TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
2016 yılı huzurumuzu kaçıran bir yıl oldu. 2017 yılı bize sükûnet getirsin. Peki, gerçekçi mi bu dileğim? Aklımda öyle, vakıa ile kavga etmeye filan kalkışmak yok aslında.
Amerika’da Donald Trump başkan olup, 2017’de Avrupa’da Fransa, Hollanda, Almanya seçimleri arka arkaya gelince; Esad Suriye’de durumunu sağlamlaştırıp, Filistin-İsrail meselesinde iki devletli çözüm 2017’de müzeye kaldırılınca dünya öyle birdenbire daha sakin bir yer haline gelmeyecek elbette. Küresel büyüme şıpın işi düzelmeyecek. 2017 yılı küresel ve bölgesel ölçekte pek çok yeni sürpriz getirecek, hep birlikte göreceğiz. Her şeyden önce, Amerika’nın başında, halka açık bir şirkete bile başkanlık etmemiş, hep kendi özel şirketinde aklına eseni yapmış, hiçbir yönetim kuruluna hesap vermemiş bir başkan olacak. Çıngar çıkmama ihtimali sıfıra yakın, ben size diyeyim.
Buralarda doğrusu ya ben pek fazla bir hareket alanımız olduğu kanaatinde değilim. Peki, nereden gelecek bu sükûnet? Ben içeride bundan sonra atılacak adımların sükûnete doğru olmasını diliyorum yalnızca. Kolay mı? Değil. Ama yine de gelin bir tanımlamaya çalışayım sükûnetten muradımı ve 2017 yılında önümüzdeki meseleleri.
Önce sükûnetin tanımından başlayayım. Sükûnetin ön koşulu nedir? Bana sorarsanız, sükûnet, kamu politikalarının belirsizlikleri artıracak değil, azaltacak şekilde tasarlanmasına özen göstermekten geçiyor. Ben bugünlerde, Türkiye’de en çok sakin kafayla bundan böyle ne yapacağımızı düşünmeye ihtiyacımız olduğu kanaatindeyim.
Dünyada ülkeler ikiye ayrılıyor: “Her an her şeyin mümkün olduğu” ülkeler ile böyle olmayan ülkeler. Her an her şeyin mümkün olduğu ülkelerin belirleyici özelliği nedir? Bundan sonraki anda nelerin olabileceğine olasılık atfetmenin neredeyse imkansız olmasıdır. Mesela İsviçre öyle bir yer değil, orası sıkıcı mı sıkıcı bir ülke. Her gün her şey aynı. Hiçbir şey değişmiyor. Her şey öngörülebiliyor. Kurumsal altyapısı güçlü olan ülkeler doğrusu ya pek sıkıcı oluyor. Ama bakın Türkiye asla sıkıcı bir yer değil, bir panayır yeri gibi ışıl ışıl parlıyor. Her an bir yerlerde bir şeyler oluyor. İşte ben bu yıl Türkiye’ye sükûneti bu duygu ve düşüncelerle diliyorum doğrusu.
Neden bu yıl salim kafayla düşünmeye ihtiyacımız var? Son günlerde, Türkiye’nin geçmiş dönem büyüme performansı, Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) milli gelir serisini “düzeltmesi” ile belirgin bir biçimde iyileşti. Ama dünya hala uzun dönem büyüme ortalamasının altında bir toparlanma süreci içinde bulunuyor. Kaldı ki, Türkiye’nin büyüme performansı da, yeni seriye rağmen, aslında hızla kötüleşiyor. Ben Türkiye’nin istikrarının, Türkiye ekonomisinin büyüme performansı ile yakından alakalı olduğuna inanıyorum ve burada bir sorun olduğu kanaatindeyim doğrusu.
Önce isterseniz eski ve yeni bir kaç makro oranı karşılaştırayım. Yeni durumda, değişenin ne kadar sınırlı olduğunu bir görün. Yanda iki adet tablo var. Eski ve yeni milli gelir serisine göre dönemler itibariyle büyüme ortalamalarını ve büyüme volatilitesini gösteriyor ilki. İkincisi ise cari işlemler açığının milli gelire oranının ve bunun volatilitesinin dönemler itibariyle nasıl değiştiğini izlememize imkan veriyor. Ne görüyoruz? 2002-2007 döneminden, 2008-2016 dönemine geçerken, ortalama büyüme oranı yüzde 35 geriliyor. Cari işlemler açığı ise, aynı dönemler itibariyle, yüzde 45 oranında artıyor. Eski seri ile baktığımızda, 2002-2007 döneminden 2008-2016 dönemine geçerken ortalama büyüme oranı yüzde 50 oranında geriler, cari işlemler açığı da yüzde 52 bozulurdu. Şimdi bozulma eskisi kadar kötü değil ama dengeler iyiye değil, yine belirgin biçimde, kötüye doğru değişiyor ilk dönemden ikincisine geçerken. Burada değişen bir şey yok. 2002-2007’den, 2008-2016’ya geçerken, Türkiye’de ortalama büyüme oranı azalıyor, cari işlemler açığının milli gelire oranı da artıyor. Neye rağmen? Petrol fiyatlarının olumlu seyrine rağmen. Eski ya da yeni seri fark etmiyor, trend yine aynı. Bu ilk nokta.
