TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Türkiye’nin son derece kendi içine kapalı bir ülke olduğunun farkında mısınız? Dünyada neler olup bittiğini neredeyse hiç takip etmiyoruz. Dünyayla pek fazla ilgilemiyoruz. Etrafta neler tartışıldığını bilmiyoruz. Ama her ne hikmetse, dünyanın sürekli bizimle ilgilendiğini zannediyoruz. Herkes bize bakıyormuş gibi geliyor. Bunun aslında dünya ile bir ilgisi yok. Bu bizimle ilgili. Sırası gelince anlatırım ama bunun normal bir şey olmadığını bir not edeyim şimdilik.
Bu çerçeveden bakınca Türkiye, küresel gündemde yer tutan pek çok mesele gibi, iklim değişikliği meselesini de anlamıyor. Meselenin ne olduğunu tam olarak anlayamayınca küresel tartışmaya tüm varlığımızla katılmakta da elbette zorlanıyoruz. Neden? Bilmiyoruz. Bu yıl G20 liderliğinin en çok bu açıdan öğretici olduğu kanaatindeyim. Mesela biz Türkiye’de iklim değişikliği ile ilgili tartışmaları hala bir çiçek, böcek ve de ağaç romantizmi olarak algılıyoruz. Temel yanlışımız bu. 20’nci yüzyılda hal böyleydi ama artık öyle değil. Yalnızca bizim dünyayı takip etmekte nasıl zorlandığımızı gösteriyor. Sürpriz, sürpriz: İklim değişikliği meselesi artık sanayide teknolojik yenilenme ve inovasyona dayalı büyümenin kardeşi bir nevi. İklim değişikliği riskini azaltmak, artık bir büyüme ve istihdam problemi. Hal böyle olunca gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeleri aynı safta birleştirebilmek artık daha bir kolay. Neden, nasıl? Gelin anlatayım.
Önce yandaki resimlere bir bakın lütfen. Her iki resim de Pekin’den. Alttaki iki resim, APEC Zirvesi öncesinde ve sonrasında Pekin’i gösteriyor. Ben APEC Zirvesi sırasında oradaydım. Gökyüzü masmavi, güneş pırıl pırıldı. Herkes bana “tadını çıkar, bu şimdilik böyle” dedi. Pekin normalde aynen ilk resimdeki gibi adeta Blade Runner’dan bir görüntü tadında duruyor. İki resim arasındaki fark nedir? Şehir çevresindeki fabrikalarda üretimi durdurur, kamu görevlilerinin tamamına izin verir ve bir de tek ve çift plaka uygulamasına geçerse Pekin öyle pırıl pırıl oluyor. Nedir? İklim değişikliği ile ilgili problemimiz kul yapısıdır. Nokta.
İklim değişikliği riskini sınırlandırmazsak ne olur? Türkiye’nin bir bölümünün çölleşeceğini, tarım havzalarının önemli ölçüde sınırlanacağını, memleketin bir bölümünün de sular altında kalacağını zaten biliyoruz. Önemli olan şu: Bu bir tek bize olmayacak, hepimize olacak. O vakit tedbir almak lazım. Hayatlarımızın örgütlenme biçimi, türümüzü tehdit ediyorsa dünyadaki yaşamın örgütlenme biçimini değiştirmemiz gerekiyor. Bunun temel altyapısını yeniden ele almamız lazım. Peki, nasıl?
Mesela nüfus yoğunluğunun daha fazla, daha derli toplu olduğu kentlerde yaşamamız ve toplu taşımayı artırmamız lazım. Karşılaştırma yanda. Amerika’nın Atlanta şehrinde5,25 milyon kişi 4280 kilometrekare içinde yaşıyor. Barcelona’da ise 5,33 milyon kişi 162 kilometrekare içinde yaşıyor. Atlanta’da kişi başına karbon emisyonu yılda 7,5 ton. Barcelona’da ise aynı tutar 0,7 ton. Hadi buyurun bakalım. Ne yapalım? Göğe doğru yükselen bir kent, bir yağ lekesi gibi geniş bir coğrafyaya yayılan kentten daha mı iyidir, gökdelen daha mı yeşildir, diğer kaynaklar üzerinde baskı yaratıyor mudur, bunlara bakalım. Eğer göğe doğru yükselen bir kent daha doğa dostu ise bu kent nasıl tasarlanır, şimdiden düşünmeye başlayalım.
