TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Arap Baharı, Suriye’ye 2011 yılında geldi. Baharla birlikte gelen çatışma ortamı, Türkiye’de, o vakitler beklendiği gibi 5 haftada bitmedi. Suriye iç savaşı, artık beşinci yılını doldurdu. Doğrusu ya, hala da bitecek gibi durmuyor. Rusya’nın devreye girmesi ile artık yeni bir denge yerine oturmaya başladı. 2011 yılından beri Suriye nüfusunun beşte birinden fazlası ülkeyi terketmek zorunda kaldı. Bu rakamın yaklaşık 2 milyonu Türkiye’ye geldi. Suriye nüfusunun yüzde 10’unu aşıyor bu rakam, not edeyim, aklınızda kalsın. Suriye eski haline gelmeden de dönmek istemiyorlar. Suriye’nin eski haline gelmesi için daha en az 20 yıla ihtiyaç olduğunu düşünürsek, meseleyi ciddi bir biçimde düşünmek gerekiyor. Hazır Almanya Başbakanı Angela Merkel’in ziyareti vesilesiyle konu yeniden açılmışken, bugün bir değerlendirme yapayım müsaadenizle.
Merkel neden Türkiye’ye geldi? Gayet basit bir nedenle. Avrupa Birliği ülkelerine yasadışı yollardan giden göçmenlerin yaklaşık yüzde 90’ı Türkiye’den geçiyor. Geçtim Yunanistan’ı, İtalya’ya doğru yola çıkan kırık dökük gemilerin bir bölümü bile Türkiye’den demir alıyor. Konu insan kaçakçılığı olunca, Avrupa açısından, Türkiye son derece önemli bir transit ülkesi konumunda bulunuyor. İşte Merkel bundan geliyor. Ama buzdağının bir de görünmeyen bölümü var. Türkiye’deki Suriyeli göçmenler meselesinin yalnızca küçük bir bölümü Avrupalı partnerlerimizi ilgilendiriyor. Avrupa’ya doğru yola devam etmeye çalışanlar, rivayete göre, Suriyeli göçmenlerin daha iyi eğitimli bir bölümü, Suriye’nin doktorları ve mühendisleri. Kalanı burada kalıyor. Rivayete göre diyorum çünkü ortada kapsamlı bir beceri araştırması filan yok doğrusu. Bu neden problem? Sonuna kadar okursanız anlarsınız.
Türkiye’de Suriye iç savaşı meselesini ciddi biçimde ele almadığımızın en önemli delili nedir? Bence Suriyeli mültecilerin Türkiye’ye etkileri konusunda ciddi araştırmaların Dünya Bankası tarafından yapılıyor olmasıdır. Dünya Bankası bu yılın Ağustos ayında, “Suriyeli göçmenlerin Türk iş gücü piyasasına etkileri” başlıklı bir araştırma raporu yayımladı. Policy Research Working Paper 7402 olarak yayımlanan çalışma,. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK)’nun İşgücü Piyasası Araştırması’nın verilerini kullanan bir etki değerlendirmesi. O dediğim beceri haritası ve Suriyelilerin eğitim durumu ile ilgili bir çalışma daha yok. Dört yıla yaklaşıyoruz, ülkemize gelen Suriyeliler hakkında bu veri elimizde hala yok. Dün dünya başkaydı, “borç alan emir alırdı”, şimdi “bilmeyen, bilmeyi beceremeyen emir alır” çağındayız. Ama farkında değiliz. 20’inci yüzyıldan kalma liderlikle 21’inci yüzyıl olmuyor işte.
Peki, buzdağının o Avrupalıları ilgilendirmeyen kocaman bölümünde neler var? Ben oraya bakınca şunu görüyorum: Suriye iç savaşı artık Türkiye’yi doğrudan etkiliyor. Öyle dolaylı, bölgesel bir etki filan söz konusu değil, Dünya Bankası’nın araştırmasına göre. Suriye’deki gelişmeler Türkiye’yi üç kanaldan etkiliyor bana sorarsanız. Bunların ilki, gelen göçmenler nedeniyle Türk işgücü piyasasının yapısı değişiyor. Suriyeli göçmenler, Türk kadınlarını iş gücü piyasasının dışına atıyor. İş gücü piyasasının yapısındaki değişim, kayıtlı ücretleri yükseltiyor. Bu üzerinde durulması gereken ilk etki. İkincisi, Türkiye’de yeni kurulan şirketlerin dörtte birini Suriyeli girişimciler kuruyorlar. Orada da bir değişiklik oluyor. Üçüncüsü, Suriye iç savaşı ile serpilen bir yabancı örgüt, IŞİD, bir taraftan Türkiye içindeki örgütlenmesi ile ciddi bir milli güvenlik tehdidi haline gelirken, öte taraftan, IŞİD’le mücadele PYD aracılığıyla PKK için ciddi bir uluslararası meşruiyet kaynağı haline geliyor. Ben bu üç etki konusunda da daha ciddi çalışmalar yapılması gerektiğini düşünüyorum.
Bugün müsaadenizle Dünya Bankası çalışmasını okurken aklıma takılan üç hususa dikkatinizi çekeyim. Birincisi, Suriyeli mültecilerin neredeyse yüzde 40’ı Halep, Rakka ve İdlib’ten Türkiye’ye gelmişler. IŞİD’e yönelik karşı saldırı hızlanırsa, yine aynı bölgelerden yeni bir mülteci akınını beklemek gerekiyor. Suriye haritasına baktığınızda, aslında Suriye’nin her tarafından mülteci geldiğini görüyorsunuz. Ama en çok eski Halep vilayetinin ahalisi buraya doğru geliyor sanki. Gelenlerin yaklaşık yüzde 15’i kamplarda, üçte biri ise Gaziantep (yüzde 12), Hatay (yüzde 9), Mardin (yüzde 7) ve Şanlıurfa (yüzde 5) gibi bölge illerinde kalıyorlar. Bu ne demek? 1 milyondan fazlası bölgenin dışında demek. İyi ya da kötü değil. Böyle. Bu ilk nokta.
