TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Hiç neyi, neden almak istediği konusunda kararını vermemiş bir çocukla oyuncakçı dükkanına girdiniz mi? Hiç onunla raftan rafa koşup, her bir rafta birden karşısına çıkan herhangi bir oyuncağa bakıp, tam da o oyuncağa neden şiddetle ihtiyacı olduğunu anlatmasını dinlediniz mi? Sonunda kasanın önünde 3-5 adet “şiddetle ihtiyaç duyulan” oyuncağı kucaklamış bir çocuğa, hiç bütçe kısıtı nasıl bir şeydir anlatmaya çalıştınız mı? Çok zor ve yorucu oluyor. Öncelikle onu söyleyeyim.
Ben Türkiye’nin bugünlerdeki milli teknoloji arayışını, kararsız bir çocukla oyuncakçı dükkanına girmeye benzetiyorum. Neden? Bizim Sarp’la eskiden her oyuncakçıya gidişimizde aynen böyle oluyordu da ondan. Biliyorum yani. Ne oluyor? Türkiye, milli uçak yapmak istiyor. Türkiye, milli otomobile de şiddetle ihtiyaç duyduğunu düşünüyor. Yetmiyor, Türkiye’nin, mutlaka milli aşı da yapması gerekiyor. Türkiye, bunların hepsini ve daha bir çoklarını hemen şimdi ve aynı anda yapmak istiyor. Bütün bunların hepsinin sanki bir oda, bir masa ile olabileceği gibi saf bir inanış da var ortalıkta. Kocaman kocaman üniversitelerimizde, bir oda bir masa ile aşı üretim merkezi tabelalı yerler pıtrak gibi artıyor. Türkiye, bunu neden yapıyor? Burada yanlış olan nedir?
Önce bu aralar sıklıkla duyduğum “milli teknoloji üretmek” ifadesinden başlayayım. Şimdi eğer amacınız daha önce hiç olmayan bir yeni teknoloji geliştirmekse üzgünüm ama onu, bu fındık fıstık parası düzeyindeki Ar-Ge bütçesi ile yapamazsınız. Türkiye’nin Ar-Ge’ye ayırdığı kaynak, 2015 yılında ilk kez milli gelirin yüzde 1’i düzeyine erişti. Üstelik özel sektörün Ar-Ge harcamaları da artık toplamın yüzde 50’sine yaklaştı. Ne eder? Toplam olarak 8 milyar dolar filan eder. TEPAV’dan Selin Arslanhan’ın yeni tartışma notu dünyada en çok Ar-Ge harcaması yapan ilk 20 şirketin yıllık Ar-Ge harcamalarını listeliyor. Buna göre, Türkiye, 8 milyar dolarlık bütçe ile ancak listenin dokuzuncusu Google kadar yıllık Ar-Ge bütçesi ayırmış oluyor. Ülkeler bazında bakmak isterseniz, yine aynı çalışmada onu gösteren bir tablo da var. Türkiye nal topluyor. Çin, mesela 2014 yılında bu işe neredeyse 300 milyar dolar kaynak ayırıyor. Türkiye 8 milyar dolar. Nedir? Birincisi, bu kadar kaynakla o istediğiniz olmaz. O kadar oyuncak alınmaz.
Geleyim yine bu kadar malumatla vurgulanabilecek ikinci bir noktaya. Listede adı geçen şirketlerin her biri, birbirini besleyen alanlarla uğraşıyor. Ne demek? 2014 yılı Ar-Ge harcamalarında ilk üçte yer alan Volkswagen, Samsung ve Intel’in toplam bütçesi yaklaşık 40 milyar dolar ediyor. Volkswagen, elindeki kaynağı bir tek otomotiv alanında teknoloji geliştirmek için harcıyor. Samsung, tüketici elektroniği konusunda çalışıyor. Intel, bilgi ve iletişim teknolojileri alanında çalışıyor. Her biri alanında teknoloji lideri olan bu şirketler, Ar-Ge için Türkiye’nin toplam Ar-Ge harcamalarından fazla bir tutarla tek bir alana yoğunlaşıyorlar. O bütçe ile hem otomotiv hem de ilaç geliştiren yok. Türkiye, oyuncakçı dükkanına girmiş kararsız çocuk gibi, o raftan bu rafa koşuyor. Her şeye elini şöyle bir dokundurmaya çalışıyor. Nedir? Bu kadar para ile o dükkanda gördüğünüz her şeyi alamazsınız. Mutat oyuncakçı ziyaretlerinde, kasanın önünde ufaklıklara nasıl bütçe kısıtının ne menem bir şey olduğunu anlatmak gerekiyorsa Türkiye’ye de aynı şeyi anlatmak gerekiyor.
Peki, ne yapmak gerekir? Önce bu çağda “milli” teknoloji diye bir şey olmadığını kabullenmek gerekir. Türkiye’nin aradığı teknoloji transferidir. Türkiye, yaklaşık bir 100 yıldır teknoloji transferini bir türlü becerememiş bir ülkedir. Bizim mühendislerimizin acı kaderi, yaklaşık bir 100 yıldır hiç değişmemiştir. Hep başkalarının tasarladıklarını, neden öyle tasarlandığına hiç bakmaksızın, üretmek üzere, yine başkalarınca belirlenmiş bir üretim protokolünü uygulamaya aktarmışlardır. Şimdi bunu değiştirmenin tam zamanıdır. Yeni teknoloji platformları buna uygundur. Bakın Çin deneyimine: Çin’de 1992’den 2012’ye yüksek teknolojili ihracatın toplam ihracat içindeki payının yüzde 5’lerden yüzde 25’lere çıkmasını sağlayan, yabancı yatırımlar ve teknoloji transferidir. Tekerleği yeniden keşfetmenin lüzumu yoktur. Ülke ekonomisine yayılan teknoloji millidir. Diğeri, bir yeni oyuncak almak gibidir. Ondan öte manası yoktur.
Yukarıdaki son ifade, hangi teknolojinin transfer edilmesi gereği konusunda da yol göstericidir. Türkiye gibi bir ülkenin, her şeyi aynı anda yapması, desteklemesi mümkün değildir. Ar-Ge bütçesi bellidir. Ekonomide imkanlar seti ortadadır. Mühendis sayımız bellidir. Ekonomide diğer sektörlere yayılma kapasitesi en fazla olan, en doğurgan olan teknolojiler tercih edilmelidir. Ne yapılmamalıdır için en iyi örnek Türkiye’nin savunma sanayiindeki kamu-vakıf şirketleri deneyimidir. ASELSAN benzeri başarısız deneyleri tekrar etmenin manası yoktur. Kısır teknoloji transferi optimal değildir. Kaynak israfıdır. Bir daha tekrarlayayım: Yayılmayan teknoloji millileşemez.
Türkiye’nin teknoloji transferi konusunda tavrını değiştirmesi gerekir. Oyuncakçı dükkanına girmiş kararsız çocuk gibi raftan rafa saldırarak teknoloji transfer edilmez. Ona parayı çar çur etmek denir. Hesap yapamayan, teknoloji transfer edemez. Getirilen teknolojinin tüm sektörlerde neden olacağı verimlilik artışını hesaplayıp üzerine düşünemeyen, yalnızca elindeki kaynağı israf eder. İsraf haramdır.
İçinde bulunduğumuz hal kader değildir. Beceriksizliktir. Türkiye, hala, inovasyonun teknoloji transferi olduğunu kavrayamamıştır.
Bu köşe yazısı 05.01.2016 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayımlandı.