TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Ben her sabah ilkokula yürüyerek giderdim. Şimdi çocuklar ilkokula yürüyerek gidemiyorlar. Eskiden ilkokul, daha çok mahalledeydi sanki. Artık değil. Çocuklar bu nedenle günlerinin birkaç saatini okula gitmek için bindikleri servis araçlarında geçiriyorlar. Zira kaliteli eğitim arayışı, gözlerimizi eskisinden daha çok mahallenin dışındaki okullara doğru dikmemize neden oluyor. Geçen gün Radikal’de, Evrim Sümer’in “Bir annenin servis yakarışı” başlıklı yazısını okuduğumda epeydir aklımda olan bu konuyu artık atlamayayım dedim. Bizim Ela’yı henüz 6 yaşında iken, üstelik bizim oralara boyunu aşan kar düşmüşken, “ben şimdi oralara giremem” deyip ta yolun başında bıraktıklarından beri aklımda kaldı bu konu çünkü. Evrim Sümer de hepimizin derdini anlatmış. Yazıyı okumanızı öneririm. Ben bunun eziyet olarak nitelendirilip daha ciddi incelenmesi gerektiğini düşünüyorum. Katlandıklarınız size normal gelebilir ama normal değildir. Çocuklarının geleceğini düşünenler bu eziyetin pek de normal olmadığını söylüyorlar. Gelin biraz anlatayım.
Önce biraz kişisel tarihle başlayayım, müsaadenizle. Benim annem ilkokula yürüyerek gidermiş. Bursa’da Şeyh Kunevi Mahallesi’nde, Hamam Sokak’ın Pınarbaşı Caddesi’ne bağlandığı yerdeymiş dört sınıflı Mecidiye İlkokulu. Annem, Hamam Sokak’taki o evde doğmuş, o mahallede büyümüş. Okula da o mahallede gitmiş. Ben de hamamın hemen yanındaki aynı evde doğdum. Ben doğduğumda, küçük bahçemizdeki yalaklı çeşmeye Uludağ’dan gelen su, daha şebekeye bağlanmamıştı galiba, gürül gürül akardı.
Mahalleyi hala hatırlarım. Bakkalın yerini, mahalle camisine nasıl gidildiğini, kimin hangi evde oturduğunu da hayal meyal hatırlıyorum. Sonra biz dedemlerden ayrılıp Altıparmak’a taşındık. Ben ilkokula orada başladım. Her sabah kendi ilkokuluma yürüyerek giderdim. Bazen tek başıma, bazen kardeşimle yürürdük. Bazen de yolda arkadaşların evlerine uğrar, onları da alıp yola devam ederdik. Annem 1940’larda ilkokula gitmek için oturduğu sokağın caddeye bağlandığı yere kadar beş dakika yürürmüş. Ben 1970’lerde arada bir caddeyi aşıp 15-20 dakika yürüyerek giderdim Merinos İlkokulu’na. Sonuçta 1940’lardan 1970’lere sabit kalan tek şey şuydu: Ben de annem gibi mahalledeki devlet ilkokulunda okudum. 1970’lerde, Bursa’da birden fazla özel okul alternatifi vardı elbette. Ama devlet okulları hiç de kötü değildi.
Sonra bir şey oldu. Mahalle öldü, kentler çocuk değil AVM dostu oldu. Çocuklar okula servisle gider gelir oldu. Bir de sanki çocukları ufuk çizgisinin ötesindeki daha kaliteli okullarda toplama gereği ortaya çıktı. Peki, bütün bunlar neden oldu?
Önce aklıma gelen üç neden sıralayayım. Birincisi, ben doğduğumda milletin ancak yüzde 30’u kentlerdeydi, şimdi yüzde 75’i kentlerde. Şehirler hızla büyüdü. İkincisi, memlekette çocuk dostu bir şehircilik ve belediyecilik anlayışı hiç olmadı. Şehirler AVM dostu bir anlayışla, içinden 90 kilometre hızla aşılan caddeler geçirilerek büyüdü. İçinden arabaların hızla geçtiği her şehir, çocuklar için duvarlarla doludur. Kent duvarlarla örülünce, çocuklar tek başlarına sokağa çıkamaz oldular doğal olarak. İlkokula yürüyerek gitmek hoş bir hayal oldu. Üçüncüsü ise; velilerin daha kaliteli okul arayışı, çocukların mahalledeki okul yerine bir başka yere kaydedilmesine yol açtı. Dolayısıyla da çocukların her gün birkaç saatini arabada, serviste geçirmeleri kaçınılmaz oldu.
Peki, velilerin gözü neden ufuk ötesindeki okullarda? Milli eğitim sistemimiz her mahalleye benzer bir kalitede eğitim sağlamayı beceremediğinden biz de çocukları ufuk ötesindeki daha kaliteli okullara göndermek için elimizden geleni yapıyoruz. Ne oluyor? Servis zaruri oluyor. Ne zamandan beri? Milli Eğitim Bakanlığı’nın “Okul Servis Araçları Yönetmeliği” ilk kez 2007 yılında Resmi Gazete’de yayımlanmış. Hadise 21’inci yüzyılda daha bir zaruri olmuş olmalı. Hani şu 10 küsur yılda 5 milli eğitim bakanı eskittiğimiz 21’inci yüzyılda.
Birinci ve ikinci noktalara dönecek olursak, başka ülkeler için yapılan çalışmalar, artan trafik ve çocukların yolda başlarına gelebilecek olası felaketlerin, velileri çocukları okula arabayla bırakmaya ittiğini gösteriyor. Türkiye’de öğrencilerin okullara ulaşımına ilişkin bir çalışma göremedim. Sanırım kimse daha o konuyla ilgilenmiyor. Ya da şöyle diyeyim: Milli eğitim sistemimizdeki problem bolluğundan kimse daha bu konuya gelebilmiş gibi durmuyor. Halbuki önemli.
Neden önemli? Almanya’da öğrenci azlığından kapanan bazı köy okulları nedeniyle, öğrencileri uzak mesafeye taşımak gerekmiş. Özel bir çalışma yapmışlar. Sonuçta, her gün okuluna gitmek için saatlerce araba içinde seyahat eden öğrencilerin seyahat yapmayanlara oranla hem notları belirgin olarak daha düşük çıkmış hem de sağlıkları zarar görmüş. Okula uzaktan gelen çocuklar az uyuyup, erken kalkıp, dikkatleri dağılmış bir biçimde okula geliyor diyordu çalışmaya ilişkin haber. Yine aynı haberde, benzer bir çalışmanın devlet tarafından yapılıp bu konuda tedbir alınmasının faydalarından bahsediliyordu. Almanya için elbette.
Ne diyeyim? Darısı başımıza. Bu yılın Öğretmenler Günü dileği okul servisleriyle ilgili olsun lütfen. Bu vesileyle, annemden başlayarak bütün öğretmenlerin Öğretmenler Günü’nü de kutlamış olayım.
Bu köşe yazısı 24.11.2015 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayımlandı.
Fatih Özatay, Dr.
27/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
26/11/2024
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024