TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Türkiye IŞİD’le savaşa girmiş bulunuyor. Ancak bunun daha önce de yaşandığını biliyor muydunuz? Hem de iki defa… IŞİD yeni bir örgüt olabilir, ama temsil ettiği şeyler birkaç yüzyıldır ortalıkta mevcut. Osmanlı atalarımız bu belayı daha önce savuşturmuş. Ancak TEPAV’dan Selim Koru, bu üçüncü seferin farklı olduğunu ifade ediyor. Peki neden?
Lesley Hazleton, After the Prophet (Peygamberden Sonra) kitabında, Arap imparatorluklarının çökmesinin ardından “Arabistan’ın bin yıldan fazla süre boyunca, ta ki köktenci Vahhabi mezhebi on sekizinci yüzyılda ortadaki dağlık bölgelerden çıkıp Irak’taki Şii mabetlerine ve hatta Mekke ve Medine kutsal topraklarına yönelik şiddetli baskınlar düzenleyene dek” bir daha hiç siyasal iktidar kuramadığını söylüyor. Arapların dönüşü IŞİD ile oldu.
Tabii o zamanki adı İhvan’dı. Bu grubun Mısırlı İhvan el-Müminin, yani Müslüman Kardeşler adıyla bilinen grupla bağlantısı olmadığını, mütedeyyinlikleriyle tanınan, seçkin Arap aşiret mensuplarından oluşan bir kuvvet olduklarının altını çizeyim. On sekizinci yüzyıl sonundan on dokuzuncu yüzyıl başına dek, Şii köylerine baskın yapan, ibadethaneleri ve tarihi eserleri yok eden, kadınlarla çocukları öldüren İhvan’dı. İbn Vahhab adındaki Selefi din adamı ile aşiret lideri Abdülaziz’in izinden gidiyorlardı.
İhvan başlangıçta başarılı oldu ve Abdülaziz Hicaz’a muzaffer bir lider gibi girdi. Hatırlatayım, yıl 1803’tü. Bunun üzerine Osmanlı ordusu bugün Suudi Arabistan olan toprakların birçoğunu geri aldı. Türk askerleri isyancıları tutuklayıp cezalandırdı. 1818’de, Osmanlı Sultanını kafir ilan etme cüreti göstermiş Emir Abdullah bin Suud, İstanbul’da idam edildi. Osmanlılar bu hakaretten öylesine rencide olmuşlardı ki Emir Abdullah’ın kellesini almadan önce Selefiler günah addettiğinden ona zorla müzik dinlettiler. Türk ordusunun Selefi isyancılarla ilk karşılaşması bu oldu. Dünyanın birbirine bu kadar bağlantılı olmadığı bir çağda yaşandı bunlar. İngilizler yirminci yüzyıl başında İhvan’ın ikinci girişimine destek verince, Suudi Arabistan’ın kurulması gerçekleşti. Yani IŞİD’in daha önceki tezahürlerine karşı verdiğimiz savaşların birincisini kazandık, ancak ikincisini kaybettik. Devlet kurmalarına olanak verdik.
İşleyiş biçimi ve eylem çağrısı bakımından, IŞİD eski İhvan’ın bir reenkarnasyonu gibi görünüyor. Öncelikle bu, o zaman da Türklerin dışarıdan gelen nüfuzuna karşı bir Arap ayaklanmasıydı. Bu sefer, dışarıdan gelen her türlü nüfuza karşı Araplar söz konusu. İkincisi, o zaman da Sünniler söz konusuydu, şimdi de öyle. Üçüncüsü, o zaman da Müslüman zihin dünyasını ele geçirmek üzere verilen bir savaştı. Osmanlı subayları domuz yiyip şarap içen münafıklar olarak resmediliyordu. Bu da halen geçerli.
Peki farklı olan ne? Benim anladığım kadarıyla, Müslüman zihin dünyası için verilen bu savaş o zaman yerelle sınırlı bir meseleydi. Şimdiyse internetten pompalanıyor. Bu belayı denetim altına alıp sınırlamak o yüzden bu denli güç. Fiziksel sınırları ne kadar sıkı denetlerseniz denetleyin, verilen sinyal delip geçiyor. Artık mahallelerimizde yaşayan bir dolu yarı zamanlı terörist var. Bir yıl önce, Gaziantep’te hafta içi taksi şoförlüğü yapan, hafta sonu IŞİD saflarında savaşmak için sınırın öte yanına geçiveren bir adamdan söz edildiğini hatırlıyorum. Dünyanın sonunun geldiğine, o yüzden de cennetteki yerini sağlama almak için mümkün olduğunca çok sayıda kafir öldürmesi gerektiğine yürekten inanıyordu. Buna benzer örnekleri Chattanooga’da, Tunus’ta veya Londra’da bulabilirsiniz. Dünyamız artık birbirine çok daha bağlantılı bir dünya ve bu adamlar her yerdeler.
Uzun vadede bu sorunla mücadele etme olanağımız yok, nitekim bu yöntemleri hayata geçirebilecek kurumlarımız yok. Batı’nın ise var. Akademisyenleri, gazetecileri, düşünce kuruluşları çözüm bulmak için didinip duruyor. Bu kendi içinde çok değerli, ancak bizim çözümümüz bu olamaz. Batı’nın, Hırsi Ali ve benzerlerinin savunduğu gibi “ılımlı İslam”a yardım etmesi, tanım itibariyle olanaksız. Bu coğrafyada Batı’nın desteklediği her türlü hareket otomatikman güvenilirliğini yitirir. Burada yaşayan diğer insanlar için meseleyi daha da çetrefilleştiren zehirli bir buse olur.
Hasılı, Osmanlı atalarımız gibi, biz de kendi şeytanlarımızla kendimiz yüzleşmek zorundayız. Ancak bu kez bu savaşı kazanmak, sadece meczup militanların kökünü kazımak anlamına gelmeyecek. Bu savaşı kazanmak için, İslam’ın geleceğine ilişkin küresel çapta verilecek ideolojik bir mücadeleden aşağısı kurtarmayacak.
Bu köşe yazısı 25.07.2015 tarihinde Hürriyet Daily News'nde yayımlandı.
Fatih Özatay, Dr.
27/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
26/11/2024
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024