Hayatlarını kurtarmak için Suriye’den kaçanlar Türkiye’nin her tarafına dağıldıkça ne oluyor? İş bulup çalışmaları gerekiyor. İş bulup çalışmak için öncelikle çalışma izinleri olması gerekiyor. Aralık 2014 itibariyle çalışma izni verme koşulları kolaylaştırıldığı halde, o iş o kadar kolay değil. Ben ortada bir yaklaşım sorunu olduğunu düşünüyorum. Devletimiz mesela Suriyeli çocuklara okuma imkanı sağlıyor. Ama nasıl sağlıyor? Suriyeli öğretmenler aracılığıyla, Suriye müfredatına göre hazırlanmış kitaplarla, sanki bu çocuklar yarın Suriye’ye kolaylıkla geri dönecekmiş gibi bir eğitim sağlıyor. Halbuki onlar burada büyüyecek ve büyük bir olasılıkla burada evlenecekler. Ben bu miyopik yaklaşımın Suriyeli mülteciler meselesinde idarenin temel yanlışı olduğunu düşünüyorum. Suriyeli mültecilere geçici değil, kalıcı gözüyle bakmamız gerekiyor. Bu çerçevede, ülkeye dağılan Suriyeli mülteciler, kayıt dışı işlerde çalışan Türk işçilerinin ve özellikle kadınların yerini alıyorlar. Onları bire bir ikame ediyorlar. Dünya Bankası araştırması böyle söylüyor. İşgücü anketlerine göre, 2014 yılı itibariyle, kadınların ve kayıt dışı çalışan işçilerin ücretleri göreli olarak azalıyor.
Bu arada, üçüncü olarak ise, kayıtlı işgücü piyasasında daha fazla nitelikli eleman gerektiren yeni istihdam artıyor. Ne oluyor? İşgücü piyasamızın yapısı bir nevi değişiyor. Kayıt dışını Suriyeli göçmenler alırken, artan göçmen istihdamı, daha yüksek ücretli, nitelikli istihdamı da artırıyor. Bu çerçevede, göçmenler ortalama işçi ücretini bütün Türkiye için yükseltiyorlar. Çalışma, ortalama ücretteki artışın yüzde 60’ının artan Suriyeli göçmenlerden kaynakladığını gösteriyor. İktisat literatürü, göçmen akımlarının düşük becerili yerli istihdamın yerini aldığını ve yerli istihdamın toplam niteliğini artırdığını gösteriyormuş bu arada. Çalışmaya göre burada da öyle oluyor. İlk etki daha önce de vurgulanmıştı ama Türkiye verileri ile ikinci etkiyi ben ilk kez bu çalışmada okudum.
Buna göre, gelen göçmenler daha çok kol gücü ile beden işçiliği ile yapılacak işlere odaklanıyorsa, becerileri buna yetiyorsa ya da yasal olarak yalnızca bunu yapabiliyorlarsa, o vakit, yerliler daha çok dil becerileri ve iletişim gerektiren işlerde yoğunlaşabiliyorlarmış. Ne demek? Yerliler, düşük eğitimli göçmen akımı nedeniyle, daha az tarla-atölye, daha çok büro işi yapmaya başlayabiliyorlarmış. O vakit iş gücü piyasası etkisi daha bir asimetrik oluyor. Aslında ortalama kayıtlı ücret azalmıyor. Ama beceri açısından en alttakiler olumsuz etkileniyor. O nedenle, Suriyeli göçmenler kadınların çalışmasını olumsuz etkiliyor demek mümkün. Çalışma böyle diyor. Acaba bu nedenle mi, en son Amerikan Pew araştırmasına göre, Türklerin yüzde 67’si, bize bu kadar Suriyeli yeter diyor? Bilmem.
Peki, gelen Suriyeli göçmenlerin ne tür becerileri var? Türkiye bundan faydalanabilir mi? Dedim ya, bilemiyoruz. Veri yok daha. Türkiye Sovyetler Birliği’nin yıkılmasını becerili iş gücü kazanmak için kullanamamıştı. Suriye’nin yıkılmasını da kullanamıyor. Merkel burada. Ne olacak? Onlar eğitimlileri alacaklar, ki biz zaten nerede olduklarını bile bilmiyoruz. Bize eğitimsizleri kalacak. Onları biz alacağız. Halbuki bir eğitim reformunun sonuç vermesi en az 6 yıl gerektiriyor. Biz önce tam 12 yılı boşa harcadık bu alanda. Şimdi Irak ve Suriye’den hangi ihtiyaçlarımızı karşılayacağımızı tartışabilirdik. Bilmeyen, bilmeyi beceremeyen emir alır dediğim bu işte.
Ama iki problem var. Ortada bir büyüme stratejisi olmadığı için neye ihtiyacımız olduğunu bilmiyoruz. Bu birincisi. Buradaki Suriyelilerin beceri setini geçen yıllara rağmen hala bilmiyoruz. Bu da ikincisi. Bir nevi çifte riziko durumu yani. Ben boşuna idaremiz mahcurdur demiyorum.
Kalan 2 meseleyi de unutmadım. Anlatırım.
Bu köşe yazısı 19.10.2015 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.
Fatih Özatay, Dr.
27/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
26/11/2024
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024