TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
İnsanlara “Sizce dünyanın karşı karşıya olduğu en önemli küresel tehdit nedir?” diye sormuşlar. Verilen cevapları düzene koyarsanız, dünya ikiye ayrılıyor. Bir tarafta, “zengin ve fakir arasındaki uçurumun genişlemesi” diyenler var. Öte tarafta ise “artan etnik ve dini ayrımcılık” diyenler. İlk gruptakiler ağırlıkla Batının normal ülkelerinde yaşıyorlar. İkinci gruptakiler ise yoğunlukla bizim coğrafyada ikamet ediyorlar. Türkiye tanım gereği ikinci grupta yer alıyor. Biz dünya için en önemli tehdidin etnik ve dini ayrımcılık olduğunu düşünüyoruz. Şöyle normal ülkelerde yaşayanlar gibi, zengin ve fakir arasında genişleyen uçurumun ne menem bir felaket olduğundan bahsedemiyoruz. Bazen Türkiye keşke farklı bir yerde olsaydı diyorum. Latin Amerika hemen pek çekici geliyor. Ama sonra sayılarla kendime geliyorum. Bu çarpıcı durumun ne manaya geldiğinin farkında mısınız? Gelin bir anlatayım.
Önce ortadaki araştırmadan başlayayım. Amerikan Pew Araştırma Merkezi, uzun yıllardır 44 ülkeden katılımcılara dünyanın karşı karşıya olduğu en büyük tehdidi soruyor. Burada gündeme getirilen 5 ana küresel tehdit var. Bunlar çevre kirliliği, kamu sağlığını tehdit eden AIDS vb. hastalıklar-salgınlar, zengin ve fakirler arasında genişleyen uçurum, nükleer silahlanma, etnik ve dini ayrımcılık. Araştırma verilerine hem ülkeler hem de yıllar itibarıyla bakabilmek mümkün. Sonuçlarla ilgili üç tespit yapabilirim.
Türkiye’den ankete cevap verenlerin yüzde 34’ü, nükleer silahlanmanın en büyük küresel tehdit olduğunu söylemiş. Sonra yüzde 29 ile etnik ve dini ayrımcılık geliyor. Zengin ve fakir arasında genişleyen uçurum yüzde 17 ile 3’üncülüğü ancak alabilmiş. Sonra yüzde 10 ile kamu sağlığı ve yüzde 7 ile çevre kirliliği geliyor. (Cevap vermeyenler ve bilmiyorum diyenlerin oranı ise yüzde 3.)
Ben Türkiye söz konusu olduğunda nükleer silahlanma meselesinin de etnik ve dini ayrımcılık çerçevesinde değerlendirilebileceği kanaatindeyim doğrusu. Neden? Türkiye başından beri İran’ın nükleer silahlanmasına, “İran’ın bizim mahallede yürüyüşünün değişmesi Türkiye için iyi değildir” açısından bakmadı mı? Baktı. Nükleer silahlanma en önemli tehdit diyen Güney Korelilerin aklı nasıl Kuzey Kore’ye gidiyorsa, bizim aklımızın da Şii İran’a takılması bana normal geliyor. Böyle bakarsanız, Türkiye’de etnik ve dini ayrımcılık bir numaralı küresel tehdittir diyenlerin oranının tavan yaptığını söyleyebilirsiniz. O vakit Türkiye, etnik ve dini ayrımcılığı bir numaralı küresel tehdit gören ülkeler arasında kesin ilk 3 içinde yer alır. Rakamlar aşağıdaki tabloda var. Bu ilk nokta.
Geleyim ikincisine. Etnik ve dini ayrımcılığın bir numaralı küresel tehdit olduğunu söyleyen ülkeler listesine dikkatle baktınız mı? Ne görüyorsunuz? İlk 5’i sıralayayım: Lübnan, Filistin, İngiltere, Tunus ve Nijerya. İsterseniz siz 2’nci 5’e de bir bakın. Hep aynı. Müslümanların çoğunlukta olduğu ya da sayılarının giderek arttığı bir coğrafyadan bahsediyoruz. Bu coğrafya ille de Türkiye’nin etrafında değil. Malezya ve Endonezya’da da aynı küresel tehdit algısı ön plana çıkmış: Etnik ve dini ayrımcılık. Üstelik bu ayrımcılığa temel teşkil eden nefret, dünyamızı tehdit eden bir numaralı küresel mesele olarak görülüyor buradan bakınca. İçinde yaşıyoruz, görünüyor. Gelişmiş ülkelerde yaşayanlar teknolojik gelişme ile birlikte zengin ve fakir arasındaki uçurumun derinleşmesini bir numaralı küresel tehdit olarak görüyorlar. Bizim burada ise küresel tehdit algısı daha bir farklı: Etnik ve dini ayrımcılık.
