TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
'Fakirlikle mücadele devletin görevidir' biçiminde tok ve müzikal bir cümleye sığınmakla rahatlıyoruz. Neden toplumda birçok farklı örgüt varken (şirketler, bankalar, sivil toplum kuruluşları) bu işi devletin üstlenmesi gerekli?
Türkiye'de fakirlik olduğu açık. Ne kadar, azalıyor mu artıyor mu konusunda farklı görüşler var. Ama herhalde insanların "fakirlik kıskacı" içinde kalmasını isteyenimiz olamaz. Peki ne yapmak gerek? "Ekonomi geliştikçe fakirlik sorunu ortadan kalkar" biçiminde bir yaklaşımı savunmak güç. Birkaç neden var. Bir kere, gelişmenin kendiliğinden fakirliği yok etmesi, insan ömrünün katlarıyla süren zaman alabilir.
Öte yandan iktisadi gelişme öyle herkesin durumunu sürekli iyileştiren bir süreç değil. Kendi başına bırakıldığında büyüme süreci belli insan gruplarının bırakın durumunun iyileşmesini, belli bir süre kötüleşmesine bile yol açabiliyor. Bu durumda olanlarda bazen yüksek gelirliler olsa bile düşük gelirlilerin olması olasılığı daha yüksek.
'Nerede bu devlet'
Çok yatkın olduğumuz bir başka görüş, konuyu devlete havale etmek. "Fakirlikle mücadele devletin görevidir" biçiminde tok ve müzikal bir cümleye sığınmakla rahatlıyoruz. Devlet (bu kelimeyle neyi kastettiğimiz de pek açık değil ama neyse) ne yapacak? Bu yapacağı neyse, onun maliyetini nasıl karşılayacak? Tabii akla bir soru daha geliyor: Neden toplumda birçok farklı örgüt varken (şirketler, bankalar, sivil toplum kuruluşları vs) bu işi devletin üstlenmesi gerekli? Yanlış anlamayın, "Devlet bir şey yapmasın" demek istemiyorum ama neyin yapılması gerektiğini saptarsak, devlet yapmazsa yapılamayacak olanın ne olduğunu da saptayabiliriz. Böyle olunca da sorunun hiç olmazsa aşırı siyasileşmesi engellenmiş olur çünkü; sonuçta, devlet aygıtının faaliyetlerinin siyasal sonuçları vardır. Bunlara ilişkin sorumluluk da hükümetindir. Sonrası ise malum.
Topu devlete atmamızın, düşünme sıkıntısından kurtulmak ötesinde bir nedeni daha var galiba. Olaya genelde kötümser yaklaşıyoruz. Ben de "fakirlik kıskacı"ndan söz ettim. "Kurtulunması olanaksız bir durum, bir çıkmaz" gibi düşünüyoruz. Bu durumda olan insanların hiçbir donanımları olmadığını, bunun doğal sonucu olarak da onların bu durumdan kurtulmak için çabalayamayacaklarını varsayıyoruz. Onun için de "onları kıskaçtan kurtarmak" gibi dramatik bir mücadele düşünüyoruz. Bu konudaki bilgi eksikliğimiz de eklenince mücadele bir "savaş" havasına bürünüyor. O zaman da konuyu "devlete" havale etmiş olmamız bize doğal geliyor.
Konuya iyimser yaklaşmak
Oysa bu konuya biraz daha iyimser bir biçimde bakan (ya da bakmak zorunda kalan) araştırmacı ve uygulamacılar (örneğin Hindistan'da, Bangladeş'te ve Latin Amerika'da), öncelikle bu durumda olan insanların daha iyiye ulaşma arzuları olduğunu düşünüyorlar. Ondan sonra da bunu sağlama yönünde çaba gösterebilecek enerjileri olduğunu varsayıyorlar. Böyle olunca sorunun niteliği değişiyor. Hem daha iyi duruma yönelme iradesi var hem de bunun için gerekli güç, -kısmen de olsa- mevcut. O zaman üzerinde düşünülmesi gereken sorun, bu iradenin istenilen sonuçları vermesini engelleyen etmenlerin neler olduğunu bulup bunların aşılması için gerekenleri yapmaya dönüşüyor.
