TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Acaba Türkiye koalisyon ile yönetilebilir mi? Bu aralar herkesin aklında bu soru var. Ben bu sorunun cevabının adına “güven” dediğimiz sihirli olguda yattığını düşünüyorum. Partiler birbirine güvenebilirse, koalisyon işler; güvenemezse sistem tıkanır. Mantık basit, nasıl birbirine güvenmeyen karı-koca evliliklerini sürdüremezse; birine güvenmeyen iki iş ortağı şirketlerini birlikte yönetemezse; birbirine güvenmeyen iki veya üç parti de koalisyon kurup ülkeyi maalesef yönetemez.
Peki, sizce Türkiye’de siyasi partiler birbirine güvenebilir mi? Eğer siyasi partilerimiz, insanlarımızın, dolayısıyla da toplumumuzun DNA’sını taşıyorsa, burada ciddi bir sorunumuz var. Çünkü Türkler birbirine güvenmiyorlar. “A yok canım, hiç öyle değildir” diyorsanız, aşağıdaki tabloya bakmanızı öneririm. Türkiye, kişiler arası güvenin, yani “çoğu insana güvenebilirim” diyenlerin oranının, dünyada en düşük olduğu ülkelerden biri. Türkiye, Dünya Değerler Araştırmasının 2005-2014 döneminde yapıldığı 29 ülke içinde sondan üçüncü sırada. Türklerin yalnız yüzde 8’i diğer insanlara güvendiğini belirtiyor. Bu oran ABD’de yüzde 37, Avustralya’da yüzde 49, İsveç’te ise yüzde 63. Yani, biz Türkler neredeyse, sadece ailemizin içindekilere güvenebilirken, İsveçliler ülkelerinin yarısından fazlasını kendi ailesi gibi görüyor, onlara güvenebiliyor.
Tablo 1: Kişiler Arası Güven. 100 kişi içinde kaç kişi “Çoğu insana güvenebilirim” diyor?
Kaynak: Dünya Değerler Araştırması Beşinci Dalga (2005-2009) ve Altıncı Dalga (2010-2014)’nın her ikisinde de bulunan 29 ülkenin verilerinin ortalaması kullanılmıştır.
İnsanların birbirine güvendiği bir ülkede yaşamakla, insanların birbirine güvenmediği bir ülkede yaşamak arasında ciddi farklar var. Örneğin, insanların birbirlerine rahatlıkla güvenebildiği ülkelerde, öngörülebilirlik artıyor, işlem maliyetleri düşüyor, iş yapmak daha kolay oluyor, kurumlar daha iyi çalışıyor, yolsuzluk daha az oluyor, verimlilik yükseliyor, vesaire vesaire. Ancak bu farklılıklar bu yazının konusu değil.
Bu yazının konusu neden Türklerin birbirine güvenmediği. Eğer nedenleri doğru teşhis edebilirsek, belki çözümleri de doğru düşünmeye başlayabiliriz.
Neden Türkler, dünyadaki diğer ülkelere kıyasla birbirlerine daha az güveniyorlar? Bu soruyu deşmek için, güven (trust) konusundaki sosyoloji, psikoloji ve iktisat literatürlerinden de faydalanarak, yukarıdaki tabloda yer alan 29 ülkenin bazı verilerine daha yakından bakmaya çalıştım. Hazırsanız, birbirimize neden az güvendiğimize ışık tutabilecek dört unsura yakından bakalım.
1. Kentleşmenin çok hızlı olması. İnsanlar, köylerinden kopup, kentlerde bambaşka bir habitat içine girdikçe, etraflarına duydukları güven büyük ihtimalle sarsılıyor. Türkiye güven verisi olan 29 ülke içinde, son 50 yılda en hızlı kentleşen üçüncü ülke (diğer ikisi Malezya ve Kore). Aşağıdaki şekil, güven ve kentleşme hızı (2014 kentleşme oranı eksi 1960 oranı) arasındaki negatif ilişkiyi gösteriyor. Bakınız Türkiye en sağ alta. İlk sonuç: hızlı kentleşmenin ardından, kentlileşmeyi de zaman içinde sağlayabilirsek, büyük ihtimalle birbirimize duyduğumuz güven de yükselecek.
Şekil 1: Güven ve Hızlı Kentleşme Arasındaki Negatif İlişki
Kaynak: Dünya Değerler Araştırması ve Dünya Bankası Dünya Kalkınma Göstergeleri – Not: Kentleşme Farkı, 2014 Kentleşme Oranı ile 1960 Kentleşme Oranı arasındaki farkı göstermektedir.
2. Hukukun üstünlüğünün sağlanamaması. Bir ülkede kural hakimiyeti güçlendikçe, mahkemeler etkin çalışmaya başladıkça, kurnazlık yapanın yanına kar kalmadıkça, insanların birbirine duyduğu güven de artıyor. Başka bir ifadeyle, insanlar mahkemelere güvenemiyorsa, birbirleri arasındaki formel ya da enformel sözleşmelere de güvenemezler. Türkiye söz konusu 29 ülke içinde, hukukun üstünlüğü endeksinde 0,46 ile en düşük ikinci değere sahip; bir tek Mısır bizden daha kötü durumda. İkinci sonuç da açık: ülkemiz hukukun üstünlüğünü sağlamlaştıran adımlar attıkça, insanlarımızın birbirlerine duyduğu güven de artmaya başlayacak.
