TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Suriye’de iç savaş çıktı. Suriye nüfusunun neredeyse yüzde 15’i Türkiye’ye geldi. Türkiye’nin nüfusu birden yüzde 4 civarında arttı. Türkiye’nin ana dili Arapça olan nüfusu artık yaklaşık 3 milyon daha fazla. Üstelik daha da artacak gibi duruyor. Neden? Suriye’de kamu düzeni yeniden tesis edilmeden, gelenlerin gitmesini beklemek gerçekçi değil. Suriye’de kamu düzeninin yeniden tesisi için en az bir 15-20 yıl beklemek lazım. Nereden mi çıkarıyorum? Alın Lübnan İç Savaşı’nı. 1975’te başladı, 1990’da Suriye duruma el koydu. Kamu düzeni bir biçimde yeniden kuruldu. Arada tam 15 yıl geçti.
Türkiye’nin nüfusu artık 81 milyon civarında. Nüfus kompozisyonu önemli ölçüde değişti. Ama ben Türkiye’nin Suriyeli göçmen akımı ile birlikte gerçekleşen değişimin farkında olmadığını düşünüyorum. Türkiye üzerine yapılan analizlerin de halen bu değişimi yeterince yansıtmadığını kanaatindeyim.
Peki, nedir değişen?
Birincisi, geçen yıl 1 milyon kişi Avrupa kapılarını zorlayınca Türkiye’de istikrar ve kamu düzeninin korunması, yalnızca Türklerin değil Avrupalıların da problemi haline geldi. 1 milyon yasa dışı göçmen, Avrupa Birliği’nin 2. Dünya Savaşı sonrasında atılan temellerini çatırdatmaya yetti. Şimdi Avrupa’da Suriyeli göçmenlerle ilgili tartışmaya bakarsanız tartışmanın her iki tarafının da üzerinde ittifak edebileceği tek konunun Türkiye’nin istikrarı olduğunu herhalde söyleyebiliriz. Suriye’de kamu düzeninin yeniden tesisi önemlidir. Ancak Türkiye’de kamu düzeninin korunması ondan çok daha önemlidir. Bu nedir? Yakın tarihimizde eşine rastlanmamış bu göçmen akını, Türkiye’nin önemini arttırmıştır. Herkesin bunu aklında tutması gerekir. Türk finansal piyasalarındaki şaşırtıcı sessizlikte bu faktörün bir rolü vardır.
Geleyim ikincisine. Geçen yıl 1 milyon kişi Yunanistan ve İtalya’ya yasa dışı yollarla gelince kadim bir mesele, Avrupa’da kimin sözü geçecek meselesi yeniden hortladı. “Avrupa’da kimin sözü geçecek? Brüksel merkezli Avrupa Birliği kurumları ve yasalarının mı yoksa ulusal başkentlerin mi?” tartışması yeniden alevlendi. Bir yanda Merkel-Samsom, öte yanda ise Orban-LePen var. Geçen Cuma günü Ankara’daki TEPAV-ESI konferansının konusu tam da buydu. Avrupa, ya 2. Dünya Savaşı sonrasının kazanımlarını koruyacak ya da bunları kaybedecek. Gelin resme birlikte bakalım.
Mart ayının 7’sinde Brüksel’de Suriyeli göçmenler konusunda bir Avrupa Birliği Zirvesi toplanacak. Zirve, Türkiye ile birlikte yapılacak. Uzun bir süredir Avrupa Birliği’nin aile fotoğraflarında görünmeyen Türkiye, bu zirvenin eşit şartlarda bir katılımcısı olacak. Haziran ayının 23’ünde ise İngiltere’de referandum yapılacak. Britanya’nın, Avrupa Birliği’nden ayrılması manasına, bu referanduma Brexit diyorlar. Ben her iki hadisenin de aynı tartışmanın farklı yansımaları olduğunu düşünüyorum. Bu ne demek? Önümüzdeki yaz, Avrupa’nın geleceğine doğru nasıl yürüyeceğine bir nevi karar verilmiş olacak.
Burada bizim için önemli olan nedir? Şudur: Türkiye, Avrupa Birliği’nin geleceğinin nasıl şekilleneceği konusuna doğrudan katkı yapabilecek ağırlıkta bir ülke konumundadır. Türkiye, Avrupa’da kimden yana tavır alacaktır? Ben bu sorunun cevabını hala bilmiyorum. Halbuki Türkiye’de istikrarı önemli kılan, Türkiye’nin bu konuda ortaya koyacağı tercih olacak. Türkiye, hürriyetçi Avrupa’nın mütemmim cüz’ü olduğu müddetçe artık daha önemlidir. Nokta.
Geleyim, üçüncü değişene. Suriyeli göçmen akımı, ülkemizin kurumsal altyapısı için bir ilktir. Biz daha önce böyle bir şey görmedik. Ama Türkiye, doğrusu ya, Suriyeli mülteciler konusunu, hala, bütün veçheleriyle kavrayabilmiş gibi durmuyor. Burada kavramaktan muradım, hem hadiseyi anlamayı hem de durumu yönetebilmeyi içeriyor. Türkiye’nin Suriyeli akını karşısındaki cevabı, anlık felaketlerin geçici etkileriyle baş etme anlayışına göre çalışan AFAD ile güvenlikçi bir bakış açısına göre örgütlenmeye çalışan Göç İdaresi Başkanlığı arasında boğuluyor. Yaratıcı ve kalıcı çözüm önerileri çıkmıyor.
Bana sorarsanız Türkiye’de bir Göçmen Bakanlığı kurmanın vakti geldi de geçiyor. Ortada iktisadi, sosyal, siyasi ve hukuki çok boyutlu bir hadise var. Ama mevcut idari kapasitemiz, hadiseyi bütün boyutları ile kavramaktan son derece uzak. O zaman ne oluyor? Türkiye, fırsatları değil sadece riskleri görebiliyor. Analiz eksik kalıyor.
Türkiye’nin bir an önce bir Göçmen Bakanlığı kurması gerekiyor diyorum ben. Yoksa bugün fırsat dediklerimin hepsi deve dişi gibi risk olacak.
Bu köşe yazısı 29.02.2016 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.