TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Bana öyle gelmiyor. Arada afra taframızdan geçilmiyor. Sanki artık Amerika’nın devri geçti gibi bakıyoruz dünyaya. Ben size söyleyeyim, çok çalışmadan bunun olabilmesine imkan yok. Ama ben bugün size iki rakam vereyim. İsterseniz bir kez daha düşünün. Türkiye’nin 2013 yılı toplam Ar-Ge harcaması yaklaşık 7 milyar dolar civarında. Devletimiz bu parayı, Ar-Ge olsun, inovasyon filan yapılsın, Türkiye yarışta geri kalmasın diye harcıyor. Peki, Amerika’nın toplam kamu Ar-Ge bütçesine hiç baktınız mı? Siz bakmayın, ben size söyleyivereyim. Amerikalılar 2013 yılında Ar-Ge faaliyetleri için toplam 133 milyar dolar harcamışlar. Nedir? Bizim harcadığımız ve de çok harcadık diye sevindirik olduğumuz rakamın tam 19 katı ediyor bu. Arada hiç Amerikan şirketlerinin özel Ar-Ge bütçelerine girmiyorum. Geçenlerde not etmiştim, tek başına çok uluslu ilaç şirketi MSD’nin 2013 yılı toplam Ar-Ge harcaması zaten 7,5 milyar dolar civarında.
Dünya Bankası oturup hesaplamış. Amerika’nın tek başına Ar-Ge için kamu bütçesinden harcadığı para, tam 133 ülkenin toplam milli gelirinden daha fazla. Devam edeyim. Dünyadaki ülkelerin yüzde 60’ının ekonomisinden daha büyük bir tutarı Amerikalılar kamu kaynağı olarak Ar-Ge’ye aktarıyorlar. Nedir? Daha atılacak çok adım, yapılacak çok iş var. Rehavete kapılmanın da bir alemi yok.
Peki, bu bütçe hangi bakanlıklar tarafından kullanılıyor? Bütçenin yüzde 50’sini Amerikan Savunma Bakanlığı kullanıyor. Bütçe kesintileri filan oluyor. Tam da bu nedenle Silikon Vadisi’nde giderek daha fazla tüketici ürünleri tasarlanıyor. Ama bu kesintili bütçe halinde bile Amerikan ordusu 70 milyar dolar civarında Ar-Ge harcaması yapıyor. Üzerinde çalışılan konular arasında mesela biyoteknoloji de var. Geçenlerde Savunma Bakanlığının Ar-Ge’ye kaynak aktaran kurumu DARPA’da görevli biri biyoteknoloji vasıtasıyla nasıl canlı organizmaların bir üretim aracı haline dönüştüğünü, tane tane, örnek vererek anlatıyordu DARPA’nın Biyoteknoloji Konferansı’nda. Bunu Amerikan ordusu yapıyor. DARPA, biyoteknoloji ile ilgileniyor. Dünya nereye gidiyorsa kendisini ona göre yeniliyor. Nasıl İsrail ordusunun bazı birimlerinde çalışanlar sonradan girişimci oluyorsa, aynı durum Amerikan ordusu için de geçerli sanırım. Zaten bugün iPhone kullanmamızı sağlayan teknolojilerin önemli bir bölümü savunma bakanlığının Ar-Ge destekleri ile ortaya çıkmış. Nedir? Bakanlık, teknik olarak ne istediğini, şirketler kadar iyi biliyor.
Başka? Savunma dışındaki Ar-Ge bütçesinin yüzde 42’sini ise bizde yeni kurulan Türkiye Sağlık Enstitüleri Başkanlığı’nın (TÜSEB) Amerika’daki muadili olan National Health Institutes (NIH) kullanıyor. Yakında TÜSEB’e bir bütçe verilirse buradan bir karşılaştırma yapabilirsiniz. Para nasıl kullanılıyor? NIH Başkanı, kongreye, aldığı paranın ne kadarını kansere, ne kadarını salgın hastalıklara aktaracağını tek tek anlatıyor. Sonra aldığı parayı objektif bir biçimde, kendi yetkisi dahilinde özgürce dağıtıyor. Kalan para ise uzay araştırmaları, enerji projeleri ile doğal ve sosyal hayatı daha iyi anlamak için tasarlanan projelere aktarılıyor.
