TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Türkiye’de IŞİD’ın çok güçlü bir destek bulduğu söylenemez. Bunu iddia etmek hem oldukça abartılı olur hem de gerçeklerle örtüşmez.
Suriye’deki iç savaşla gündeme gelen yabancı savaşçılar ile ilgili rakamlar da bunu gösteriyor. Türkiye’den Suriye’ye savaşmak üzere giden kişi sayısının 2 bin-2 bin 500 civarında olduğu tahmin ediliyor. Bunların hepsinin IŞİD’e katıldığı da söylenemez.
ABD merkezli güvenlik danışmanlığı şirketi Soufan Group’un verilerine göre, Irak ve Suriye’de 86 farklı ülkeden 27-31 bin savaşçı var. Toplam yabancı savaşçının 30 binin üzerinde olduğu düşünülürse, Türkiye’den katılımların çok büyük bir rakam olmadığı söylenebilir.
Türkiye’nin hem tarihsel hem de mevcut sosyolojisinin diğer Müslüman ülkelerden oldukça farklı olduğu ve bu nedenle de IŞİD’e katılımların düşük kaldığı öne sürülüyor. Bunu iddia edenler özellikle iki gerekçe ortaya koyuyorlar. Birincisi, Anadolu’da İslam’ın tasavvuf ile uzun süreli birlikteliği ve Hanefi-Şafi ağırlıklı Sünniliğin hâkim olması. Bu alışımın IŞİD ve benzeri radikal Selefi yapılara katılımı önlemese bile teşvik etmeyeceği varsayılıyor. İkincisi ise AK Parti iktidarının Müslümanların rejimle yaşadığı gerilimi azalttığı ve devlet tarafından ötekileştirilmedikleri inancına dayanıyor. AK Parti’nin güçlü halk desteği de bunu gösteriyor. Bu durumda AK Parti’nin aşırı muhafazakâr tabanı da tutacağı varsayılabilir.
İşte bu iki sosyal ve siyasal gerekçenin Türkiye’den IŞİD ve benzeri örgütlere katılımı azaltacağı ve içeride bunlara karşı desteği düşüreceği düşüncesi öne çıkıyor. Oysa son zamanlarda basına sızan raporlar IŞİD’in Türkiye’de desteğini artırdığını gösteriyor. Peki neden?
Türkiye’de var olduğuna inanılan sosyolojide mi bir değişim yaşandı yoksa bilmediğimiz başka nedenler mi var?
Türkiye’de IŞİD’e destek artıyor mu?
Radikalleşme süreçleri üzerindeki tartışmalara girmeyeceğim. Ama bu konuda yapılan araştırmalar ideolojinin oldukça önemli olduğunu gösteriyor. Farklı kültürel, ekonomik ve sosyal çevrelerden insanların ortak bir fikir uğruna hareket etmesini sağlayan en önemli şey, maruz kaldıkları ortak dini ideolojik propaganda ve bu dini ideolojiye olan bağlılıklarıdır. IŞİD ve benzeri örgütlerin dini ideolojisi de Diyanet İşleri Başkanlığı’nın raporunun da ortaya koyduğu gibi radikal Selefiliktir. Buna göre, Türkiye’de radikalleşmeyi artıran en önemli sebebin bu ideoloji olduğunu söyleyebiliriz.
Selefiliğin ya da radikal Selefiliğin Türkiye’de hangi kanallarla yaygınlık kazandığını anlamak önemli. Kuşkusuz Türkiye’de İslamcı hareketlerin ve İslamcılığın çok eski bir tarihi var. İslamcı hareketler üzerinde radikal düşüncelerin etkisini Arap dünyasından Seyyid Kutup, Mevdudi gibi düşünürlerin eserlerinin tercüme edildiği 1960’lı yıllara kadar götürmek mümkün. Ayrıca 1979’daki İran Devrimi ile Şii devrimci fikirlerin ve aynı zamanda başlayan Afganistan cihadının Abdullah Azzam gibi üçüncü bir tercüme dalgası yarattığını biliyoruz. Bu süreçlerin Türkiye’deki İslami düşünceyi geleneksel bağlarından uzaklaştıran bir dalga oluşturduğunu da hatırlamak gerekir.
