TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Geçen hafta Türkiye için G20 haftasıydı. G20 ülkelerinin Maliye Bakanları ve Merkez Bankası Başkanları Ankara’da toplandılar. G20 ülkelerindeki iş dünyasını bünyesinde toplayan B20 toplantısı da Ankara’daydı. B20 için Ankara’ya gelen girişimcilerle, Maliye Bakanları ve Merkez Bankası başkanlarının ortak toplantısından benim aklımda şu kaldı: Dünya ekonomisi önümüzdeki beş yılda hiç de iyi bir performans göstermeyecek. Söylendiğine göre, yılda ortalama yüzde iki civarında büyümenin olabileceği bir dönemin içindeyiz. Bu durum elbette iyi değil. İstihdam ve refah gündemi açısından iyi bir dönem olmayacak.
Ama bakın bu her yerde böyle olacak. Bunu dinleyen yabancı bir dostum, “Bak, Türkiye için fırsatı görebiliyor musun?” diye sordu. Gelin bugün konuya buradan gireyim.
Nedir Türkiye’nin fırsatı? Türkiye ekonomisi, önümüzdeki beş yılda yıllık yüzde ikiden daha yüksek bir büyüme oranını tutturursa, “ortalamanın üzerinde hızla büyüyen ekonomiler” arasına girmiş olacak. Diğer ülkelerden kendisini pozitif bir biçimde ayırabilecek. Başarı çıtasının bir hayli düştüğü bir dünyada, azıcık çabayla başarılı bir performans sergileyebilmek mümkün bana sorarsanız. Hocanın derste “curve yapması” gibi bir durum, ODTÜ ağzıyla söylersem. Türkiye’nin fırsatı, iyice düşen sınıf ortalamasının üzerinde kalıp başarılı gibi görünebilmektir. Biz iyiyiz diye değil, dünya kötü diye, dikkatinizi çekeyim. Böylece cari işlemler açığının finansmanı daha bir kolaylaşabilir. Kötü giden ihracat performansımız göze batmayabilir.
Soru şudur: Dünya ekonomisi son derece düşük büyüyecekse, Türkiye, ortalamanın üzerinde büyüyen bir ülke olarak bu berbat dönemde parlayabilir mi? Amerikalı dostumun gördüğü fırsat işte tam da budur. Memleketin potansiyeli açısından bakarsanız bu sorunun cevabı evet. Peki, potansiyel olanı hayata geçirebilmek mümkün müdür? Belki. Bakın orası şarta bağlıdır. Gelin bir anlatayım.
Türkiye ekonomisi 2002-2007 döneminde yılda ortalama yüzde 7 civarında bir hızla büyüdü. 2008-2014 döneminde bu yıllık büyüme hızı yarı yarıya azaldı. Türkiye ekonomisinin büyüme hızı, Amerikan ekonomisine yakınsadı. Amerikalılar için iyi, bizim için kötü oldu. Büyüme oranı azalırken, iki dönem arasında büyümenin volatilitesi de arttı. Türkiye bu ikinci dönemde büyümeyi yarı yarıya azaltırken, cari işlemler açığını da patlattı. Bir birim büyümeyi artık daha çok cari işlemler açığı ile yakalayabiliyoruz. Alın size bir yapısal eğilim daha. Türkiye’nin son dönemde her alandaki berbat performansı dikkate alındığında, sınıf ortalamasının üzerine çıkmak bana daha da bir kolay olur gibi geliyor doğrusu. Memleketin en azından bu kadarını başarma potansiyeli var.
Ama nedir problem?
Bundan sonra kaç tane daha seçim yaparak normalleşebileceğimiz hala belli değildir. Haziran’daki seçimden sonra Kasım’ın başındaki seçim daha birincisi olacak. Etrafta sanki ondan da çözümsüzlük ve yeni bir seçim çıkarmış gibi bir hava var doğrusu. Halbuki Türkiye’nin ortaya yeni bir büyüme vizyonu koymadan, ortalamanın üzerine çıkabilmesi mümkün değil bana sorarsanız. Daha seçimleri kaç kere tekrarlayacağı belli olmayan bir ülkeden her şey çıkar ama yeni bir büyüme vizyonu çıkmaz. Ben size şimdiden söylemiş olayım. Uyarayım ki çelik çomak oynamayı bırakın.
Şimdi lütfen kendinizi bir portföy yöneticisinin yerine koyun. Bir portföy yöneticisi açısından önemli olan nedir? Kendisi gibi portföy yönetenler ortalama ne kadar getiri elde ediyorlarsa, onlar kadar bir getiri elde etmektir. Sürüden fazla ayrılmadan portföyünü yönetmektir. Neden? Herkesle birlikte davranırsa, herkes kadar kazanç ya da kayıp getirir. Herkes hep birlikte kaybetmişse aslında kimse bir şey kaybetmemiş olur. Halbuki çok fazlası için çok risk alan, piyasa aktörlerinin kalanlarından tamamıyla ayrı bir strateji izleyen bir portföy yöneticisi, tek başına hata yapmış kişi olarak bütün şimşekleri üzerine çeker. Portföy yöneticisi için hisse senedi piyasasında kendi analizine dayalı olarak en iyi performansı gösteren şirketi belirlemek öncelikli değildir. Herkes hangi öncüllerle ne düşünüyorsa, doğru olan işte o kolektif doğrudur. Yanlış bile olsa doğrudur. “Bu güzellik yarışmasında kim birinci olur?” diye bir yarışma açılsa, nasıl karar verirsiniz? Yalnızca en güzeli bulmak için yarışmaya katılanların fotoğraflarına bakmak yetmez. Jürinin kimlerden oluştuğuna da bakmak, şimdi bu jüri bunlardan hangisini en güzel bulur diye de düşünmek gerekir. Keynes üstadımızın bize öğrettiği budur.
Ben böyle karar veren portföy yöneticilerinin olduğu bir dünyada, büyüme oranı ortalamanın üzerinde kalan bir ülke olmanın önemli olduğuna kesinlikle katılırım. O vakit, ortalama getiriyi akıntıya karşı çıkmadan yükseltmek Türkiye için önemli olabilir. Önümüzdeki beş yılda bu durum Türkiye için bir fırsattır. Ama önce önümüzdeki beş yılda daha kaç seçim yapacağımıza karar vermemiz gerekir.
Bu köşe yazısı 07.09.2015 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.
Fatih Özatay, Dr.
27/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
26/11/2024
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024