TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Süleyman Demirel ebediyete intikal etti. Böylece tarihimizde bir devir kapandı. O devrin nasıl bir devir olduğu üzerine ben de bir kaç söz söylemek isterim.
Önce Süleyman Demirel üzerine malum medyadaki bir televizyon programında altı çizilen o ifade ile başlayayım, müsaadenizle. Başlığa tam olarak o ifadeyi almaya çalıştım. Birileri işte tam da, “Kendi medyasını kurmayı hiç akıl edememişti” diye bahsetti Sayın Demirel’den. Bakın ben bunun, O’nu değerlendirirken aklımızda tutmamız gereken hususların ilki olduğunu düşünüyorum.
Seversiniz, sevmessiniz ama Sezar’ın hakkını Sezar’a vermek lazım; bu kadar yıl bu ülkeyi yönetti ve hiç “Hadi bakalım, hepsi aynı manşetle çıkan bir kocaman medyam olsun” diye düşünmedi. Bunu esasen bir Amerikan liberali olduğu için mi yaptı yoksa o devir öyle olduğu için aslında isteyip de yapamadı mı, bence önemli değil. Ben doğduğumda bu ülkede başbakandı, iktidardan çok uzaklaştırıldı ama sandık onu hep geri taşıdı. Çok güçlüydü. “Verdimse ben verdim” demeyi de bilirdi ama hiç malum medya oluşturmayı akıl edemedi. Belki de malum medyanın tanım gereği bir oksimoron olduğunu zaten biliyordu. Ne bileyim. Bu birinci tespitim.
Geleyim ikincisine. Türkiye’de 1920’li yıllarda doğan ve okusun diye yurt dışına gönderilen mühendis kuşağındandı. 1920’li yıllarda doğanların içini saran o kalkınma aşkı, sonraki on yıllarda doğanlarda giderek azaldı. Süleyman Demirel, aynı Necmettin Erbakan gibi fakir bir ülkenin kalkınması için siyasete girdi. 1960’larda Türkiye’de kişi başına gelir 500 doların altındaydı. Şimdi 10 bin doların üzerine çıktı. Demirel 1924, Erbakan 1926 doğumluydu. Memleketin demir çelik endüstrisi O’nun sayesinde kuruldu. Seydişehir Alüminyum da öyle. Temel endüstrilerin kurulması için Sovyetler Birliği ile iş birliği yapmak gerekiyorduysa, öyle yaptı. Üstelik bunu anti-komünist olmanın Amerikan yönetimleri için tek karar alma parametresi olduğu bir dönemde yaptı. Ben buna yurtseverlik demek gerektiğini düşünüyorum doğrusu.
Üçüncüsü, 1965 yılında ilk hükümetini kurduğunda, Türkiye’nin kişi başına milli geliri Kore’nin iki katı kadardı. Şimdi Kore’nin kişi başına milli geliri bizim 2 katımızı aştı. Açıktır ki, bütün o ağır sanayi hamlesine karşın Türkiye bir yerlerde bir hata yaptı. Kore ise doğru olanı yaptı. 1960’ların başında Türkiye’nin kişi başına milli gelirinin Amerika’nın kişi başına milli gelirine oranı yüzde 20’ler civarındaydı. Süleyman Bey 1993 yılında cumhurbaşkanı olduğunda Türkiye’nin kişi başına milli gelirinin Amerika’nın kişi başına milli gelirine oranı hiç değişmedi. Aynı dönemde G.Kore’nin kişi başı milli gelirinin Amerika’nın kişi başı milli gelirine oran ise yüzde 5’ten yüzde 50’ye yükseldi. Türkiye elbette mesafe aldı. Ama göreli durumumuz hep aynı kaldı. Türkiye hiç sıçrayamadı. 1920’lerde doğan mühendisler bir yerde hata yaptılar. Attıkları bütün adımları kamu eliyle yapmaya çalıştılar. Yaratıcı kamu-özel sektör ortaklığı projeleri geliştiremediler. İkinci Abdülhamid’in yaptığı hatayı aynen devam ettirdiler.
Türkiye elbette değişti. Ben doğduğumda Süleyman Bey başbakandı. Evimizde bir ithal buzdolabı vardı. Türkiye o yıllarda buzdolabı üretmeye başladı. Telefon lükstü, eve almak için sıra beklemek gerekirdi. Şehirlerarası görüşme kentin PTT merkezinden yardım almadan olmazdı. Kişi başına gelir 500 doların altındaydı. Şimdilerde 10 bin doların üzerine çıktı. O günlerde kentli nüfus toplam nüfusun yalnızca yüzde 30’ydu. Şimdi oldu yüzde 75’i. Ben şimdi etrafa bakınca, Süleyman Bey’i 1965 yılında kişi başına geliri 10 bin doların üzerinde olan bir ülkeye başbakan olmuş gibi değerlendirenler olduğunu görüyorum. Değildi. Bugün dertlendiğimiz pek çok konu, o günler için dert değildi.
Ama ben Süleyman Demirel’i hep “yollar yürümekle aşınmaz” ifadesi ile hatırlayacağım. Demirel’in 1968’de öğrenci olaylarına bu gözle bakması benim yaşıtlarım tarafından hiç unutulmadı. Ancak o vakit Türkiye’de kişi başı milli gelir 500 doların altındaydı, insanların yüzde 70’i köylerde yaşıyordu. O zamanlarda bile Demirel biliyordu ki sokakta yürüyenlerin dediklerini dinlemese bile yürümelerini şarta bağlayamazdı. Şimdi kişi başına gelir 10 bin doları aştıktan sonra, kimin yolda hangi gerekçe ile yürüdüğü hiç işiniz olmaz. Hele nüfusun yüzde 75’i kentlerde oturmaya başladıktan sonra kesinlikle olamaz.
Süleyman Bey köylülerden çok oy alsa da kentli bir siyasetçiydi. Bana kalırsa, tam da bu nedenle hiç kendi medyasını kurmayı akıl edememişti.
Tablo1: Türkiye ve G. Kore Kişi Başı Milli Gelirinin ABD Kişi Başı Milli Gelirine Oranı, % (1960-2013)
Kaynak: Dünya Bankası, WDI Veritabanı
Bu köşe yazısı 30.06.2015 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayımlandı.
Fatih Özatay, Dr.
27/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
26/11/2024
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024