Bu düşünce tarzının getirdiği en önemli yaklaşım farklılığı ise izlenecek stratejinin özünün "fakirlere yardım" olmaması. Özetle amaç onların bugünkü refah düzeylerini biraz artırmak değil; onların sürekli olarak gelir sağlayabilecekleri bir dünyayı oluşturmak, yani iş yaşamına girmelerini sağlamak. Bu yardımsız olur mu? Tabii olmaz. Ama yardımın veriliş nedeni ve biçimi o insanın iş yapabilmesini sağlamaktır. Bu yaklaşım çerçevesinde vurgulanan, kişinin "fakir" olması değil "insan" olmasıdır.
Örgütlenme ve finansman
Peki bu iş nasıl yürüyecek? Şu ana kadar anlattıklarım çok yönlü bir örgütlenmeyi, insanlarla yüz yüze temas etmeyi gerektiriyor. Güney Asya'dan Latin Amerika'ya kadar deneyimler bunun devlet ve sivil toplum örgütlerinin işbirliği ile sağlanabileceğini gösteriyor. Kolay iş değil. İyi düşünüp sistematik bir biçimde bu konuyu ele almak gerekiyor. Bu konuda hazır bir reçete olduğunu da sanmıyorum. Sonuçta her toplumun kendi kültürü, örf ve âdetleri var. Kurumlarının iş yapma biçimi de farklıdır. Bu konu için gerekli örgütlenmenin mimarisini ancak kendimiz oluşturabiliriz. Hata yapmayı göz önüne alarak...
Bütün bunlar sonuçta mali kaynak gerektiriyor. "Devlet versin", daha önce de belirttiğim üzere "hoş ve boş" bir laf. İçini doldurmak gerek. Galiba genelde şöyle dolduruluyor: "Bu insanlar için kredi bulmak olanaksızdır. Çünkü ne faizini ne de aldıkları krediyi geriye ödeyebilirler. Teminat da veremezler. Onlara kredi açan zarar eder. Bu yüzden de hiçbir mali kurum onlara kredi vermez." İlk bakışta doğru gibi geliyor. Acaba? Tefeciler, zengin muhitlerde mi iş tutarlar? Tefeci faizleri, mali sistemdeki faizlerin altında mıdır? Tefecilik hep var oldu, halen de var, bırakırsak olmaya da devam edecek. Tefeciler verdikleri kredileri ve faizlerini geri alabilmişler ki yüzyıllar boyu var olmaya devam ediyorlar. Demek ki sorun bu değil.
Maliyeti yüksek kredi
Buna karşılık bu tür kredileri vermenin maliyeti yüksektir. Çünkü bunlar çok sayıda kişiye açılan çok küçük boyutlu kredilerdir. Banka bu işe tahsis edeceği kaynaklarını, başka kredilere yöneltse çok daha avantajlı olur. İşte örgütlenme sorunu bu noktada ortaya çıkıyor. Bu tür kredilerin müşterilerinin, birbirlerini denetleyecek biçimde gruplanması başta olmak üzere çeşitli yollarla bankaların bu yükünü azaltacak düzenlemeler yapılıyor. "Mikro finans" adı verilen yaklaşımda sağlanmak istenen de bu. Bankalar ile müşteri arasında yer alan bu kurum, her iki tarafın da bilgi eksikliği sorununu çözüyor, güven ilişkisinin kurulmasını sağlıyor. Ancak, bu kurumların var olması üstlendikleri işlerin maliyetini ortadan kaldırmıyor, sadece bankaların sırtından alıyor. İşte bu noktada söz konusu mikro finans kurumlarının hem etkin çalışması hem de ölçeklerinin büyümesi gerekiyor.
Türkiye'de mikro finans konusunda olumlu girişimler var. Bu girişimlerin karşılaştıkları sorunların anlaşılması, buldukları çözümlerin irdelenmesi ve diğer yapılabilir seçeneklerin neler olduğunun araştırılması ve bütün bunların sistematik bir çerçevede yapılması gerekiyor. Bu, mikro finans kuruluşlarının faaliyetlerini büyütebilmeleri için klasik anlamda yardım edilmesinden çok daha önemli. Şirketler kesiminin bu çerçeve içinde oynayabileceği rol üzerinde ise daha sonraki yazılarımda duracağım.
Bu köşe yazısı 06.08.2007 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.