Bununla birlikte, 1990’lı yıllardan itibaren Turgut Özal ile başlayan muhafazakârlığın egemenliği Türkiye’de ciddi bir radikalleşmeyi engellemiş, tam aksine demokrasi, çok kültürlülük ve laik ile dindar kesimler arasında bir uyum geliştirmiştir. 1997’de hayata başlayan İslami Araştırmalar Dergisi ve çevresinde yapılan tartışmalar bunun en ilginç örneklerini verir.
Fakat Suriye’de başlayan iç savaş bu süreci tersine çevirmiş gibi. Demokrasi ve çok kültürlük tartışmaları birdenbire yerini ‘Demokrasi küfürdür’ tartışmalarına bırakmış durumda. ‘Buraya nasıl ve neden geldik’ ve ‘IŞİD Türkiye’de nasıl eleman devşiriyor’ soruları aslında birbiriyle oldukça ilgili. Haliyle IŞİD’e taban sağlayan sosyolojiyi irdelemekte fayda var.
IŞİD’e taban sağlayan sosyoloji nedir?
Türkiye’de son zamanlarda sosyal medya, internet ve yazılı basında Selefi metin ve görsel malzemelerde görece bir artış gözlemleniyor.
Buna rağmen Türkiye’de radikal Selefi ideolojinin taban bulmasının nedeninin bu ideolojinin örgütsel gücüne bağlı olmadığını düşünüyorum. Çünkü devletin elindeki din eğitimi ağı oldukça güçlü. Diğer bir ifadeyle, IŞİD ve benzeri yapılar; radikal Selefi örgütler ve propaganda mekanizmaları çok güçlü olduğu için değil, tam aksine bu ideolojiye karşı dirençli olması gerektiği düşünülen Anadolu Sünniliği çok zayıfladığı için taraftar buluyor. Yani Türkiye IŞİD’e karşı doğal direncini kaybediyor.
Türkiye’de tasavvuf, tarikatlar ve din eğitimi veren kurumların radikal Selefiliğe karşı dirençli olmalarını sağlayacak dini-itikadi düşünce iki ekole dayanır. Bu iki ekol, İslam düşüncesinde 10. yüzyıldan itibaren İslam dünyasının büyük çoğunluğunun itikadını belirlemiştir. Selçuklulardan Osmanlılara Anadolu’da felsefi ve tasavvufi düşünceyle iç içe olmuştur. Matüridilik ve Eş’arilik şeklinde anılan bu iki ekol, 12. yüzyıldan itibaren İslam dünyasında Sünniliğin ikame edildiği iki ana sütün olmuş ve Anadolu’da tarikatların da çerçevesini belirlemiştir.
Sünni Barışı’nda kırılmalar
Bu ekoller ‘Ehl-i kıble tekfir edilemez, ameller imandan bir cüz değildir’ ilkeleriyle yüzyıllarca tekfirciliğe geçit vermemiştir. Bu iki ilke, farklılıkların tekfire dönüşmesine ve büyük günah işlese dahi bir Müslümanın dinden çıkarılmasına engel olmuştur. Böylece benim ifademle bir “Pax Sunnica”, yani Sünni Barışı kurulmuştur. Bugün bu Sünni Barışı’nda yaşanan kırılmaların siyasi, sosyal, ekonomik nedenleri olsa da bu çatışmaların siyasal alandan dini-itikadi alana sıçramasını sağlayan en önemli neden, Müslümanların aralarındaki farklılıkları küfr, şirk ve irtidad (İslam’dan çıkma) olarak isimlendirmeleridir. En küçük te’vil (akli yorum ve dinde görüş açıklama) farklılıklarına dahi müsamaha gösteremeyen, siyasi meseleleri dini-itikadi kavramlarla tanımlayan bir dindarlığın bu topraklarda karşılık bulması, tekfirciliğe karşı direncin kırılmasıyla açıklanabilir.
