Arşiv

  • Haziran 2024 (14)
  • Mayıs 2024 (16)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)

    Türkiye için imtihanın biri bitmeden öteki başlıyor

    Güven Sak, Dr.31 Temmuz 2014 - Okunma Sayısı: 1725

    Artık meşrebinize kalmış, nasıl istiyorsanız öyle niteleyin. İsterseniz ilginçliğin biri bitmeden öteki başlıyor deyin, isterseniz imtihanın biri bitmeden diğeriyle sınanıyoruz diye bakın. Her durumda benim bugün anlatacaklarım açısından sonuç değişmiyor. Türkiye zor bir dönemden geçiyor. Gidişat öyle gösteriyor ki durum daha da zorlaşacak.

    IMF geçen Salı günü yeni bir rapor daha yayımladı. 2014 yılı Karşılıklı Etkileşim Raporu (Spillover Report) dünya ekonomisi için genel bir çerçeve çiziyor. Ana hikâyede bir değişiklik yok: Gelişmiş ekonomiler büyümeye başlıyor, gelişmekte olan ekonomiler yavaşlıyor. Bizim gibi ülkelere yönelik fon akımları azalıyor. Türkiye gibi kırılgan ekonomilerin hassasiyetleri daha da belirginleşiyor. Enflasyonu bu kadar yüksek, cari işlemler açığı bu kadar kallavi olmayan bizden başka ülkeler var. Türkiye için işler kolay değil.

    Elbette rapordaki her bir lafı virgülüne kadar ciddiye almamakta fayda var. John Kenneth Galbraith, bundan epey bir süre önce ekonomik tahminlerle ilgili olarak bizi uyarmış, ekonomik tahminlerin en büyük katkıyı astrolojiye yaptığını söylemişti. O tahminler sayesinde, astroloji bir bilim dalı olarak bir nevi saygınlık kazanıyordu. Dünya şimdilerde o kadar hızlı bir biçimde değişiyor ki, her gün tahmin modellerine ya yeni bir parametre eklemek ya da eski bir parametreye yeni bir anlam yüklemek gerekiyor. Zor yani. Alın mesela Türkiye’yi. Merkez bankamız paralel evrenden aramıza geri dönmemiş olsaydı şimdi başka bir tahmin setinden bahsediyor olacaktık. Ama döndü. Şimdi ortada bir başka tahmin seti var. Arka arkaya o kadar çok değişiklik oluyor ki, tahminleri sürekli yenilemek gerekiyor. İşin ciddiyeti ortadan kalkıyor. Bu söylediklerim, IMF raporu ve içindeki tahminler için de geçerli. Tahminler bir dizi varsayım altında doğru. Ama dünya yeniden değişirse, kim bilir neler olur?

    Müsaadenizle gördüğüm birkaç imtihanı not edeyim. İkisi Türkiye dışından, biri doğrudan bizden kaynaklanıyor. Birincisi, dünya 1930’dan beri en ciddi küresel ekonomik krizini yaşıyor. Son 80 yıldır böyle bir şey olmamıştı. Ne yapılacağını kimse tam olarak bilmiyor. 2008 yılında krize giren Amerikan ekonomisi artık krizden çıkıyor. Yeniden büyüyor. Şöyle söylemek mümkün: 2014 yılında Amerikan ekonomisinin yüzde 3 civarında bir büyüme sergilemesi bekleniyor. Türkiye ekonomisinin büyüme oranı da yüzde 3’e yakınsayacak gibi duruyor. Aynı yere gidiyoruz yani. Hâlbuki 2011 yılında Amerikan ekonomisi yüzde 1,8 büyürken biz tam 8,8 büyümüştük. Onlar büyüme hızını yaklaşık yüzde 65 artırırken, biz yaklaşık yüzde 65 azaltıyoruz. Üstelik bunu üç yıl içinde yapıyoruz. Ayrıca bu derin yavaşlama esnasında yüksek enflasyon ve yüksek cari işlemler açığı gibi pek az ülkede olan dengesizliklerimiz var. On yıldır enflasyon hedefi tutturulamayınca tam da böyle oluyor işte.