Yeter mi? Yetmez. Yeni bir kent tasarlarken binaların enerji verimliliğini de dikkate almak lazım. Bu amaçla malzeme biliminde, nanoteknolojide ne tür ilerlemeler varsa, işte o teknoloji platformu ile inşaat malzemesi sektörümüzü dönüştürmeye başlamakta fayda var. Bunun için, bina yapım standartlarını belirleyen yasaları ve yönetmelikleri elden geçirmek gerekiyor. Ne oluyor? Siz iklim değişikliği riskini önlemek ve enerji ihtiyacını sınırlandırmak için bina standartlarını değiştirerek tedbir aldıkça sanayinizde nanoteknoloji tabanlı bir dönüşümün de kapısını açmış olacaksınız. Ne olacak? Türkiye sanayisinin çehresi değişecek. Yeni bir hikâyemiz olacak.
Yeter mi? Yetmez. OECD ve AB Komisyonu tarafından yapılan çalışmalara göre, endüstriyel süreçlerde biyoteknolojinin kullanımı hem enerji kullanımını azaltıyor hem de karbon emisyonlarını düşürüyor. Örneğin B2 vitamini üretim sürecindekimyasal sentezin yerini alan biyoteknoloji uygulamasının, üretim sürecini 8 aşamadan 2 aşamaya indirdiği, CO2 emisyonunu ise yüzde 30 azalttığı tespit edilmiş. Nedir? Biyoteknoloji bazlı teknoloji platformunu Türkiye’ye getirsek, hem sanayimiz yüksek teknolojiye sıçrayacak hem de karbon emisyonu azalacak. İklim değişikliğini sınırlandırmak için atılacak adımlar gelişmekte olan ülkelerde inovasyona ve Ar-Ge’ye dayalı büyümenin de önünü açabilecek.
Nasıl olacak? Artık hepimiz biliyoruz, Türkiye’nin bugün yeni bir hikâyeye ihtiyacı var. Hala bir hikâye bulamadığımız için kırılgan 5’liden kırılgan 3’lüye terfi ettik. Bu amaçla, öncelikle dönüşüm programlarını odaklamak gerekiyor. Türkiye bir süreden beri bu odağı arıyor. Niteliksel dönüşüm, niteliksel dönüşüm olsun diye olmaz. Daha elle tutulur bir hedef için olur. Amaç, Türkiye’nin yüksek teknolojili sanayi malları ihracatını artırmak olmalıdır. Bu çerçevede, birden çok sektörü aynı anda dönüştürecek, verimlilik artışlarına yol açacak, biyoteknoloji, nanoteknoloji ve bilgi işlem teknolojisi gibi teknoloji platformlarına dayalı bir sınai dönüşüm hedeflenmelidir. Destekler alışmadığımız gibi ve de proje odaklı olmalıdır.
Bu yeni teknoloji platformlarına dayalı bir dönüşüm hamlesi, iklim değişikliği risklerini de sınırlandıracaktır. Gelişmekte olan ülkelerde inovasyona dayalı büyüme, yeni teknoloji platformları ile birlikte iklim değişikliği riskini azaltacak, her sektörde verimliliği artıracaktır. Türkiye dün rüzgâr ve güneş enerjisi söz konusu olduğunda, “hele bir teknoloji gelişsin, sonra bakarız” diye tanımlanabilecek miyop bir yaklaşım sergilemişti. Şimdi dönüşüm programları ile daha aktif olma zamanıdır.
Gündemi takip etmek isteyenlere New Climate Economy’nin Better Growth, Better Climate raporunu okumalarını öneririm.
Bu köşe yazısı 26.03.2015 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.
Fatih Özatay, Dr.
27/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
26/11/2024
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024