TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Amerikalılar, bu Salı, yeni başkanlarını seçmek üzere 58. kez sandık başına gidecek. Bu yıl kampanya son derece renkliydi. Ben, Cumhuriyetçi başkan adayı Donald Trump ve destekçilerini izleyince bir sürü yeni şey öğrendim doğrusu. Daha önce hiç görmediğimiz bir sürü gelişme oldu. Aslında Amerikan başkanlık seçimi kampanyası küresel düzlemde bir şeylerin değişmekte olduğunu daha bir açıklıkla görmemizi sağladı. Ben bu seçimlerle birlikte sistemimizde ciddi bir siyasi tıkanıklık ihtimalinin su yüzüne vurmaya başladığını düşünüyorum. Bu aslında, Türkiye’yi de içeren genel bir siyasi kriz. Ülkeleri yönetmek bundan böyle eskisine göre daha zor olacak. Üstelik bu durum başkanlık mı parlamenter sistem mi tartışmasını da aşan bir mesele. Küreselleşme sürecini yönetmenin zorlaşacağı bir döneme giriyoruz. Bugün gelin bu süreçten neler öğrendiğimi ve nasıl düşünmeye başladığımı bir anlatayım.
Burada neyi ifade etmeye çalışmadığımı en baştan söyleyeyim. “Dünya artık bir yavaş büyüme dönemine girdi, yavaş büyüme ulusal tepkileri artırdı ve artan öfke Trump’ı ortaya çıkardı” demeye çalışmıyorum. Halbuki bu hadise bir yandan tam olarak bunu gösterdi. Dünya son 5-6 yıldır 1990-2007 uzun dönem ortalamasının altında bir hızla büyüyor. İstediğiniz ülkeye bakın, işte grafikler gösteriyor, 2008 küresel krizinden sonra herkes uzun dönem ortalamasının altında bir hızla büyüyor. Nedir? Ortada devrevi olan bütün ülkeleri aynı anda etkileyen bir hadise var. Amerika’da da var. Avrupa Birliği’nde de var. Türkiye’de de var. Mesela bakın Körfez ülkelerinde de var. Her yerde uzun dönem ortalamalarının altında büyüme demek, ne demek? Her yerde mutsuz insanlar demek. Bu mutsuzluğun sandıklara yansımaması elbette mümkün değil. Yavaş büyüme, popülist siyaset demek sonuçta. Ama hadiseyi böyle ortaya koyunca, konu, tepki oyları Meclise geliyor gibi bir çerçeveye oturuyor. Halbuki ben meseleyi tam da öyle görmüyorum.
Siyaset, belli bir inanç/ilke/dünya görüşü/yaklaşım sahiplerini bir ortak paydada bir araya getiren geniş koalisyonlar oluşturup yönetme sanatıdır. Benim Amerikan seçimlerinde gördüğüm, geniş bir koalisyonu bir ortak payda etrafında birleştirmek artık giderek zorlaşıyor. Şöyle diyeyim: eskiden son derece basit prensipler etrafında geniş koalisyonlar oluşturup, genel bir vekalet alıp işi götürmek mümkünken şimdi bunu yapmak zorlaşıyor. Bunu biraz açayım, müsaadenizle.
Bu yıl hep birlikte aslında Amerikan siyasi sisteminde ciddi bir problem olduğunu yaşayarak gördük sanırım. Nasıl Türkiye 15 Temmuz darbe girişiminden beri bir yönetim krizine girmişse ve bir türlü işin içinden çıkamıyorsa, bu da Amerikalıların kendi siyasi krizi işte. Ben bu iki krizi karşılaştırdığımda, ikisinin de yapısal temelleri olduğunu görüyorum. Türkiye’deki problem, ülkenin kurumsal altyapısının zayıf olmasından kaynaklanıyor. 15 Temmuz’a nasıl geldik? Sıkı örgütlenmiş bir şebeke kurumlarımıza sızdı, kurumlarımızdan aldığı kamusal gücü önce kendi finansal çıkarları için kullandı, kaynak biriktirdi. Sonra bir de aynı gücü kullanarak siyasi iktidara el koymaya kalkıştı.
Türkiye’nin tersine, Amerika’nın kurumsal altyapısı kuvvetliydi ve siyaseti son derece basit ilkelere dayalı olarak çalışıyordu bugüne kadar. Ortak payda tanımı çok basit bir prensibe dayalıydı aslında. Bu dönemde, küreselleşmenin derinleşmesi ile birlikte, farklı çıkarlara sahip grupların sayısı arttıkça, inanç/yaklaşım yelpazesi genişledikçe, ortak paydanın basit olması sorun yaratıyor. Trump hadisesinde ben bunu gördüğümüzü düşünüyorum.
Nedir Amerika’daki siyasi kriz? Aslında iki partili sistemin üstüne inşa edildiği ilkelerin krizi bu. Bugüne kadar Amerikan politik sistemi iki partiliydi. İki parti arasındaki fark ise, son derece basit ve devlet kadar eski bir soruya dayalıydı: Yoksullara, korunmaya muhtaç olanlara kim baksın? Buna “devlet” diyenler Demokrat, “kilise” diyenler ise Cumhuriyetçi oluyordu. Buna “devlet baksın” dediğinizde, hadiseyi piyasanın işleyişinden kaynaklanan bir aksaklığa bağlıyordunuz. “Kilise baksın” dediğinizde ise, hadisenin bizatihi yoksulların kendileri ile ilgili olduğuna inanıyordunuz. Amerika’da bu iki son derece basit ve temel inanç/ilke etrafında örgütlenmiş iki siyasi parti, kamu politikalarının şekillenmesine ve küreselleşme sürecinin yönetilmesine dün yetiyordu. Şimdi yetmiyor. Hayat karmaşıklaştı. Ötekilerin sayısı arttıkça arttı.