    İkincisi, Birinci Dünya Savaşı’ndan kalan ne varsa dökülüyor. Çevremizdeki ateş çemberi son yüz yıldır hiç böyle olmamıştı. Dedemin yüzyıl önceki Çanakkale, Rus Cephesi, Mezopotamya ve Filistin Cephesi anılarını müstehzi bir ifadeyle ailece dinlerdik. Her Nisan’ın 25’inde, Çanakkale ile ilgili takvim yaprağını sabahtan önümüze koyması bir nevi aile geleneğiydi. Şimdi o günleri yeniden yâd etmek gerekiyor. İkinci Dünya Savaşı, Sovyetler Birliği’nin dağılması ve Almanya’nın birleşmesi ile birlikte sona erdi. Ama Birinci Dünya Savaşı henüz sona ermedi. Türkiye’nin etrafındaki meselelerin tamamı Birinci Dünya Savaş’ından kalma meseleler. Ukrayna’dan Suriye ve Irak’a, arka arkaya, hep Birinci Dünya Savaş’ından kalma meseleler hortluyor. Yaklaşık 100 yıl önceden kalma bu meseleler bizi bir bir imtihana tabi tutuyor. Biri bitmeden öteki başlıyor. Not edeyim, akılda kalsın. Yüz yıldır olmayan işler oluyor. Zor yani.

    Bugünlerde Rusya’ya uygulanacak yaptırımlar ile Asya kapımızı daha da kapatabilecek bir yeni sürecin başındayız. Fon akımları açısından geçici rahatlamaların bizi rehavete sürüklememesi gerekiyor. Küresel ekonominin Rusya’ya iktisadi yaptırım uygulaması Türkiye için iyi değildir. Bırakın doğalgaz konusundaki bağımlılığımızı, Rusya’nın refahının azalması hem ihracatımız hem de turizm gelirlerimiz için kötü haberdir. Rusya’nın refahının azalması, Türkiye için tartışmasız kötü haberdir. Hatırlayın, Irak yaptırımları kötü olmuştu. İran yaptırımları da kötü oldu. Rusya yaptırımları da şüphesiz kötü olacaktır. Türkiye ekonomisinin 2014 yılı performansını düşünürken, bu hadiseyi de dikkate almakta fayda vardır. Zaten yavaşlayan ekonomimize olası etkisi negatif olacaktır.

    Üçüncüsü ise tamamen iç kaynaklıdır ve yine son 90 yıldır örneği görülmemiş bir hadisedir. Türkiye ilk kez doğrudan halkoyuyla Cumhurbaşkanı seçecektir. Üstelik bunun yasal çerçevesi de tanımlanmamıştır. Ben yüzde 50’lerde bir oyla seçilecek bir cumhurbaşkanı ile yüzde 40’larda bir oyla seçilecek bir başbakanın, bu anayasada çizilen çerçevede, bir arada yaşayamayacağı kanaatindeyim.

    Etrafımız bir ateş çemberi ile çevriliyken, Türkiye arkasında ne olduğunu bilmediği bir kapıyı açmaktadır. Yüz yıldır olmayan işlerin olduğu bir coğrafyada kendi işimizi kendimiz biraz daha zorlaştırıyoruz.

    İşimiz neden zordur? İki nedenle zordur. Birincisi, bu anayasal düzenlemeler veriyken, altı ay sonra bir anayasal kriz kaçınılmazdır. Bu nedenle kötüdür. Üstelik Anayasa’nın nasıl değişebileceğine ilişkin bir çıkış yolu da görünmemektedir. İkincisi, değişecek olan yalnızca Cumhurbaşkanı değildir. Cumhurbaşkanı adaylığı ve hükümet partisinin üç dönem kuralı nedeniyle, başbakan ve bakanlar da değişebilecektir. En önemlisi ekonomiden sorumlu bakan değişebilecektir. İktisadi politika belirsizliği ile siyasi belirsizliğin birbirine karıştığı, daha önceden örneği görülmemiş bir döneme giriyoruz. Yukarıda bahsettiğim etkilere negatif bir katkı da buradan olacaktır. Negatif katkının boyutu siyasi değişimin boyutu ile birebir alakalı olacaktır. Her şey aynı kalırsa, negatif katkı olmaz. Her şey değişirse, yönetilmesi gereken bir riskimiz olacaktır.

    Bakın son on yıldır hiç böyle bir dönem olmamıştı. İlk kez oluyor. Peki, demokrasi kötü müdür? Hayır. Burada kötü olan, bir halden ötekine nasıl geçeceğimize dair her tür planın ancak 10 Ağustos’tan sonra şekillenmeye başlayacak olmasıdır. İlk turun sonuçlarına göre, Türkiye’nin yarını şekillenecektir. Temel taş yerinden oynarsa, dengeler değişir. Oynamazsa, değişmez. Bunu bugünden bilmek mümkün müdür? Hayır.

    Şimdi bana söyler misiniz, bu ortamda sağlıklı iktisadi tahmin olur mu?

    19’uncu yüzyıl tarihçisi William Gilmore Simms “Sanıyorum iktisatçılar tahminlerinde noktadan sonra gelen rakamlara muziplik olsun diye yer veriyorlar” derken haksız mıdır?

    Değildir.

     

    Bu köşe yazısı 31.07.2014 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.

    Etiketler:
    Yazdır