TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
15 Temmuz gecesi Türkiye’de bir askeri darbe teşebbüsü oldu. Türkiye buna benzer bir tecrübeyi en son 1980’de yaşamıştı. O vakit darbe başarılı olmuştu. O gün Türkiye, kişi başına milli geliri 1500 dolar civarında olan içe kapalı bir tarım ülkesiydi. Toplam ihracatımız 3 milyar dolar civarındaydı. Bunun yüzde 90’ını tarım ürünleri oluşturuyordu. Ekonomi, her açıdan kamunun kontrolü altındaydı. Henüz piyasa reformları yapılmamış, özel kesimin hareket alanı genişlememişti. O yıllarda geçtim cep telefonunu, evde sabit hatlı telefona sahip olmak bile bir nimetti. Televizyon tek kanaldı ve renkli yayın henüz başlamamıştı.
Sonra Türkiye değişti. 1989 yılında İstanbul Sanayi Odası’nın 500 Büyük Şirket listesinde, kamunun sahip olduğu şirketler toplam katma değerin yüzde 52’sini oluştururken, 2010 yılında bu oran yüzde 12’ye geriledi. Ne oldu? Türkiye kamu kontrolündeki bir ekonomiden, özel sektör ağırlıklı bir ekonomiye dönüştü. Kişi başına milli gelir 10 bin dolar civarına yükseldi. İhracatımızın toplamı 150 milyar dolara ulaştı, bunun yüzde 90’ını sanayi malları oluşturdu. Sanayi, Anadolu’nun her tarafına yayılmaya başladı. Orta sınıf güçlendi. Sabit hattan cep telefonuna geçmekle kalmadık; kullanılan cep telefonu sayısı da 72 milyonu geçti. Bununla da kalmadı. İnternetten video yayımlama imkanı vererek, herkesi potansiyel yayıncı haline getiren Periscope, 2015 yılında Twitter tarafından satın alınarak yaygınlaştı. Kayvon Beykpour 2013 yılında İstanbul’da Gezi hadisesine şahit oldu, ihtiyacı gördü ve işte fikir böyle doğdu
Doğrusu ya, Türkiye’de, bugünlerde neler olup bittiğine dair rivayet muhtelif. Her kafadan bir ses çıkıyor. Konuştuklarımızın bir bölümünün manası yok. Ama vaziyetimiz anlaşılır. Memleketin yaklaşık yüzde 85’i ilk kez bir darbe teşebbüsü ile karşı karşıya geldi. Elbette derin bir travma yaşadık. Olayın şokunu hala atlatabilmiş değiliz. Gökdelenin 60’ıncı katından boşluğa düşecekken, son anda, bir ipe sarılıp, boşlukta sallanmaya başlayan bir garip kazazede gibiyiz. “Gökdelenin 60’ıncı katından boşluğa yuvarlanırken, son anda bir ipe sarılıp boşlukta sallanmaya başlayan biri ne yapar? Bir yandan sallanırken, “Ben bu hale nasıl düştüm?” diye analiz yapmaya mı başlar? “Beni şimdi kim itti?” diye suçlu mu arar? Yoksa “Peki, neden ben o terasın demirleri üzerinde, uyarıları dikkate almaksızın dengede durmaya çalışıyordum?” diye kendine mi kızar?
Bana sorarsanız, gökdelenin 60’ıncı katından boşluğa yuvarlanacakken, bir ipe sarılıp boşlukta sallanmaya başlayan kişi öncelikle hiçbir şey düşünmez, soru sormaz. Can havliyle bir an önce kendini yukarı çekmeye çalışır. Önce boşlukta sallanma halini sona erdirmek, tehlikeyi bertaraf etmek ister. Bir an önce iki ayağının sağlam bir yere basmasını ister bana kalırsa.
Anayasamızın 121’inci maddesi uyarınca çıkartılan 2935 Sayılı Olağanüstü Hal (OHAL) Kanununun 4’üncü maddesi çerçevesinde Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu’nca kabul edilen 667 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK/667) Resmi Gazete’nin 29779 sayılı nüshasında yayımlanarak 23 Temmuz Cumartesi günü yürürlüğe girdi. İşte ben KHK/667’ye bu duygu ve düşüncelerle bakıyorum doğrusu. OHAL’i normal şartlarda kim ister ki? Ben istemem. İşler hep bildiğimiz normal mecrasında aksın isterim. Ancak yaşadığımız derin travma nedeniyle, KHK/667 gerekli ama kesinlikle geçici bir anayasal uygulamadır. Amacı nedir? Türk demokrasisinin karşı karşıya olduğu yakın ve açık tehlikeyi hızla bertaraf etmektir. İdare, 15 Temmuz gecesi bozulan kamu düzenini hızlıca yeniden tesis etmeye çalışmaktadır.
Türkiye’nin geçen Cuma’nın travmasından bir an önce çıkması, normalleşmeye başlaması gerekir. Bu darbe teşebbüsü sonrasında, işimiz fevkalade zorlaşmıştır. Türkiye zaten bir dizi yapısal tedbiri almak, idari altyapısını elden geçirmek, kural hakimiyetini ve hukukun üstünlüğünü tahkim etmek zorundaydı. Şimdi bunu zorunlu ve geçici bir OHAL idaresi ile birlikte yapmak zorunda kalacaktır. Sorunlarımız şah iken şahbaz olmuş; sorunları çözmek için elzem olan kredibilitemiz ise olağan dışı gelişmelerle azalmış, her halimiz şaibeli kabul edilir olmuştur. Öncelikle bunu veri kabul etmek gerekir. İşte hareket edeceğimiz alan budur. Mecliste darbe teşebbüsü sonrası oluşan mutabakat bu nedenle son derece değerlidir. Kredibilite artırıcıdır. Artık Mecliste daha çok konuşmak gerekir.
Şimdi iki ayağımızı sağlam bir biçimde yere bastıktan sonra, öncelikle, Türkiye’de olup biteni bıkmadan, usanmadan, sinirlenmeden anlatmamız gerekmektedir. Türkiye, 15 Temmuz gecesi, yıllarca bir tehdit unsuru olarak önemsemediği devrimci radikal bir cemaatin nelere yol açabileceğini çok acı bir şekilde tecrübe etmiştir. Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı devrimci radikal terör tehdidinin, uygarlığımızın karşı karşıya kaldığı devrimci radikal terör tehdidinden hiç de farklı olmadığını sakin sakin, tane tane anlatmamız gerekir.
Bu köşe yazısı 25.07.2016 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.