Bugün Amerikan şirketlerinin kullandığı yeni teknolojilerin pek çoğu kamu Ar-Ge projelerinden kaynaklanıyor. Amerikan şirketleri ne yapmaları gerektiğini bu araştırmaların sonuçlarına bakarak buluyor. Kamu kaynakları ile temel bilim araştırmaları yapılıyor ama bu yapılırken temel bilimciler de teknoloji eğilimlerine öyle hakim ki, temel araştırma sonuçları ortada kalmıyor. Şirketler onları kullanarak bir sonraki aşama olan teknoloji geliştirmeye, sonra da ticarileştirmeye götürüyor. Sonra biz de o teknolojileri kendi ülkemize transfer ermek istediğimizde bin bir zorlukla karşılaşıyoruz. Peki, onlar savunma bütçesinden Ar-Ge’ye 70 milyar dolara yakın kaynak aktarırken biz ne yapıyoruz? Savunma Sanayi Müsteşarlığı elindeki kısıtlı kaynağı, projeler vasıtasıyla yalnızca birkaç tane kamu şirketine veriyor. Biz Ar-Ge’yi yalnızca kamu eliyle yapmaya çalışıyoruz. Ne oluyor? Yarış olmuyor. Biz 2’nci Abdülhamid’den beri aynı hatayı sürekli olarak tekrarladığımız için olduğumuz yerde sayıyoruz. Projeleri kamunun dışına çıkartamıyoruz. Bizim Savunma Sanayi Müsteşarlığımız kamu-özel sektör ortaklığında model çeşitlendirmeyi bilmiyor. Başka? Biz temel bilim araştırmalarına aktardığımız kaynağın sonuçları ne olmuş bilmiyoruz. Merak edip takip etmiyoruz. Birbirinden habersiz, birbirini de teknolojiyi de takip etmeyen birçok dağınık projemiz oluyor. Buna da Ar-Ge diyoruz.
Aslında Savunma Sanayi Müsteşarlığını kuranlar proje tutarının belli bir bölümünün dış yüklenicilere aktarılabileceğini açıklıkla söylüyor. Ama bizim ASELSAN gibi kamu şirketlerimiz bir türlü “işi yapabilecek kıratta” dış yüklenici bulamıyorlar. Önce o dış yüklenici adayına bir dizi ahiret sorusu sorup imtihan ediyorlar. Şirket tüm imtihanları geçerse, hemen “peki ama kaç paraya yaparsın” diye soruyorlar. Sonra da o meşum raporlardan bir tane yazıyorlar. “Çok aradık ama uygun fiyata bu kaliteyi sağlayan firma bulamadığımız için ne yazık ki dış yüklenici bulma işi bir başka bahara kaldı.” Müsteşarlık da ne yapsın, “yav he he” diyor işte. Neden? Aksi takdirde, bir bürokratın “Tamam kardeşim, bırak fiyatı yüksek olsun, sen bunu al” demesi gerekiyor. Ne oluyor? Ne idüğü belirsiz bir firmanın işi yapması için bir bürokratın bütün başarısızlık riskini üzerine alması gerekiyor. Alırsa ne olur? Ar-Ge sabrı olan bir bürokrat ya da siyasi, olsa olsa mahkemelerde hesap verir sonunda. Çerez parası dese olmaz. Başı derde girer. Peki, Amerikan bürokratı nasıl böyle bir riski üstlenebiliyor? DARPA kontratları bürokratların bu tür riskleri üstlenebilmesine imkan tanıyor. Bizimkiler ise tanımıyor. Sonunda ne oluyor? Onlar o kadar parayı çatır çatır özel şirketlere dağıtıyor. Bizim burada ise üç kuruş parayı Ar-Ge sabrı olmadığı için harcayamıyoruz. Bizim bürokratlar, sipariş verirken, yabancı bir prototip verip, bunu ilk kez yapacak olana, “bundan daha iyi olsun, fiyatı da bunun üçte biri olsun” diyorlar.
Ne oluyor? Orada oluyor. Burada olmuyor.
Hal böyle olunca, Amerikan hegemonyası pek de çöküyormuş gibi durmuyor elbette.
Bu köşe yazısı 03.07.2015 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayımlandı.
Fatih Özatay, Dr.
27/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
26/11/2024
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024