Arşiv

  • Haziran 2024 (14)
  • Mayıs 2024 (16)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)

    Eski Türkiye'den yenisine dersler

    Fatih Özatay, Dr.04 Eylül 2014 - Okunma Sayısı: 1368

    Gerçekten ekonomik açıdan da 'Yeni Türkiye' oluşturulmak isteniyorsa, ekonomik istikrarın gelecekte de süreceğini hemen herkesi ikna edecek bir kurumsal yapıya ihtiyacımız var.

    ‘Yeni Türkiye’ denildiğine göre geride bıraktığımız ‘Eski Türkiye’ oluyor. Eski Türkiye’nin ekonomik açıdan en büyük başarısı olarak ekonomik istikrarın sağlanmış olması gösteriliyordu. Dikkat: Ekonomik istikrar başka büyüme başka. Büyüme oranını artırmak ve giderek daha fazla zengin bir ülke haline gelmek için ekonomik istikrar şart. Ne var ki yeterli değil.

    Teori yeteri kadar açık ama teoriye gitmeye gerek yok; ‘Eski Türkiye’ iyi bir örnek: Makroekonomik istikrarın sağlandığının söylendiği bir dönemde, kişi başına gelir düzeyimiz ile zengin ülkelerin kişi başına gelir düzeyi arasındaki fark sadece ‘milim’ düzeyinde kapandı. Bu köşede bu anlamda ‘yerimizde saydığımıza’ dair çok sayıda yazı çıktı.

    Dolayısıyla, ‘Eski Türkiye’nin en temel ekonomik sorunu, ‘zengin ülkelerle arasındaki farkın aynı kalması’ olarak ortaya çıkıyor. ‘Yeni Türkiye’ için bu resmin değişmesi gerekiyor. Değişir mi? Hükümet programına ya da Orta Vadeli Ekonomik Program’a “tasarruf artırılacaktır”, “verimlilik yükseltilecektir” şeklinde temenniler yazmakla olmuyor elbette. İcraat gerekiyor. Ne son 12 yılda ne de daha öncesinde bu beceriyi gösterdik. Umarım geçmiş geleceğin aynası olmaz, bu becer düzeyine ulaşırız. Kısacası, önümüze bakacağız…

    Bakarız elbette de, insanın aklına şu soru gelmiyor değil: Gerçekten ekonomik istikrarı sağladık mı? Elbette kamu bütçe açığını çok azalttık; bu nedenle borçlanma faizi çok düşük düzeylere indi, kamu borcunun milli gelire oranı düşük düzeylerde, borcun vadesi uzadı. Elbette çok daha sağlam bir finans sektörümüz var. Elbette enflasyon ve reel faiz geçmişle kıyaslanmayacak kadar düşük. Ama sorduğum soru geçerli yine de: Sağladık mı ekonomik istikrarı?

    Gelin, ekonomik istikrara bir de şöyle bakın: İstikrar dediğiniz şey sadece ‘an’a ilişkin olmamalı. Hem ‘an’ önemli hem de ‘an’ın gelecekte de süreceğinin garantisi olmalı. Yani, finans sektörünün sağlamlığı yeterli değil, gelecekte de sağlam kalacağına ikna olmalıyız. Düşük kamu borcu yeterli değil; gelecekte de düşük kalacağını bilmeliyiz. Aynı vurgular bütçe açığı, enflasyon ve reel faiz için de geçerli.

    Peki, ‘an’ın gelecekte de süreceğinin garantisi ne? Biz faniler için şüphesiz geleceği bilmek mümkün değil. Hiç öngörülemeyen gelişmeler olabilir. Geleceğin tüm bilinmezliğine karşın, ‘an’ın gelecekte de süreceğine ikna olabilir ekonomik birimler. Bunun garantisi sağlam kurumsal yapıdan geçiyor. Somut bir örnek: Merkez Bankası kararlarını yasayla kendisine verilmiş hedefler ve sorumluluklar çerçevesinde bağımsız biçimde mi alıyor, yoksa kendisine şu ya da bu biçimde baskı mı yapılıyor? İlki geçerliyse, para politikası açısından kurumsal bir garanti var demek. Aynısı Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu için de geçerli. Ya da Sermaye Piyasası Kurulu için.

    Tek tek örnek vermeye gerek yok. Tekil örnekleri bir bütünün içine yerleştirmek mümkün çünkü: Eski Türkiye’de tarif ettiğim anlamda ekonomik istikrar var idiyse neden Bakanlar Kurulu’nun ekonomi ayağının kimlerden oluşacağı hakkında bu kadar tartışma çıktı? “Şu gelirse istikrar bozulur, bu kalırsa bozulmaz” dendi? Yanlış anlamayın, “şu gelirse ‘istikrarın’ bozulacağını, bu kalırsa bozulmayacağını” ben de görüyordum. Ama mesele de burada işte. Demek ki ‘an’ın gelecekte de süreceğine ilişkin kurumsal yapıyı (buna anlayış da dahil elbette) oluşturamamış Türkiye. Bu anlamda ekonomik istikrar yokmuş o Türkiye’de.

    Çıkan sonuç şu: Gerçekten ekonomik açıdan da 'Yeni Türkiye' oluşturulmak isteniyorsa, birincisi, ekonomik istikrarın gelecekte de süreceğini hemen herkesi ikna edecek bir kurumsal yapıya ihtiyacımız var. İkincisi, “on yedinci büyük ekonomiyiz” ya da “kişi başına gelir düzeyini 3 bin dolardan 10 bin dolara çıkardık” gibi boş övünmeler yerine, ‘zengin ülkelerle aramızdaki gelir farklılığının neredeyse hiç değişmeden kaldığı’ olgusunu kabul edip adımlarımızı ona göre atmalıyız.

     

    Bu köşe yazısı 04.09.2014 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayımlandı.

    Etiketler:
    Yazdır