TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Ocak ayının başlarında 1 Dolar yaklaşık 3,60 Lira ediyordu. Bugün yine benzer bir noktaya geldik ama Ocak ayı sonunda 3,90’a yaklaşan bir seviyeden. 2015 yılı Ocak ayının başında 1 Dolar 2,30 Liraydı, hatırlatayım. O günden beri Lira Dolar karşısında hızla değer kaybetti, sonra biraz toparlandı. Ocak ayı sonunda baksanız 2 yıllık değer kaybı yüzde 70’e yakın olurdu, bugün yüzde 57’de duruyor. Türk Lirasının Amerikan Doları karşısındaki serencamında artık işin dibini görmüş sayılır mıyız? Doğrusu ya, ben bu soruyu “Hayır” diye cevaplama eğilimindeyim, “biz daha bu işin dibini görmüş filan değiliz”. Gelin kısaca bir ne düşündüğümü anlatmaya çalışayım.
Neden? Birincisi, Doların küresel anlamda değer kazanmasını sağlayan ana eğilim ortadan kalkmış değil. Amerika’daki uzun vadeli tahvillerde faiz oranları düşmüyor. Önceki gün Amerikan Merkez Bankası Başkanı ekonomideki gidişatın neden olumlu olduğunu anlatıyordu. Toparlanma devam ediyorsa, parasal sıkılaştırma da devam edecek demektir. Parasal sıkılaştırma ne demek? Bizim buralarda, etrafta daha az miktarda Dolar olacak demek? Türkiye’de daha az miktarda Dolar olup, Dolar talebinin aynı kalması Türk Lirasının Amerikan Doları karşısında değer kaybetmeye devam etmesi demek. Demek ki neymiş? Doların küresel anlamda değer kazanmasına, Liranın Dolar karşısında değer kaybetmesine neden olan dinamikte değişen bir şey yokmuş. Ortada bu gerçek durdukça, bu harekete şaşırmamak gerek.
Gerçi Şubat ayının başından beri, “bu Trump ne yaptığını bilmiyor galiba, akım derken bakalım neler demeye başlayacak” diye Amerikan dolarının değer kaybetmesine, Türk Lirasının bir miktar değer kazanmasına neden olan bir hıçkırık nöbeti oldu. Ama Amerikan ekonomisindeki toparlanma eğilimi devam ediyor sonuçta. Nedir? Garp cephesinde yeni bir şey yoktur.
Peki, bizim buralarda değişen bir şey var mı? Yok. Türk Lirasının Amerikan Doları karşısında güç kaybetmesine neden olan 3 neden vardı içeride. Gelin beraber bir bakalım. Birincisi, Türkiye’nin kişi başını gelirini 1980’lerde 1500 Dolardan bugünlerde 10 bin Dolar civarına çıkarmak için yaptıklarını yapmaya devam ederek, 10 bin Dolardan 25 bin Dolara çıkabilmesi mümkün değil. Eskiden yaptıklarımızı yaparak yeni bir yere varmayı hayal bile etmemek gerekiyor. Bunu hep söylüyoruz. Türkiye’nin ekonomi politikalarında eskiden yaptıklarımızı yapmak yerine, yeni bir şeyler yapmayı hedefleyen kapsamlı bir değişiklik çabası görüyor musunuz? Ben görmüyorum. Benim gördüğüm yatırımcılar da görmüyor. Kimse memleketin geleceğine çivi çakmıyor. Herkes bekliyor.
İkincisi, kamudaki şebeke temizliği bir türlü bitmedikçe, tapu delen OHAL varlığını sürdürdükçe, Türkiye’de kimsenin bir yere çivi çakmasını beklememek gerekiyor. Yatırımcının hala “iş partnerim acaba şebeke üyesi olabilir mi?” haklı endişesi devam ettiği müddetçe bekleme dönemi bitmez gibi duruyor.
Üçüncüsü, Merkez Bankamızın hadiseye müdahale için seçtiği utangaç yol, aslında çok yorucu ve yeterince etkin değil. Liranın Dolar karşısında hızlı değer kaybına yol açan nedenlerden bir tanesi de Merkez Bankasının hareketsizliğiydi. Nasıl Amerikan Merkez Bankası piyasada ne kadar Amerikan Doları olacağını kontrol ediyorsa, piyasada ne kadar Türk Lirası olacağına da bizim Merkez Bankamız karar veriyor. Millet eline TL geçirdiğinde, onu verip Dolar alıyordu. Merkez Bankası milletin kolayca Liraya erişebilmesini engelleyecek hiçbir şey yapmadı önce. O dönemde Liranın değer kaybı yüzde 70’lere ulaştı. Sonra, Merkez Bankamız etrafta Lira bulmayı zorlaştıracak adımlar atmaya başladı. Son dönemde ortadaki sükûnete bu çerçevede de bakmak gerekiyor. Merkez Bankası. Aralık ayından bu yana fonlama faizini artırarak aslında bankaların likiditeye ulaşma maliyetini yüzde 25 civarında yükseltti. Yani, paranın maliyetini artırdı. Ama bunu son derece yorucu bir biçimde yapmaya başladı.
Faiz artırıyorum demedi. Piyasadaki likiditenin miktarını, faiz oranı aracılığı ile kontrol etmek yerine, doğrudan miktarı ayarlamaya çalıştı. Ne yaptı? Odayı aydınlatmak için elektrik düğmesini çevirip, televizyonun başına oturmak yerine, elektrik tellerini doğrudan eliyle kontrol etmeye başladı. Yorucu ve manasız bir işe girişti yani. Ne diyeyim? Allah kolaylık versin, oldukça zor bir iş.
Dördüncüsü, biz, Türk Lirasını ayakta tutan ana direği yıkmayı amaçlıyormuşuz gibi bir dizi adım atıyoruz son günlerde. İstihdam artsın diye, şirketler ucuza para bulsun diye, etrafa kaynak dağıtmaya başladık yine. Halbuki 2001 yılında şunu hep birlikte öğrenmiştik: Devletin bütçesi kötüye giderken, tek tek şirketlerin ya da bireylerin bütçelerinin iyiye doğru gitmesi asla mümkün değildir! Ailenin bütçesi delinmişken, çocuğun okul harçlığım arttı diye sevinmesinin ne anlamı vardır? Bugün olup bitene böyle bakmakta fayda vardır.
Beşincisi, son günlerde, Türkiye Varlık Fonu ile ilgili olarak çıkan haberler ise bütün bu görüntünün üzerine dikilmiş rengarenk bir tüy gibi durmakta, boş yere göz kamaştırmakta ve insanların kafasını karıştırmaktadır. Bu konu bir an önce açıklığa kavuşturulmazsa, Liranın Dolar karşısında ezilmekten başka çaresi yoktur.
Sonuç olarak, Türk Lirasının Amerikan doları karşısında ezikliğini giderecek, ne içeride ne de dışarıda hiçbir şey olmadı daha. O vakit, daha dibi gördük demek için pek erken bana sorarsanız.
Bu köşe yazısı 16.02.2017 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.