. Kısaca yazar Matüridiliğin Selefi Akideye düşmanlığını ele alan geniş bir çalışma yazdığını söyler.
Görüldüğü gibi İslam dünyasında mezheplere yönelik düşmanlık Selefi ideolojiler tarafından uzunca bir süredir devam etmektedir. Bu nedenle radikal selefi ideolojilere yaslanan örgütlerin bizim bildiğimiz, tarihte gördüğümüz mezheplerle hiçbir alakası yoktur. Bu yüzden İslam dünyasında çatışmanın nedenini mezheplere yüklemek gerçekçi görünmüyor. Olmayan, bilinmeyen bir şey nasıl olur da çatışmaya yol açar.
Radikal selefi örgütlerin mezhep karşıtlığının kendileri açısından oldukça önemli nedenleri vardır. Bunlardan birincisi mezhepler gerçekten kişisel görüşlerdir! Meşhur Ebu Hanife hazretlerinin dediği gibi mezhep hükümleri mezhep imamlarının re’yine bağlı olarak oluşur. Re’y kısaca Ebu Hanife tarafından sistemleştirilen nasları anlama yöntemidir. Re’y, geleneği sorularla kavrama ve sorulan soruları geliştirerek sistematik bir çerçeveye oturtma çabasıdır. Sorular hiç bitmeyeceği için de mezhepler sürekli dinamik kalmıştır... Tek adamın sözünün geçtiği modern cemaat yapıları ile mezhepleri karıştırmamak lazım. Mezheplerde her asırda onlarca sözü geçen, görüşüne başvurulan âlim, bilgin olmalıdır ki mezhepler sorular karşısında ayakta kalabilsin.
Bu yüzden yeni yorumlar ve içtihatlar mezhepleri bugüne taşır. Mecelle’de de belirtildiği gibi “Ezmanın tagayyürü ile ahkâmın tagayyürü inkâr olunamaz”; yani fıkıh ilmi zamanın, hükümleri değiştirebileceğini, prensip olarak kabul eder. Zaman karşımıza, yeni durumlar ve dolayısıyla yeni meseleler ortaya çıkarır. Bu yüzden mezheplerin fetvaları zamanın ruhuna göre sürekli genişler. Mezhepler bugün anlaşıldığı gibi hakikat tekelciliği değildir. Aksine hakikate giden birçok farklı yol olduğunu gösterir.
Selefilik ve radikal örgütler ise lafız ve nass merkezli bir yorumu öncelediklerinden mezheplerin bu dinamik yapılarına karşıdırlar. Onlar için din sürekli yorum yapılacak bir alan değildir. Kişi mezhebe değil Allah’a itaat etmelidir. Mezhepler DEAŞ’ın iddia ettiği gibi nassın önüne geçemez. Peki, nassı kim yorumlar? DEAŞ’a göre ilk dönem âlimleri yorumlamıştır. Bu durumda DEAŞ’ın yaptığı gibi mezhepleri ortadan kaldırdığımızda bir yoruma itiraz ettiğinizde kime itiraz etmiş olursunuz. Bu noktaya dikkat edelim. Mezheplere itiraz ettiğinizde ki tarih boyunca edilmiştir, bir görüşe karşı çıkmış olursunuz. Ama Kur’ân adına konuştuğunu, söylediğinin Kur’ân’ın en gerçek, en doğru yorumu olduğunu iddia edenlere itiraz ettiğinizde Kur’ân’a karşı gelmekle itham edilirsiniz.
Şimdi düşünün lütfen, mezhep içinde mi konuşmak tehlikelidir yoksa mezhepleri kaldırıp Kur’ân adına konuşmak mı? İşte Radikal Selefi örgütlerin mezhepleri aradan kaldırmasının birinci nedeni, dini yorumları sabitlemek ve sözde Allah, Kur’ân adına konuştuklarını iddia ederek mutlak hükümranlık kurmaktır.