Bu direncin nasıl kırıldığını anlamak için de Sünni Barışı’nı kuran Eş’ari ve Matüridi geleneğin Anadolu’da bir karşılığı olup olmadığına bakmak gerekir. Türkiye’de dini hayatı yönlendiren en güçlü kurum, kuşkusuz Diyanet İşleri Başkanlığı, İlahiyat fakülteleri ve imam hatiplerdir. İkinci olarak da örgün olmayan eğitimde ve halk arasında yaygın olan tarikat ve cemaatler gelir. İlk grupla ilgili olarak yapılan araştırmalar bize bir fikir verebilir. Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı kurumlarda 2015’ten itibaren yaptırdığım bir araştırmada, 200 din görevlisinin Eş’arilik ve Matüridilik bilgisini ölçmeye çalıştık. Mülakatta 30 yıllık bir din görevlisinin Matüridilik hakkındaki soruya verdiği yanıt şuydu: İmam Matüridi hakkında hiçbir şey hatırlamıyorum.
Araştırmaya katılan bir diğer on yıllık din görevlisinin Matüridilik hakkındaki bilgisi “Mezhep imamlarından ikincisidir. Kitaplarından okumuştum ama hiçbir şey hatırlamıyorum” şeklindeydi. “İtikatta bir mezhebiniz var mı?” sorusuna 140 ilahiyat öğrencisinden ancak 30’u evet cevabını verdi. Bu yanıt şu anlama geliyor: Bu öğrencilerin yaklaşık yüzde 80’i yukarıda açıkladığımız Sünni Barışı’nın temel ilkelerini bilmiyor ya da önemsemiyor.
İkinci grupta yer alan gerek dini gruplar gerekse bazı tarikat çevrelerinde yayımlanan “Tevhid”, “Akaid” ve “Ehl-i Sünnet Akadi” metinlerine baktığımızda da, bu metinlerin büyük çoğunluğunun yine Sünni Barışı’nı kuran Eş’ari ve Matüridi gelenekten daha çok İbn Teymiyye, Muhammed b. Abdulvehhab ve radikal Selefi çizgide metinler olduğunu görürüz. Bildiğimiz geleneksel Sünnilikte olmayan, amelî küfr ve amelî şirk ve üçlü tevhid anlayışı ile buna bağlı Hâkimiyet Tevhidi gibi tanımlar bu kitaplarda yer alır. Gerek din eğitimi veren kurumlarda gerekse din eğitimi veren sivil alanlarda etkili olan bu eserlerin Türkiye’de bildiğimiz ve radikalizme karşı çok güvendiğimiz yapıları aşındırdığı söylenebilir. Türkiye’de geleneksel Sünniliğin çok zayıflamış olması, bu tür kitapların çok kolay şekilde yayılması ve ideolojilerinin taban bulmasını sağlayabilir.
Burada asıl mesele, AK Parti iktidarının Ortadoğu’da Müslümanların haklarını savunan söyleminin içeride radikalleşmeyi nereye kadar tutacağında gizlidir. Ayrıca ‘Mezhepçilik yapmayın’ şeklinde sıkça vurgulanan söylemin yanlış bir biçimde radikal Selefiliğe karşı direnci daha da zayıflatma riski de unutulmamalıdır. Suriye’de muhalifleri desteklemesi, Ortadoğu’da mazlum Müslümanların sesi olmasına rağmen IŞİD’in doğrudan AK Parti’yi hedef alan açıklamaları oldukça tedirgin edici gözüküyor. Sosyal medya hesaplarında demokrasi ve oy vermenin küfür olduğuna ilişkin tartışmalar, AK Parti’nin tek başına bu radikalleşmeyi önleyemeyeceğini gösteriyor.
Sonuç olarak Türkiye’de radikal Selefiliğe ve tekfirciliğe karşı güçlü bir merkez inşa edilmedikçe, bu sorun gittikçe artacaktır. Merkezde güvenilen Anadolu Sünniliği güç kaybettikçe, siyasal merkezin güçlü olması bu radikalleşmeyi önlemekte daha da zorlanacaktır.
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024
Burcu Aydın, Dr.
16/11/2024