TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Bugünlerde milletçe moralimiz son derece bozuk. Başkent Ankara’da son 5 ayda 3 büyük terör saldırısı oldu. Canımız çok acıdı. Ama asıl ruhsal olarak çok yıprandık. Diyarbakır’dan gelen ölüm haberleri ve Halep görüntüleri zaten içimizi acıtıyordu. Ülkenin her tarafında iktisadi aktivitenin azalıyor olması da cabası. Bu aralar bütün felaketlerin arka arkaya bizi bulduğunu düşünüyoruz bir nevi. En azından ben etrafımda öyle bir ruh hali görüyorum. Bütün bu olup bitenlerden ise en çok Suriye krizini sorumlu tutuyoruz. Memleketteki coşku eksikliğinin önemli bir nedeni, bu felaketler arka arkaya bizi buluyor sendromu bana sorarsanız. Bugün bu nedenle, size aynı hadiseye farklı bir açıdan bakmanın da mümkün olduğunu anlatmak istiyorum. Böyle bakınca doğrusu ya, olaylar bir başka perspektife oturuyor. İnsanın içi biraz olsun ferahlıyor. Gelin bakın, aynen, Çinlilerin dediği gibi dağa çıktıkça perspektif nasıl değişiyor?
Ben, bugünlerde, Suriye krizinin, Soğuk Savaş’tan beri Türkiye’nin başına gelmiş en iyi şey olduğunu düşünüyorum. Suriye krizi ve bu krizin neden olduğu insani trajedi, Batı açısından Türkiye’nin istikrarını birdenbire vazgeçilmez kıldı. Nasıl Soğuk Savaş döneminde Türkiye’nin istikrarı Batılı müttefiklerimiz açısından vazgeçilmez idiyse şimdi de yine öyle oldu.
Hâlbuki Soğuk Savaş’ın 1980’lerde bitmesi ile birlikte, Türkiye açsından, güvenlik meseleleri söz konusu olduğunda bir nevi, “her koyun kendi bacağından asılır” dönemine girmiştik. Aslında tam da bu nedenle, Türkiye’yi bir petrol ve doğal gaz geçiş ülkesine çevirmeye çalışıyorduk. Neden? Türkiye’nin Soğuk Savaş’la birlikte azalan arsa değerini yükseltmek için. Ama Suriye krizi ikinci aşamasına geçince Türkiye’nin arsa değeri, birden eski düzeyinin üzerine çıktı, bana sorarsanız.
Ne oldu? Geçen yıl, 1 milyon yasa dışı mülteci, ağırlıkla, Türkiye üzerinden Yunanistan tarikiyle Avrupa’ya gitti. Türkiye’nin arsa değeri birden tavan yaptı. Türkiye’nin istikrarı, Avrupa’nın istikrarı için vazgeçilmez önemde bir şart haline geliverdi. Aynı Soğuk Savaş dönemi gibi oldu. Bu durumun Türkiye’yi taşıdığı yeni noktayı tanımlamaya başlayayım isterseniz.
Öncelikle, geldiğimiz noktada, ben artık müttefiklerimiz gözünde Türkiye’de istikrarın korunmasının, Suriye’de istikrarın yeniden tesis edilmesinden daha önemli olduğunu düşünüyorum. Bu öncelik değişimi, Suriye’de istikrarın tesisinde seçilecek yolu da doğrudan etkileme kabiliyetine sahip, bana sorarsanız. Önceliklerdeki değişme, ayrıca mevcut dengeyi ve farklı aktörlere atfedilen önemi de değiştiriyor elbette. Bu çerçevede, çözüm sürecinde bozulan denge de yeniden tesis edilmiş oluyor. Bir nevi, daha önce boyu uzayanın, boyu yeniden normal boyuta inmiş gibi görünüyor. Bu ilk sonuç benim gördüğüm. Kötü mü? Hayır. Türkiye için olumlu.
İkincisi, yine mülteci krizi etrafındaki tartışmalar ve pazarlıklar ile Türkiye, Avrupa Birliği içi tartışmalara bu kez bir taraf olarak yeniden dâhil oluyor. Neden? Geçen yıl Avrupa’ya yasa dışı yollardan giren 1 milyon kişi, Avrupa’nın savaş sonrası kurumlarını çatırdatıyor. Aslında Avrupa Birliği içindeki kadim bir tartışma yeniden hortladı. Haziran ayında İngiltere’de yapılacak referandum tam da bu kadim tartışma ile alakalı: “İngiltere’nin geleceği ile ilgili kararlar İngiliz Parlamentosu’nun bulunduğu Westminister’de mi verilsin yoksa Avrupa Birliği kurumlarının bulunduğu Brüksel’de mi?” Bir başka deyişle, “Avrupa ile ilgili kararlar ulusal başkentler arasında istişare edilerek mi verilsin yoksa Avrupa Birliği kurumları tarafından mı?” Mülteci krizi, işte bu kadim tartışmayı hortlattı. Türkiye, bu tartışma sayesinde Avrupa Birliği içindeki bir tartışmada taraf oldu ve yeni müttefikler ediniyor. Türkiye açısından bakıldığında Avrupa birliği yolunda aktif bir politika izleyebilmek seneler sonra yeniden mümkün oldu. Bu nedir? İyidir.
Şimdi gerek vize kolaylığı gerekse de Türkiye’nin Avrupa yolculuğunu hareketlendirmek için çalışmamız gerekiyor. Ben iddia ederek söylüyorum: Türkiye’nin bu alanda atması gereken adımlar, Türkiye’de iktisadi reform sürecini odaklandırmak için son derece faydalıdır. Dönüşüm programları, yapılması gerekenler açısından bir çarşaf listeyi önümüze koymuştu. Şimdi mülteci krizi ile hem o programları odaklamak hem de reform için gereken coşkuyu temin etmek için bir manivela bulmuş olduk. Bu arada, Türkiye’nin istikrarını yalnızca bizim değil, dünyanın da derdi haline getirecek bir imkâna da kavuştuk. Bu duygu ve düşüncelerle ben, Suriye krizinin, Soğuk Savaş’tan beri Türkiye’nin başına gelmiş en iyi şey olduğu kanaatindeyim.
Bu ne getirir? Türkiye’nin risk primi bu süreçte artmaz azalır diye düşünüyorum ben doğrusu. Gelin takip edelim.
Bu köşe yazısı 17.03.2016 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.