Arşiv

  • Haziran 2024 (14)
  • Mayıs 2024 (16)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)

    Çin, iki yıla robot sayısında Amerika’yı yakalayacak

    Güven Sak, Dr.28 Eylül 2015 - Okunma Sayısı: 2367

    Evvelki gün, Antalya havaalanında beklerken Shanghai Daily’de Kelvin Chan’ın Çin ve robotlarla ilgili haberini okudum. Başlık, “Otomasyon Çin’deki fabrikaları dönüştürüyor”du. Çin, bir süredir, köyden kente göç azaldığından beri pek dertli. İşçilik maliyetleri artacak, ne olacak bu Çin’in büyüme süreci diye düşünüyorlar. Orada nüfusun yüzde 60’tan azı şehirlerde oturuyor. Adamlar yeni bir büyüme stratejisi lazım diye sabah akşam kafa yoruyorlar. Bizim buralarda kentleşme oranı yüzde 70’i geçeli çok oldu ama bunu dert edinen kimse yok. Kimse Türkiye’ye nasıl bir yeni büyüme stratejisi lazım diye düşünmüyor. Shanghai Daily’deki analizi okuyunca World Robotics 2014 raporuna da baktım ve birkaç sonuca vardım. Gelin bugün bunların üzerinden bir geçeyim. Bakın Türkiye için bir büyüme stratejisi deyince aklımıza neler gelmeli ve Sanayi 4.0 neden tek başına yeterli değil?

    Aşağıda imalat sanayiinde robot yoğunluğunun en yüksek olduğu ülkeleri gösteren bir grafik var. Robot yoğunluğu, her 10 bin kişilik imalat sanayii istihdamı başına ekonomide kaç robot istihdamı olduğunu gösteriyor. Robot yoğunluğunda dünya ortalaması her 10 bin kişilik istihdama 62 robot. Bu oranı kat kat aşan ülkeler, Güney Kore, Japonya, Almanya ve Amerika. Çin, şimdilik dünya ortalamasının yarısında, 30’larda dolanıyor robot yoğunluğu açısından. Ama iki yıla Amerika’yı yakalaması bekleniyor. 2013 yılında Çin, 36 binden fazla sanayi robotu sipariş etmiş. Peki, Türkiye? Biz listenin en sonlarındayız. Robot yoğunluğu 10 civarında. Bu rakamlar, 2013 yılı rakamları elbette ama aynı yıl Türkiye’den sanayi robotu siparişi yalnızca 1,000 civarında. Birileri yeni çağa hazırlanıyor olabilir ama o birilerine biz dahil değiliz. Biz bir çukurun içinde 19’uncu yüzyıldan kalma hadiseleri vesile ederek birbirimizi gagalamaya çalışıyoruz. Doğrusu ya, çok meşgulüz.

    Şimdi bir kaç sonuç çıkartayım müsaadenizle. Birincisi, Kore, Japonya ve Almanya, şehirleşme oranının yüzde 75-80’lerde olduğu ülkeler. Oralarda köyden kente göç çoktan bitmiş. Kırdan kente gelenin kendiliğinden verimlilik artışı yaratması dönemi kapanmış. Her sektörün kendi verimliliğini artırarak büyüyebiliyorlar. O vakit, teknoloji önem taşıyor. Ama aynı zamanda bu ülkeler otomotiv ve elektronik endüstrilerinin en gelişkin olduğu ülkeler. Üretim sürecinde robot kullanılan en önemli sanayiler de bunlar. Neden? En son Çin’den gelen rekabetten herhalde. Kentleşme nedeniyle artan işçilik maliyetleri sorun yarattıkça daha fazla robot kullanmaya başlamışlar. Şimdi Çin, üretimini hızla dijitalleştirmeye başlamış durumda. Shanghai Daily’deki yazının özeti buydu.

    Geleyim ikincisine. Hadisenin bir sektörel boyutu olduğunu kabul bile etsek, yine de imalat sanayiinde robot kullanımının Türkiye’de çok düşük düzeyde olduğunu görmek gerekiyor. Ne demek bu? Yeni çağ, imalat, inşaat ve hizmetlerde dijitalleşme çağı. Nedir? Bütün iş süreçlerinde bilgi işlem teknolojisinin daha yoğun kullanılacağı bir çağın başındayız. Öyle ki giderek bütün makinelerin birbirleriyle doğrudan iletişim içinde olacağı bir yeni dönem açılacak. İnternet ve bilgi işlem teknolojisi sayesinde birkaç sektörde değil, bütün sektörlerde verimliliğin artacağı bir yeni dönem olacak bu. Türkiye gibi bir ülkenin bu süreçte gerilerde kalmaması gerekiyor.

    Peki, imalatın ve inşaatın dijitalleştirilmesi yeni büyüme stratejisi için yeter mi? Almanya’nın Sanayi 4.0 programı gibi bir program, tek başına Türkiye için yeterli mi? Hayır. Nasıl Çin’in “made in China 2025” programı Sanayi 4.0’dan fazlası ise, Türkiye için gereken de öyle. Türkiye’nin bilgi işlem teknolojisi yanında, bütün sektörlerde verimlilik artışını tetikleyecek iki yeni teknoloji platformu ile daha yakından ilgilenmesi gerekiyor. Bunlar biyoteknoloji ve nanoteknoloji. Dün laboratuvarlarda yapılan işler bugün artan bir biçimde fabrikalarda yapılıyor. Türkiye’nin buradaki potansiyeli kaçırmaması için bir an önce inovasyonu konuşmaktan, inovasyon yapmaya geçmesi gerekiyor.

    Ne oluyor? imalat sanayiinde kimyasalları karıştırarak yaptığımız işleri bugün canlı organizmalara yeni görevler tanımlayarak yapabilmek mümkün. Bu yolla imalat sanayiinde üretim süreçlerini kısaltmak ve sürdürülebilirliği artırmak da mümkün üstelik. Hem maliyeti daha az hem de çevreye duyarlı üretim sonuçta. Malzeme bilimindeki ilerlemeler vasıtasıyla da mesela inşaatların enerji kaybını engelleyecek biçimde yapılması da mümkün artık. Ben bu kez “Hele bu teknoloji bir otursun sonra bakarız” demememiz gerektiğini düşünüyorum. Oturduğunda zaten otomatik olarak, “onlar Ortak, biz Pazar” oluyoruz. Daha önce denedik ve gördük. Bu da üçüncü nokta.

    Bugün Türkiye’nin karşı karşıya olduğu en önemli mesele nedir? Ben size olmayanları söyleyeyim, meşrebinize göre seçin. Ne terördür ne de Kürt meselesi. Suriyeli göçmenler de değildir. Bu, adına siyaset dediğimiz içimize bıkkınlık veren gagalama oyunu da Türkiye’nin en büyük meselesi değildir bana sorarsanız. Türkiye’nin temel meselesi, bugün için, sürdürülebilir bir büyüme stratejisinin olmamasıdır.

    Şehirleşme oranı yüzde 70’i aşınca yeni bir şeyler yapmazsanız ekonominiz ancak düşük tempoda büyür. Düşük tempolu büyüme ise bizi kesmez. Şapa oturtur. İflahımızı keser. Not etmiş olayım.

     

    Bu köşe yazısı 28.09.2015 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.

    Etiketler:
    Yazdır