TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
1973 yılı Cumhuriyetimizin kuruluşunun ellinci yılıydı. İlk Boğaz köprüsü o yıl açıldı. Onuncu yıl marşını ezbere bilirdik, söylemesi pek zor olan, hala sözlerini ve müziğini çıkartamadığım, Ellinci yıl marşını ilk o zaman duydum ben. O vakitler, Türkiye’nin kişi başına geliri 688 dolar civarındaydı. Yine tasarruf açığımız vardı. Cari işlemler açığımızın milli gelire oranı yüzde 1,5 civarındaydı. Rakamlar küçüktü ama ihtiyaç yine de önemliydi. Türkiye dünyanın kıyısında ama dünyaya muhtaç, uyuşuk bir tarım ülkesiydi ta o vakte kadar.
Sonra Türkiye küresel dönüşüm sürecine intibak etmeye karar verdi. 1980’den sonra ekonomimizi küresel sistemin ayrılmaz bir parçası yapacak adımları attık. Ne oldu? Küresel dönüşüm sürecinin ayrılmaz bir parçası olmak bize yaradı. Kişi başına milli gelirimiz 10 bin dolar civarına yükseldi. Tasarruf açığımız hala vardı. Cari işlemler açığımızın milli gelire oranı yüzde 5’e doğru yükseldi. Türkiye, küresel dönüşüm sürecinin ayrılmaz bir parçası olan, orta teknolojili bir sanayi ülkesi haline geldi.
Şimdi böyle bakarsanız, küresel dönüşümün ayrılmaz bir parçası olma kararlılığı, Türkiye’ye yaradı. Türkiye değişti. Ama 1973’ten 2016’ya bu son 43 yılda ben değişmeyen iki husus görüyorum doğrusu. Bunlardan ilki, Türkiye’nin yabancı tasarrufl ara olan bağımlılığıdır. Türkiye, 1973 yılında da cari işlemler açığı veriyordu. Bugün de veriyor. Dün yabancı tasarruf ihtiyacımız milli gelirimizin yüzde 1,5’i kadardı şimdi yüzde 5’ine kadar yükseldi. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK)’nun yeni hesapları memlekette tasarruf oranlarının arttığına işaret ediyor ama sonuçta tasarruf açığımız da değişmeden kalıyor Yani bir şey değişmiyor. Hatta yabancı tasarruf bağımlılığı 1973ten bugüne artıyor. Bu ilk değişmeyen, tarihe bakınca gördüğüm.
Şimdi geleyim ikinci değişmeyene. Benim gördüğüm, Türkiye’nin en büyük şirketleri sıralaması da pek fazla değişmeden kalıyor sanki. Geçenlerde gözüm bir süre şu yandaki infografiğe takılı kaldı. İnfografiği bir istatistik derleme sitesi olan Statista hazırlamış. Ben arada bir yeni neler var diye infografik bölümüne sürekli bakıyorum. Infografik dünyanın en değerli ilk 5 halka açık şirketinin 2006’dan 2016’ya nasıl değiştiğini gösteriyor. Peki, bu listeyi Türkiye açısından düşündüğünüzde ne görüyorsunuz? İşte o vakit ben, değişmeden hep aynı kalan bir şirketler listesi görüyorum doğrusu.
İsterseniz önce, 2006'dan 2016’ya dünyanın en değerli ilk beş halka açık şirketi listesinde değişenin bir altını çizeyim. Öncelikle, ilk beşte sektör şirketlerinin yerini teknoloji şirketleri alıyor. Bu ne demek? 2006 yılında, bundan daha 10 yıl önce listede ağırlıkla bankalar, holding şirketleri ve petrol şirketleri varmış. Sonra 2016 yılında bunlar gitmiş ve yerlerine her sektöre hizmet verebilecek teknoloji şirketleri gelmiş.
İkinci olarak dikkati çeken husus ise yeni gelen teknoloji şirketlerinin tamamının bilgi ve iletişim teknolojileri alanında faaliyet gösteren şirketler olmalarıdır. Bunlar bütün sektörlerde kullanılabilecek ve de verimlilik oranlarını yükseltebilecek çözümler üretiyorlar. Mesela ilk beşte halen bir biyoteknoloji şirketi yok, çünkü bu alanın en değerli şirketi olan Amgen’in piyasa değeri 133 Milyar dolar civarında halen. Bekleyin 2026 listesi çok daha farklı olacak.
Üçüncüsü ise dünyanın en değerli beşte şirketi listesinde ortalama yaş 10 yıl içinde 69’dan 22’ye geriliyor. Bana “yok canım Alphabet 2015 yılında kurulmuş sayılmaz, Google daha eskiydi” derseniz, o vakit, 2016’da ortalama yaş ancak 25 oluyor.
Peki, Türkiye’nin ilk beş şirketi üzerine hiç düşündünüz mü? Benim gördüğüm listede Koç Holding, Akbank, Garanti Bankası, Turkcell ve Türk Telekom yer alıyordu.. Ne görüyoruz? Birincisi, 2016 yılında dünyanın en değerli ilk beş şirketi 22 yaşında. Türkiye’de ise 55 yaşında. Türkiye’nin en değerli şirketleri yaşlı şirketler. İkincisi, bundan 10 yıl önce de Türkiye’nin en değerli ilk beşi aynıydı. Bu ne demek? O vakit, dünyanın ilk beşi ortalama 69, bizimkiler 55 yaşındaydı. Dünya yenilendi. Bizimkiler aynı kaldı. Üçüncüsü, bundan 10 yıl önce dünyada da bizdeki gibi böyle bankalar ve holding şirketleri vardıilk beş içinde. Şimdi onlar teknoloji şirketlerini çıkardılar, biz çıkaramadık.
Ben bu durumu World Economic Forum’un bir ülkenin bilgi ve iletişim teknolojileri alanındaki hazırlıklılık derecesini ölçen Networked Readiness Index ile karşılaştırdığımda uyumlu bir sonuç görüyorum. Türkiye ilgili index’te 48inci sırada yer alıyor 139 ülke arasında. Sonra bölgemizden ülkelere baktığımda ben ilk beşte Türkiye’yi göremiyorum. Kimleri görüyorum? Birinci İsrail, ikinci Birleşik Arap Emirlikleri, üçüncü Katar, dördüncü, Bahreyn, beşinci Suudi Arabistan. Şimdi bu ülkelere bakınca onların tümünün yeni sanayi devrimine hazırlandığına bölgenin dış ticaret rakamları gösteriyor. Bölgeye bakan yabancı yatırımcılar neler olup bittiğini görüyorlar. Burada Türkiye’nin esamisinin okunmaması kötü tabii. Ama ne yapalım, öyle.
Ben Türkiye’ye bakıyorum ve iki değişmez görüyorum. Bu ülke tasarruf açığını kapatamıyor. Bu ülke güçlü yeni şirketler çıkaramıyor. Ortada bir tür rekabet kısıtı var bana sorarsanız. Orası hep değişiyor, burası hep aynı kalıyor. Böyle bir ülke yeni sanayi devrimini yakalayabilir mi? Hayır.
Bu köşe yazısı 29.12.2016 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.