TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Müjde, yine o günler geldi. Artık canımız sıkılmayacak. Bitpazarına nur yağacak. Siması şöyle azıcık tanıdık gelen ama adını hemen hatırlayamadığımız bir sürü insanı dinleyeceğiz. Sonra dünün siyasetçilerini tek tek hatırladıkça, gençlik günlerimizi mutlu mutlu anacağız. Dinlediklerimiz incir çekirdeğini doldurmayacak. Ama her gün de ciddi ciddi etrafa bakılmaz ki? Bakın çok eğleneceksiniz. Biz eskiden çok eğlenirdik. Buyurun, akıldışının bayram haftasına. Tek problem, bu kutlama haftasının ne zaman sona ereceğini pek bilemiyor olmamız, efendim. Bakın bizi neler bekliyor?
Gerçek hayatta işler öyle istediğiniz anda başlayıp bitivermiyor. Bazen bir işin tamamlanması için gereken zaman geçmek bilmiyor. Türkiye, 2002 seçimleri ile birlikte uzun süren bir siyasi istikrar dönemine girmişti. Siyasi istikrarın kaynağında elbette 2002 seçimleri ile birlikte ortaya çıkan milletvekili dağılımı bulunuyordu. Ama ondan ibaret değildi. O milletvekili dağılımına, hem moral üstünlük hem de rakamların ötesinde siyasi meşruiyet veren, bir deprem ve bir iktisadi krizin pekiştirdiği "Artık hiçbir şey eskisi gibi olmasın" havasıydı.
Siyasi iktidar, Avrupa Birliği hedefi etrafında kenetlenen geniş bir değişim koalisyonunun desteğine sahipti. Şimdi öyle anlaşılıyor ki, o koalisyon artık dağıldı. 2002 Meclisi'nin moral üstünlüğü sona erdi. O siyasi istikrar dönemi en sonunda bitti. Geçen yılın ortasında siyasi istikrar döneminin sonunun başlangıcındaydık. Sayın Başbakanımızın, yasal düzenlemelerimize göre herhalde partisinin değil ama kendisinin cumhurbaşkanı adayını açıkladığı AKP grup toplantısı ile birlikte, 2002 seçimlerinin getirdiği siyasi istikrar döneminin sonuna ulaştık. İstikrarın yeniden tesis edilebilmesi için gereken nedir? Yeni bir toplumsal uzlaşma çerçevesi ile yeni bir ekonomik program. Peki, bu yılki seçimlerden sonra, yeni toplumsal uzlaşma çerçevesi ile yeni ekonomik programın tasarlanması mümkün müdür? Bize bugünden bakıldığında son derece zor geliyor. Ama Allah'tan umut kesilmez.
Tayyip Bey zaten en başında "Bir sürpriz yapabilirim" demişti. Ama öyle anlaşılıyor ki, tam bir sürpriz yapamadı. Ortada bir sürpriz olsaydı, hava böyle olmazdı. Biz böyle etrafa "Yahu, ne oluyor bu memlekete?" diyerek şaşkın şaşkın bakmazdık. Öyle anlaşılıyor ki, AKP içi dengeler Sayın Başbakan'ın sürpriz yapmasını engelledi. Halbuki önemli bir çıkış yapmıştı. "Hiçbir fani eline geçen bu fırsatı kaçırmaz" denilen bir fırsatı elinin tersiyle iterek bir moral üstünlük sağlayabilirdi. Ama öyle olmadı. Ortadaki "büyük fedakârlık"tan bir toplumsal uzlaşma zemini çıkaramadı Sayın Başbakan. Yazık oldu. "Tayyip Bey, isterse faiz oranlarını indirebilir" demiştik. Kısa vadede bu fırsat artık kaçtı. Siyaset, ekonominin önüne geçti. Öyle anlaşılıyor ki, bir süre daha böyle olacak.
Türkiye ekonomisinin küresel ekonomiye intibakı sürecinin yönetilmesi bugün dünden daha önemliyken, biz bir süre daha siyasi tartışmalarla zaman geçirmek durumunda kalacağız. Siyasi liderlerimiz ellerine geçen fırsatı uzlaşma için değil, çatışma için kullanmayı tercih ettiler. Rüzgâr ekenin, fırtına biçeceğini yok yere bir kez daha öğreneceğimiz bir geçiş dönemine hazır mısınız?
Şimdi ne olacak? Arka planda, Sayın Teziç'e yönelik yarım kalan saldırı girişimi gibi bir dizi kışkırtıcı eylem olacak. Olmazsa olmaz. Bu arada, önce hepimiz, bir süre için anayasa hukukçusu olacağız. Dün mütebessim bir ifadeyle dinlediğimiz, "Cumhurbaşkanlığı seçimleri sırasında, oylamada 367 oy kullanılması gerekir" yorumlarının ne kadar doğru olduğunu göreceğiz. Bazı hukukçular öyle, bazıları da böyle diyecekler, sonunda Anayasa Mahkemesi kararını verecek. Bu iş bittiğinde, "Madem 367 diye bir husus vardı. Neden uzlaşmayı en baştan tercih etmediniz?" demek zorunda kalacağız. Ağzımızda bir garip tat olacak.
Sonra ya Anayasa Mahkemesi kararı nedeniyle ya da Meclis öyle karar vereceği için seçim süreci başlayacak. Ama merak etmeyin, seçimler sırasında, öyle "Bizim çocuk yüksek lisansı bitirdi, doktoraya başladı, neden hâlâ iş bulamıyor?" gibi tartışmalar olmayacak. Seçim tartışması, incir çekirdeklerine doldur doldur bitmeyecek bir zenginlikte olacak. Bir taraf diyecek ki, bize, "Ey seçmen, hem Cumhurbaşkanlığı'nı hem Meclis Başkanlığı'nı hem de Başbakanlık'ı aldılar. 2002 seçimlerinin bozduğunu düzeltmek senin en büyük vazifendir." Diğer taraf ise "2002 Meclis'ini oluşturan irade senin iraden değil mi, ey seçmen? Vazifen, senin iradenin üzerinde bir başka irade olmadığını kanıtlamaktır." Biz seçmenler böylece "Hak yok, vazife vardır" diyen siyaset erbabı karşısında, bereketsiz büyümeden yakınamayacağız bile, işsizlikten söz edemeyeceğiz, "Yahu, bizim ciro artıyor ama ben para kazanamıyorum" demeye fırsat olmayacak. Siyasetçilere soru soramayacağız. Herkes bize o kadar ulvi hedeflerden söz edecek ki, kimse "Ama benim karnım aç" diyemeyecek.
Bu siyasetçiler, bu işi galiba iyi biliyorlar.
Bu köşe yazısı 27.04.2007 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.