Üçüncü nokta ise şu: 2002’den 2007’ye küresel tehdit algısındaki değişim, 2007-2014 arasındaki değişime hiç benzemiyor. İlk dönemde çevre kirliliği temel küresel tehdit olarak büyürken, şimdi yerini etnik ve dini ayrımcılığa bırakmış gibi duruyor. Arap Baharı, bize artan bir etnik ve dini nefret ile ayrımcılık rüzgarı getirmiş. Sistemin merkezindeki iktisadi değişim süreci oralarda zengin ve fakir arasındaki uçurumun genişlemesini temel küresel tehdit haline getirirken, bizim coğrafyada etnik ve dini ayrımcılık öne çıkmış.
İki notla bitireyim ve bir de sonuç çıkartayım. Birincisi, ben bizim coğrafyamızda olup bitenin doğrudan zengin ve fakir arasında genişleyen uçurum çerçevesine oturtulamayacağı kanaatindeyim. Burada zengin ile fakir arasındaki uçurumun, zengin ülkeler ile fakir ülkeler arasındaki uçurum ile alakası yok. Her ülkenin içinde zengin ile fakir arasındaki uçurum zaten açılıyor. Bu İspanya’da ne kadar böyleyse, Türkiye’de de öyle. OECD ülkeleri arasında gelir adaletsizliğini ölçen Gini katsayısının en kötü olduğu ülkelerin başında hala Türkiye yer alıyor. Buna rağmen biz henüz bunu bir küresel tehdit gibi algılamıyoruz. İkincisi, etnik ve dini ayrımcılık, zengin ve fakir ayrımından nitelik olarak farklı bir mesele olarak görülmeli. Toplumsal hareketliliği artıracak kamu politikaları tasarlanabilir ama etnik ya da dini kimlik değiştirilemez. Oraların derdi 21’inci yüzyılla. Bizim derdimiz ise 19’uncu yüzyıldan kalma.
Peki, bu kıssanın hissesi nedir?
İslam coğrafyasının küresel sisteme entegrasyonu, 21’inci yüzyılın temel meselesidir. Türkiye bu süreçte her etnik ve dini grubun barış içinde bir arada yaşayabileceği bir ilham kaynağı olarak hala ön plana çıkabilir. Neden? Türkiye başka bir rol oynayamayacağı için elbette. Türkiye Şiilerin lideri olamaz. İran ortadadır. Türkiye Sünnilerin lideri de olamaz. Mısır varken o rol asla bize düşmez. Suudi Arabistan’ın kendi yerel problemleri de iyice belirginleşmiştir. Bence rol çalmak için zaman israf etmeye bile değmez. Hatırlayın Birinci Dünya Savaşı’nı, halifelik bizdeydi ama o zaman da bir işe yaramamıştı. Türkiye, bu coğrafyada Kürtlerin artan önemini de göz ardı edemez. O vakit, biz ancak barış içinde birlikte yaşamaya dayalı bir demokratik laiklik önerebiliriz Müslüman coğrafyaya. İyi de yaparız. Türk dizilerinin bölgedeki yaygınlığının nedeni, İstanbul’un barış içinde birlikte yaşamaya dayalı 24 saat yaşanan bir kent olmasıdır. Bunu yapmayı becerebildiğimiz an, biz de normal ülke vatandaşları gibi zengin ve fakir arasında genişleyen uçurumun asıl küresel tehdit olduğunu algılamaya başlarız diye düşünüyorum ben. İyi de olur. Boşuna bir sürü zaman kaybettik zaten.
Tablo: Dünyanın karşı karşıya olduğu en önemli küresel tehdit nedir?
Kaynak: PEW Araştırma Merkezi, Küresel Tutumlar Anketi 2014
Bu köşe yazısı 29.05.2015 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayımlandı.
Fatih Özatay, Dr.
27/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
26/11/2024
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024