Demek ki mezhepler olmadığında insanlar daha özgür konuşamayacak. Aksine ortalık sözde Kur’ân ve Sünnet adına konuşanlardan geçilmeyecektir. Öyle ki, Kur’ân 14 asırdır yanlış yorumlandı, “bu âyet anlaşılmadı”, “şimdi ben size gerçek manasını açıklıyorum”, “bunu ben buldum” diyen tele-imamlar ortalığı kaplayacak. Bugün öyle değil mi?
İkinci meseleye gelince bu radikal örgütlerin en çok karşı olduğu mesele itikadî alanda Eş’ari ve Matüridi gibi mezheplere uymanın yanlış olduğu iddiasıdır. Bunun nedeni de, bu iki mezhebin tekfirciliğe karşı olmasıdır. Hemen tarihte felsefeciler tekfir edilmedi mi diyecekler. O yüzden mi Osmanlı’da Farabi ve İbn Sina’nın eserleri yüzlerce kez şerh edildi. Tarih bize Ehli Sünnet içinde farklılıkların korunduğunu açıkça göstermektedir. Bireysel bazı vakalar dışında, toplu olarak Müslümanların birbirini tekfir ettiğini göremezsiniz. Kadızadeliler ve Sivasiler kavgasında olduğu gibi bunu yapmaya kalktığınızda devletin yumruğunu ensenizde hissedersiniz.
Diğer bir mesele de bu mezheplerin dini anlamada akla, yoruma ve tevile açık olmalarıdır. Eş’arilik de mi derseniz, onu bir başka bahiste ele alacağım ama şimdilik “evet” ile yetineyim.
Üçüncü mesele de, yaşadığı topluma, değerlerine köklü bir aidiyet duymayan bireyler çok daha hızlı savrulurlar. Aidiyeti olmayanlar sahip olduklarını hızla terk ederler. Bu yüzden örgütlerin de insan avcıları vardır. Kaçmak, kurtulmak ve yeni bir hayat isteyenleri kolayca avlarlar. Toplumdaki kimlik kavgaları, ötekileştirmeler, dışlanmalar bireylerin kopuşlarını hızlandırır. Böylece birey toplumda kendine bir yer açılmadığını hisseder. İlahiyat çevrelerindeki gelenek kavgaları da bir tür kimlik kavgasıdır.
Toplumdan koparılan birey bir koza işlevi görecek bir gruba, örgüte sığınır. Kozanın duvarları ses, ışık geçirmez hâle geldikçe birey kozaya daha da gömülür. Dışarıdan gelen her uyarı bir tehdide dönüşür. Ve birey kozanın duvarlarını savunmak için daha da katılaşır. Dolayısıyla grup aidiyeti duvarlarla örülü bir koza işlevi görür . Kozaya sahiplik yapan karizmatik bir kült kişilik varsa artık koza dışarıdan asla delinemez. İçerideki birey dışarıyla tüm bağlarını koparır. Bütün algıları içeri döner.
Bireye yeni bir kimlik vermek için önceki kimliğin terk edilmesi gerektiğinden mezheplere sürekli saldırılmıştır. Böylece mezheplerdeki bilginin yerini, kült kişilikler alır. Mezhepsiz FETÖ bunun en açık örneğidir.
Şimdi diyeceksiniz ki, Türkiye’de kendine aydın, akademisyen diyen ve hatta bazı İlahiyatçı meslektaşlarımın o hâlde bu cenahta ne işleri var? İnsanın bir defa aklı karışmasın ne tarafa savrulacağı belli olmuyor.
Bu vesile ile “Zeytin Dalı” harekâtındaki tüm şehitlerimize Allah’tan rahmet, gazilerimize acil şifalar diliyorum. Rabbim kahraman ordumuzun ve cephede savaşan dostlarımızın Yâr ve yardımcısı olsun…
Bu köşe yazısı 10.02.2018 tarihinde Türkiye Gazetesi'nde yayımlandı.
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024
Burcu Aydın, Dr.
16/11/2024