Şekil 2: Güven ve Hukukun Üstünlüğü (Rule of Law index) Arasındaki Pozitif İlişki
Kaynak: Dünya Değerler Araştırması ve World Justice Project, Rule of Law Index
3. Gelir dağılımının nispeten bozuk olması. Bir toplum içinde, gelir dağılımında ne kadar fazla uçurum varsa, o toplumdaki güven zayıflıyor. Türkiye bu açıdan, 29 ülke içinde ortalarda bir yerde, o kadar da kötü durumda değiliz, sondan 12.yiz. Belki hızlı kentleşmenin bir olumlu etkisi de, insanlarımıza bir sosyal politika aracıymış gibi, kentsel rantı dağıtmak oldu. Bu sayede, bizdeki gelir dağılımı Şili, Meksika, Malezya’nınki kadar kötü değil. Ancak yine de bu alanda atılacak adımlar var. Gelir dağılımımızı iyileştiren adımlar attıkça, toplumuzdaki güven inşası süreci de hızlanacaktır.
Şekil 3: Güven ve Gelir Dağılımı (Gini katsayısı) Arasındaki Negatif İlişki
Kaynak: Dünya Değerler Araştırması ve Dünya Bankası Dünya Kalkınma Göstergeleri
4. Dindarlık etkisi. Literatürde dinle güven arasındaki ilişkiye dair oldukça fazla sayıda çalışma var.* Toplum içindeki ilişkilerde dinin rolü ne kadar belirleyiciyse, insanlar arasındaki güven o ölçüde azalabiliyor. Nedensellik kanalları yüzde yüz belli olmasa da, Protestan Hristiyanlar arasındaki güvenin, Katolik, Ortodoks ve Müslümanlara kıyasla çok daha yüksek olduğu görülüyor. Aşağıdaki şekilde ise, ülkelerdeki hakim dinin ne olduğundan bağımsız olarak, dindarlığın güven ile ilişkisi var. “Din günlük hayatınızda önemli bir yer tutar mı?” sorusuna evet olarak yanıt verenlerin yüzdesi açısından, Türkiye 29 ülke içinde yüzde 89 ile en dindar yedinci ülke. Buradaki sonuç belki o kadar da açık değil, ama din ve devlet arasındaki ilişkilerin ayrıştırılmasının, yani laikliği sağlamlaştıracak kurumsal düzenlemelerin, toplum içindeki güvenin artmasına olumlu bir katkı yapabilir.
Şekil 4: Güven ve Dindarlık (“Din günlük hayatınızda önemli bir yer tutar mı?” sorusuna evet diyenlerin oranı) arasındaki Negatif İlişki
Kaynak: Dünya Değerler Araştırması ve Gallup 2009 Dindarlık Anketi
Eğer A, B, C yapılırsa güven artar demek o kadar kolay değil. Mesele çok daha karmaşık. Ülkemizdeki sosyologların, psikologların, siyaset bilimcilerin, iktisatçıların ve hatta ilahiyatçıların birlikte çalışması ve bu konudaki nedensellikleri ortaya koymasında büyük fayda var.
Ancak benim bu verilere baktığımda gördüğüm şu: Ülkemizdeki siyasetçilere toplumdaki güveni inşa etmek için önemli bir görev düşüyor. Kimsenin birbirine güvenmediği bu ortamda, koalisyon da olsa, tek parti de olsa, yapılması gereken, önümüzdeki 10 yıl içinde bu güveni yüzde 8’lerden yüzde 20’lere yükseltecek adımları atmak olmalı.
Kısacası, artık ekonomik gelişimimizi devam ettirmek için duble yol değil güven inşa etmemiz gerekiyor. Bu da kutuplaştırıcı, toplumun fay hatlarını derinleştiren politikalardan ziyade başka alanlara öncelik vermekten geçiyor. Hukukun üstünlüğünü tesis etmek, mahkemelerimizin adalet dağıtma kapasitesini geliştirmek, gelir dağılımını iyileştirmek, kentlileşme sürecini desteklemek ve laikliğin güçlendirilmesi güven artırmak için öncelikli politika alanları gibi duruyor. Bunlar üç beş ayda sonuç alınabilecek alanlar değil. Bir halı dokur gibi, sabırla, ilmik ilmik güven örmemiz gerekiyor. Belki de Türkiye’nin ihtiyacı olan bunu yapacak yirmi otuz yıllık bir koalisyon.
* * * *
Bu konuda daha fazla okumak isterseniz, aşağıdaki kaynaklardan başlamanızı öneririm
1. Hukukun üstünlüğünün sağlanamaması. Bir ülkede kural hakimiyeti güçlendikçe, mahkemeler etkin çalışmaya başladıkça, kurnazlık yapanın yanına kar kalmadıkça, insanların birbirine duyduğu güven de artıyor. Başka bir ifadeyle, insanlar mahkemelere güvenemiyorsa, birbirleri arasındaki formel ya da enformel sözleşmelere de güvenemezler. Türkiye söz konusu 29 ülke içinde, hukukun üstünlüğü endeksinde 0,46 ile en düşük ikinci değere sahip; bir tek Mısır bizden daha kötü durumda. İkinci sonuç da açık: ülkemiz hukukun üstünlüğünü sağlamlaştıran adımlar attıkça, insanlarımızın birbirlerine duyduğu güven de artmaya başlayacak.