Artık daha çeşitli parlamentolara hazırlanmak gerekiyor sanki. Devlet nezdinde temsiliyetin artık daha kapsamlı olması gereken bir yeni sürece giriyoruz. Artık bir soruya verilen iki cevapla siyasi sistemler yürüyemiyor. Yani artık eskisi gibi kolaylıkla geniş koalisyonlar kurabilmek daha zor olacak. Önümüzdeki yıl Alman seçimlerinden sonra da benzer bir durum ortaya çıkacak gibi duruyor. “Almanya için Alternatif”in de içinde yer alacağı daha çeşitli bir Alman parlamentosu çıkacak seçimlerden. Türkiye’de de geçen yıl tam da böyle olmuştu. Şimdi Meclisin üçüncü partisinin liderlerini tutuklasanız bile, hayat değişmeyecek. Nedir? Küreselleşme sürecinde, farklı çıkarları, yeni sorulara verilen yeni cevapları, eski siyasi kalıpların içinde tutabilmek giderek zorlaşıyor. Ne olacak? Daha çok sayıda partiden oluşan parlamento ya da geniş bir koalisyonu aynı partinin bayrağı altında tutabilmek için daha eklektik bir ortak payda gerekecek. Yönetimde istikrar arayışının artık daha fazla maharet gerektireceği bir yeni döneme gireceğiz bana sorarsanız. Ben işte bu durumun parlamenter sistem mi, başkanlık sistemi mi meselesinin ötesinde olduğunu düşünüyorum. Bu yeni dünyada “başkanlık sistemi istikrar getirir” demek artık daha bir zor olacak. Bu da ikinci nokta.
Peki, ortak paydanın daha eklektik olmasından anladığım nedir? Bunu en iyi Trump’ın mesajlarında görebilmek mümkün. Cumhuriyetçi başkan adayının ortaya attıklarının en çarpıcısını örnek vererek başlayayım isterseniz. Mesela serbest ticaretin Meksikalılar tarafından Amerika’yı yıkmak üzere icat edildiğine sanırım hakikaten inanıyor orada bazıları. Garip ama gerçek. Tamamen yanlış. Bir nevi vakıa ile kavga etmek demek ama inanç/ilke alanından hayata bakarken böyle olabiliyor. Aynı bizdeki faiz tartışması gibi bir nevi.
Cumhuriyetçi başkan adayı bu yıl o kadar serbest ticaret aleyhtarı oldu ki, sonunda, Amerikan Odalar Birliği (US Chambers of Commerce) herhalde tarihinde ilk kez Cumhuriyetçi başkan adayı ile bir nevi polemiğe bile girdi. Eskiden Demokrat adaya karşı, Cumhuriyetçi adayı mutlaka çok açık bir biçimde desteklerlerdi. Bu kez öyle olmadı. Trump ise, “onlar zaten milletin yararını değil, kendi dar parasal çıkarlarını düşünürler” dedi. Cumhuriyetçi Parti başkan adayı böyle söyledi. Dünya bir garip yer oldu.
Bu tür örnekleri çoğaltmak mümkün. Aynı tartışmayı “küresel ısınma aslında bir yalan, Çinliler Amerikan sanayiini vurmak için bu yalanı uydurdu” önermesinde de görmek mümkün. Ben hepsinde aynı meselenin izlerini görüyorum. Artık siyasi partileri basit değil, karmaşık ilkelere dayalı ortak paydalar etrafında geniş koalisyonlar inşa ederken görmek gerekiyor. Böyle bakarsanız, bu seçim, basit ilkeler etrafında geniş koalisyonların ortak paydasını oluşturma döneminin bir nevi son seçimi olur. Bundan böyle siyaset yeniden yapılanır. Amerika’da bile yeni partiler çıkabilir. Bir nevi, ilkeler yeniden yazılır. Nasıl olur? “Biz filanca millet olarak, ötekini kapsayacak mıyız, dışlayacak mıyız? Önceden buraya gelmiş olanların, sonradan gelenlere karşı ek bir vatandaşlık hakkı olmalı mı, olmamalı mı?” ekseninde bir yeni inanç/ilke ekseni ortaya çıkar. Bu da olsun üçüncü nokta.
Trump ya da Clinton, her durumda, yönetimin zorlaşacağı bir döneme giriyoruz. Ötekini dışlamayan bir Clinton, siyaseti dışlama üzerine kurgulayacak bir Trump’a göre elbette bizim gibi ülkeler için daha iyi olur. Dışlayıcılar güç kazandıkça, İslamofobi her yerde güç kazanır. Bu da bizim için özellikle iyi olmaz diye düşünüyorum ben doğrusu. İslamofobi ile mücadelenin özü, Batı ülkelerinde, kapsayıcı siyasi hareketlerin ve liderlerin güçlenmesi için Türkiye’nin elinden geleni yapmasıdır. Bu seçimde, kapsayıcı olan Hillary Clinton’dur.
Bu köşe yazısı 07.11.2016 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.