Arşiv

  • Haziran 2024 (14)
  • Mayıs 2024 (16)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)

    Ne yapalım şimdi, bankalar için üzülelim mi?

    Güven Sak, Dr.09 Eylül 2014 - Okunma Sayısı: 1581

    Bank of America (BoA), Forbes dergisinin 2010 yılı listesine göre dünyanın üçüncü büyük şirketi konumundaydı. 2008 yılında menkul kıymetler devi Merryl Lynch’i de satın almıştı. BoA, uluslararası finansal işlemler şirketi konumunda bir banka. Geçenlerde tam 17 milyar dolar tazminat ödeyerek aleyhindeki mahkemenin sonuçlandırılmasını kabul etti. Bir nevi devletle anlaşarak çarptırılacağı cezayı sınırlandırmaya çalıştı. 17 milyar doları neyle kıyaslayalım? Mesela gelin şirketin geçen yılki karına bakalım. BoA, 2013 yılında 7,5 milyar dolar kar etmişti. Bu ne demek? Ceza almamak için ödemeye razı olduğu tutar, geçen yılki karının iki katından fazla demek. Bu ne getirir? BoA, bundan sonra şirketlerle ilişkilerinde riskten kaçınır elbette. Bilançosu hasar gören banka nasıl davranırsa, şimdi bunun da öyle davranmasını beklemek gerekir. Sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yer. Bilançosu hasar gören banka, riskten kaçınır. Riskten kaçınan banka, şirketlere para aktarmaktan da kaçınır. Ne olur? Ekonomik toparlanma süreci bundan zarar görür. Peki, şimdi ne yapalım? Bankalar için üzülelim mi? Yoksa derdimize mi yanalım?

    Önce biraz malumat vereyim. Öyle böyle değil, Amerikan mahkemeleri 2009 yılından beri bankalara ceza yağdırıyorlar. Yıl be yıl, belli bir tutar ceza ödeyerek dava edilmekten kurtulmaya çalışan banka sayısı artıyor. Şimdilerde sayı 10’u geçti. Bankaların anlaşmak için ödemeye razı oldukları tazminat tutarı ise 128 milyar dolara ulaştı. Üstelik bu listede yalnızca Amerika’nın kendi uluslararası bankaları yok. Fransız BNP Paribas da var, Alman Deutsche Bank da. Amerikan mahkemeleri kimsenin gözünün yaşına bakmadan ceza kesmeye devam ediyorlar. Bu arada,  Hollande, Obama’yı arıyor. Konuyu açıyor. Aldığı cevap açık, “Vallahi benim burada bir hâkimi arayıp bir şeyler rica etme yetkim yok. Sizin var mı?” Reuters’in geçenlerdeki bir haberine göre, Fransa ve Almanya konuyu, Kasım 2014’te Brisbane’de yapılacak G20 toplantısına götürmeye çalışıyorlarmış. Amerikan mahkemelerinin tazminat kararları, sonuçta Avrupa’daki büyüme sürecinin esenliğini yakından etkileyebilecek. Ne denir? Elveda bağımsızlık mı?

    Arjantin tahvilleri ile ilgili Amerikan mahkemesi kararını hatırlayın lütfen. Arjantin hükümeti 2001 yılında tahvil borçlarını ödeyemedi. Tahvil sahiplerinin yüzde 97’si ile 2005 ve 2010 yılında anlaştı. Anlaşmayan yüzde 3’lük grup Amerikan mahkemesine gitti. Mahkeme, yüzde 3’lük grupla bir şekilde anlaşma yapılmadan, anlaşma yapılan yüzde 97’ye ödeme yapılamayacağına karar verdi. Arjantin hükmen iflas etmiş sayıldı. Aslında anlaştığı yüzde 97’ye gereken ödemeyi yapabilmek için lazım olan parayı Amerikan bankasına depo etmişti. Ödeyemedi. İflas etmiş sayıldı. Şimdi piyasalarda iflas etmiş ülke muamelesi görüyor. Garip ama son derece yasal.

    Millet neden endişeli? Amerikan mahkemelerinin başlattığı bu ceza/tazminat süreci kolayca bitecek gibi durmuyor. Sürecin bundan sonraki aşamasında sıranın emeklilik fonlarına ve diğer kurumsal yatırımcılara doğru sıçraması bekleniyor. Ne olacak? Herkesin bilançosu bu işten etkilenecek. Düşünün mesela, bir emeklilik fonu olan Wells Fargo 25 milyar dolarlık tazminat tutarı gibi bir tazminat ödese ne yapacak? Ceremeyi hiç problemi olmayan bir ülkenin menkul kıymetlerini satarak çıkaracak. Ne olacak? Mesela Türkiye kâğıtlarını boşaltacaklar, karlarını realize edecekler. Buyurun bakalım, demek ki Amerikan tazminatları bizi de doğrudan ilgilendiriyor.

    Amerikan bankaları başta olmak üzere, bankalar verdikleri krediyi menkul kıymete çevirip satarak para kazanmaya başladığında, en sonunda iş menkul kıymet haline getirmek için kredi açmaya döndü. Kredi değerliliği olmayana kredi açıp, menkul kıymet haline getirip sattılar. Paradan para kazandılar.  Parayı kredi olarak sattılar. Para kazandılar. Krediyi menkul kıymete dönüştürüp, emeklilik fonlarına sattılar. Para kazandılar. Emeklilik fonları, o menkul kıymet portföylerini yönetti. Para kazandı. Menkul kıymetleri kurumsal yatırımcılara sattılar para kazandılar. İnsanlar o kurumsal yatırım portföylerine tasarruflarını emanet etti. Bütün bu sistemi döndürmek için yeterli kağıt bulabilmek için, kredi değerliliği olmayana kredi açtılar. Fazla olan riski azmış gibi gösterdiler. Bir nevi şehir şebeke suyuna kanalizasyon suyunu bilerek karıştırdılar. Millet, bugünlerde Ankara’da olduğu gibi hastalanmaya başladı. Dizanteri vakaları arttı. “İki yıla emekli olurum, yeterli param birikti” diyenler, bir on yıl daha çalışmaları gerektiğini üzülerek öğrendiler. Şimdi o nedenle bu kurumlar tazminat ödüyorlar. Böyle bakarsanız, bu tazminatlar çok değil az bile.

    Zaten tam da bu nedenle, bu aralar, Amerika’da kimse bankaları sevmiyor. 2008 küresel krizinin kaynağında bankaların hesapsız riskleri vardı. Herkes çektiklerinin ceremesini bankaların ödemesi gerektiğini düşünüyor. Amerikan Başkanı Obama, geçenlerde Roosevelt’ten beri ilk kez “işçi olsam ben de sendikalı olurdum” dedi ya, işte de tam da bu nedenden bana sorarsanız. Herkes bu aralar finans şirketlerinin hesap vermesini istiyor.

    Ama süregiden bu ceza sürecinin somut bir bilanço etkisini de doğrusu ya, beklemek gerekiyor. İşte size küresel bir endişe kaynağı daha.  Bir de Amerikan mahkemelerinin kontrolsüz gücü meselesi var ki, bakın o da başka bir küresel endişe kaynağı doğrusu.

    Ne diyeyim? Bir nevi, aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık hali.

    Bu köşe yazısı 09.09.2014 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayımlandı.

    Etiketler:
    Yazdır