Arşiv

  • Haziran 2024 (14)
  • Mayıs 2024 (16)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)

    Avrupa’nın Alexander Hamilton’u kim olur?

    Güven Sak, Dr.20 Temmuz 2015 - Okunma Sayısı: 1692

    Yunan referandumu bitti. Komşu, kendisine dayatılan programa yüzde 60’ı aşkın bir oranda “hayır” dedi. Sonra Avrupa Birliği Yunanistan’a istemeyerek de olsa 90 milyar euroya yakın bir ek yardım kararı aldı. Bu arada kemer sıkma önlemleri konusunda garantiler de istedi. Buna istinaden Yunan hükümeti ve parlamentosu yapısal reformları içeren bir niyetler manzumesini istemeyerek de olsa kabul etti. İlk acil yardım olarak, IMF ve Avrupa Merkez Bankası’na olan borçları ödesin diye Yunanistan’a bu Pazartesi 7 milyar euro aktarılmasına karar verildi. Avrupa Merkez Bankası Başkanı Mario Draghi, Yunan bankalarına ek likidite sağlanacağını açıkladı. Bugün itibariyle Yunan bankaları yeniden çalışmaya başlayacak.

    Bugün müsaadenizle Yunanistan’da olup bitenlerle ilgili birkaç noktanın altını çizeyim. Ben Türkiye’nin geleceğini hala Avrupa Birliği’nde görüyorum. Bu çerçevede de bugün Yunanistan’la ilgili yürütülen tartışmalardan doğru dersleri çıkarmamız gerektiği kanaatindeyim. Kıssadan doğru hisseleri çıkarabilmenin yolu, öncelikle hadisenin farkında olmaktır. Gelin bir bakalım.

    Önce şu an içinde bulunduğumuz duruma ilişkin bir tespit yapayım. Yunanistan hadisesinde ne olacağı da, Yunanistan için uygulanacak paketin ayrıntıları da daha belli değildir. Ortada olmuş bitmiş bir hadise yoktur. Henüz pazarlık sürecinin başlangıç noktasındayız. IMF’nin bu çerçevede devreye girip borcun vadesini uzun bir süre için ötelemeden ya da borcun bir bölümünü silmeden bu işin çıkışı olmadığını vurgulaması önem taşımaktadır. IMF bunlardan biri olmadan ek yardım sağlamanın bir manası olmadığını açıkça ifade etti. Bir nevi, Vaşington’daki havayı Atlantik ötesine yansıttı. Şimdi buradan ne çıkacağını göreceğiz. Bu ilk nokta.

    Geleyim ikinci noktaya. Referandumda Yunan halkının ağırlıkla kemer sıkmaya “hayır” demesi, önümüzdeki pazarlık sürecinde Çipras’ın elini güçlendirmiştir. Aynı zamanda Çipras’ın referandum öncesinde “evet” diyemeyeceklerine “evet” diyebilmesine de imkan sağlamıştır. Referandum sonrası yapılan anketlerde anlaşma yanlısı olanların yüzde 60’larda olması ve drahminin geri gelmesi ile kıyaslandığında euroda kalmayı isteyenlerin oranının yüzde 73’lere varması, Çipras’ı hem pazarlıkta hem de kemer sıkmaya “evet” demede güçlendirmektedir. Dolayısıyla ben referandumun boş yere yapılmadığını, siyaseten son derece manalı olduğunu düşünüyorum. Referandum işlevini yerine getirmiştir. Meseleyi siyasi bir düzleme oturtmuştur.

    Üçüncü nokta ise şudur: Referandum, Yunanistan’ın ortakları açısından da işlevini yerine getirmiştir. Ben en çok Polonya eski başbakanı ve şimdiki Avrupa Birliği dönem başkanı Donald Tusk’ın açıklamalarını hatırlıyorum. Bana çarpıcı gelmişti. Referandum öncesi “hayır demek, Avrupa Birliği’nden çıkmaktır” derken, sonrasında bunu tamamen unuttu. En son toplantıda, “anlaşmadan bu salondan çıkmak olmaz” diyerek Avrupa Birliği müzakere ilkesini hatırlatıyordu. Ben referandum sayesinde tüm Avrupalı siyasetçilerin kendi vatandaşlarına, “ne yapalım, şimdi yılların emeğini mi ziyan edelim?” diyebilme imkanına kavuştuğunu düşünüyorum. Başka türlü bu paketi ve bundan sonrakileri Bundestag’tan geçirebilmek herhalde zor olurdu. Şimdi daha kolay.

    Bu nedir? Avrupa Birliği, İkinci Dünya Savaş’ından sonra Avrupa’nın elitlerinin projesiydi. O zaman hayat daha kolaydı. Ama şimdi proje milletin projesi haline geldi. Şimdi her ülkenin siyasetçisinin kendi seçmenlerine sürekli hesap vermesi gerekiyor. Projeyi zorlaştıran esasen tam da bu. Herkes kendi seçmenini ikna edecek. Bu çerçevede, ben referandumun ve referandum sonrası olan bitenin ortak nokta bulma açısından zorlaştırıcı değil, kolaylaştırıcı olduğu kanaatindeyim. Doğrusu ya, Çipras’ın da realiteye uygun davrandığını düşünüyorum. Bu da dördüncü tespitim olsun.

    Bu resimde herkesin rolünü anlayabiliyorum ama doğrusu ya, Mario Draghi’ye bir mana vermekte zorlanıyorum. Bence Avrupa Merkez Bankası, referandum öncesinde de, sonrasında da hep aynı yerde durmalıydı. Referandumdan önce de, aynı geçen haftanın sonunda söylediği gibi, “finansal sistemin istikrarı açısından, Yunan bankalarına sağlanan likidite desteğini artırıyoruz” demeliydi. Siyasi pazarlıklarla finansal istikrarı birbirinden ayırmalıydı. Siyasi pazarlıkların daha da yoğunlaşmasına imkan tanımalıydı. Hesap verecek seçmeni olmadığının bilincinde olmalıydı. Avrupa’nın Alexander Hamilton’u rolüne soyunmalıydı.

    Hamilton, federalistlerle anti-federalistlerin tartıştığı bir ortamda, Amerika’nın ilk maliye bakanı oldu ve federal hükümeti güçlendiren bir plan hazırladı. İlk kongrede ortaya çıkan 1790 Uzlaşması, onun hazırladığı ekonomik plan etrafında oldu. Plan ile anti-federalist Jefferson’ın desteğini de aldı. Kongre, eyaletlerin borçlarını federal hükümetin devralmasına imkan veren bir düzenleme ile Vaşington’un Amerika’nın başkenti olmasına imkan veren bir yasayı aynı anda kabul etti. Başkent güney eyaletlerine giderken, kuzeyin borçlarını federal hükümet üstlendi. Federal hükümet aynı yasayla para basmaya başladı. İlk merkez bankası o zaman kuruldu. 18’inci yüzyılda Amerika’nın borç krizi, Hamilton planı sayesinde Amerika’yı federal bir devlet yaptı. Yunan krizi de Avrupa’yı federalizme bir adım daha yaklaştırabilir. Bu da beşinci tespitim.

    Ben Avrupa’nın Hamilton’unu aradığını düşünüyorum. Draghi’den de hala ümitliyim.

    Bu köşe yazısı 20.07.2015 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.

    Etiketler:
    Yazdır