Farklı olan şu; eskiden ikinci döneme ortalama büyüme, memleketin uzun dönem büyüme ortalamasının altında olurdu. Şimdi uzun dönem büyüme ortalaması kadar. Bu da ikinci nokta.
Üçüncü husus ise şu, sanırım: 2016 ve 2017 yılları, normal şartlar altında, Türkiye ekonomisinin uzun dönem ortalamasının altında kalan yıllar olacak. Uzun bir aradan sonra, 2016 yılı üçüncü çeyreğinde gözlemlenen daralma eğiliminin şimdi devam etmesini beklemek gerekiyor sanki. Bakın 2008-2016 döneminde değişen büyümenin volatilitesi, ortalama büyüme oranının üzerine çıktı. Onu da not edeyim.
Neden? Ben hala aynı 3 nedeni görüyorum doğrusu. Birincisi, küresel büyüme süreci hala problemli duruyor. Amerikan ekonomisi toparlanıyor ama Amerikan merkez bankası faiz oranlarını artırdıkça, dünyanın bizim taraflarında aktivitenin yavaşlamasını beklemek gerekiyor.
İkincisi, Türkiye ekonomisinde hala etkisini sürdüren bir yapısal yavaşlama eğilimi var. Türkiye ekonomisinin son otuz yıllık büyüme sürecinin üçte ikisi kırdan kente göç kaynaklıydı. Şimdi bu yapısal değişimin sınırına geldik. Türkiye ekonomisinde artık her sektörde verimliliği aynı anda artıracak bir teknoloji değişimine ihtiyaç var. Türkiye’nin sektör ve proje değil, her alanda teknoloji seçmeye odaklanması gerekiyor. Ben henüz bu odağı içeren bir reform programı çerçevesi görmüyorum Ankara’da.
Üçüncüsü, Türkiye 15 Temmuz darbe girişimini kamu idaresinde bir reform fırsatı olarak kullanamadı. Başarısız darbenin beş ayı bitti, ağaçlarla boğuşmaktan bu felaketi yaratan ormanı ele almaya gelemedik. Kamu idaresi içinde, himmet adı altında örgütlenen ve kara para aklayan bir rüşvet şebekesinin nasıl olup da faaliyet gösterebildiği konusuna daha gelemedik. Bununla ilgili, yargı sistemi, sivil asker ilişkileri ve eğitim reformlarını tasarlamayı daha akıl bile akıl edemedik. Ne yaptık? OHAL şartlarında, sineklerle mücadeleye ağırlık verince, ekonomide bir bütün olarak işlem maliyetlerini artırdık. Ayrıca son 18 ayda, 30’dan fazla terör saldırısı oldu. Suriye’de olanları saymıyorum bile. Bu da ekonomide iş yapma maliyetini artırdı ve böyle devam ederse gelecekte de artıracak. Artan işlem maliyetleri ise, Türkiye ekonomisini yavaşlatıyor, yavaşlatacak.
Türkiye’nin tempolu bir büyüme süreci için güçlü bir reform programına ihtiyacı var. Öncelikle ekonomide belirsizlikleri ve de işlem maliyetlerini azaltacak bir reform sürecine ihtiyacımız var. Başkanlık sistemi temelli yeni anayasa tartışmasının odağı iyi ayarlanmış olsaydı, belirsizlikleri artırmayan, tersine azaltan bir rol oynaması pekala mümkün olabilirdi. Ama bu haliyle tasarı, kamu tüzel kişiliğinin, kamu idarelerinin, başkan kararnameleri vasıtasıyla tanımlanabilmesine dahi imkan sağlıyor. Bu ne demek? Türkiye daha fazla “her an her şeyin olabileceği bir ülke” olabilir demek. Daha az öngörülebilirlik demek. İyi mi? Değil.
Türkiye’nin istikrar için büyümeye, büyüme için ise ekonomideki, özellikle, idaredeki belirsizliklerin giderilmesine ihtiyacı var. 2017 yılında Türkiye’nin her alanda daha fazla öngörülebilir bir ülke olması için ne yapmamız gerektiğini sakin kafayla düşünmemiz gerekiyor. 2017 yılı bize sükûnet getirsin dediğim işte o aslında.
Bu köşe yazısı 26.12.2016 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.