TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Bugünlerde Türkiye’de her gün canımız yanıyor. Ölümler içimizi yakıyor. Bozulan barış ve huzur ortamı hepimizi her gün daha fazla mutsuz ediyor. Bu hızlı ortam değişikliği, çok kötü bir dönemde yakaladı. Bir süredir size bu dönemde konjonktürel olanla yapısal olanı bir birinden ayırmanın önemini anlatmaya çalışıyorum. En baştan iki noktanın altını çizeyim: Birincisi, bugün hepimizi mutsuz eden bu ortam değişikliği konjonktüreldir. Kesinlikle yapısal değildir. Normalleşme sürecinin konjonktürel sıkıntılarından biridir yalnızca. Bunu aklınızda bir yere yerleştirin öncelikle. İkincisi ise, barış ve huzuru hemen yeniden tesis edemezsek Türkiye’nin dünyanın kıyısında kalması kesindir. Bu ikinci tespitin arka planında yapısal bir faktör vardır. Türkiye’nin beşeri sermayesini elden geçirebileceğimiz önemli bir fırsat penceresini bu kasvetli dönemde harcamak üzereyiz. Barış ve huzur bize özellikle bu önümüzdeki 10 yılda gerekmektedir. Gelin bakın neden?
Türkiye ekonomisinde yüksek teknolojili ihracatın toplam ihracat içindeki payı son derece düşüktür. 1990’lardan 2000’li yıllara yüksek teknolojili ihracatın toplam ihracat içindeki payı yüzde 5’lere takılıp kalmıştır. Bu oran eskiden Kore’de de böyleydi. Çin’de de böyleydi. Sonra onlar sıçradılar. Biz 2000’li yıllar boyunca hareketsiz kaldık, durduk. Sıçrayamadık. 1 numaralı grafiği geçenlerde buraya bunun için koymuştum. 1992’den 2014’e Çin ve Kore nereden nereye geldi, biz nasıl aynı yerde kaldık, onu gösteriyor. Aynı grafiği 1980’den bugüne yapsanız vaziyet olsa olsa daha da çarpıcı olur. Kore, 1980’lerin başında Türkiye’nin takıldığı yerdeydi. Çin daha oraya gelmemişti bile. Şimdi ne oldu? Geldiler ve geçtiler. Biz kaldık dağlar başında. Neden? Nedir Türkiye’nin problemi? Geçen gün buna ülkelerin ARGE harcamaları üzerinden örnek vermiştim. Bugün müsaadenizle bir başka yoldan gideyim.
Bir ülkenin düşük-orta teknolojili bir ülkeden yüksek teknolojili bir ülkeye dönüşmesi, bir ülkenin orta gelirli bir ülkeden yüksek gelirli bir ülkeye doğru evrilmesi, o ülkenin bu geçiş sürecindeki beşeri sermaye stoku ile de yakından alakalı. Burada söz konusu olan, yüksek teknolojili bir ülke haline geldikten sonraki beşeri sermaye stoku değil, geçiş sürecindeki hali bana sorarsanız. Tablo 1’e bakarsanız, burada bir dizi ülkenin orta yüksek gelire ve yüksek gelir düzeyine hangi yıllarda ulaştığını ve bu geçiş sürecinin başında ve sonunda ortalama eğitim yılını görürsünüz. Ben bu tablodan şunu çıkartıyorum: Orta yüksek gelirden yüksek gelir düzeyine geçerken ülkeler, nüfusun ortalama eğitim süresini artırıyorlar. Nedir? Geçiş süreci içinde eğitim reformunu öncelemek gerekiyor. Bu ilk nokta.
Geleyim ikincisine. 2012 yılında yayımlanan OECD çalışmasına göre, Türkiye’nin beşeri sermaye stokunun bir problemi var. OECD ülkeleri arasında bakıldığında, Türkiye’de çocukların üçte ikisi, anne ve babalarından daha fazla eğitim alamıyorlar. Bu ne demek? Bu üçte ikinin dörtte üçü, ilkokul düzeyinde takılıp kalıyorlar demek. Nedir? Beşeri sermaye stokumuz yıllar aktıkça iyileşmiyor, durağanlaşıyor. Artan çocuk yoksulluğu ile birlikte, aynı kalitesizliği biteviye yeniden üretiyoruz. Beşeri sermaye stokumuz yıllar itibariyle daha iyi olmuyor. Bunun için grafik 2’ye şöyle bir bakın yeter.
Beşeri sermayemizin farklı yaş gruplarına dağılımı ise üçüncü grafikte yer alıyor. Ne oluyor? Nüfusumuzun üçte ikisi aslında halen yeniden eğitilebilir yaşlarda. Nedir? Aslında dinamik bir eğitim reformu ve hatta mesleki eğitim reformu ile çalışanların beceri yapısını elden geçirebiliriz. Bunu yapabiliriz ama hemen yapmamız lazım. Bir eğitim reformu 6 yıl gerektiriyor. Biz 10 yılı beş milli eğitim bakanı ile bozuk para gibi harcadık. Şimdi zaman fukarası olduk. Neden? Çünkü bu nüfusu arttık daha fazla yaşlanmadan yeniden beceri sahibi yapamazsak, son derece önemli bir fırsat penceresini kaçırmış olacağız. Nüfus artış hızı yavaşlayacak, Türkiye hiç bir zaman 100 milyonluk bir ülke olmayacak ve elimizde ortalama olarak bakıldığında kötü bir beşeri sermaye stoku olacak. Bu geçiş sürecini bu beşeri sermaye stoku ile tamamlayamayız bana sorarsanız.
Ben işte bu nedenle Türkiye’nin acilen barış ve huzura ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Barış ve huzur olmazsa Türkiye, dünyanın kıyısında kalmaya mahkum olacak. Bu nedenle Türkiye’nin önceliği barış ve huzurun bir an önce yeniden tesisindedir. Hiç vakit kaybetmeden, bir an önce. Çünkü saat işliyor ve yapılacak çok iş var.
Bu köşe yazısı 10.09.2015 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.
Fatih Özatay, Dr.
27/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
26/11/2024
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024