Arşiv

  • Haziran 2024 (14)
  • Mayıs 2024 (16)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)

    Tüketim her zaman üretimi artırmaz

    Güven Sak, Dr.01 Temmuz 2014 - Okunma Sayısı: 2580

    Wall Street Journal Türkiye’yi izliyor musunuz? Ben bu Türkçe internet sitesini büyük bir zevkle izliyorum. Orada ekonomi gazeteciliği yapılıyor. Size de söylemiş olayım. Son zamanlarda güncel gelişmelerle ilgili olarak iktisatçılarla güzel söyleşiler de yayımlıyorlar. TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi’nden Fatih Özatay ile yapılan söyleşi pek güzeldi. Geçenlerde ise Bilkent Üniversitesi’nden Refet Gürkaynak ile tam yerine denk gelen bir söyleşi yayımlandı. Sayın Başbakanımız geçen akşam yine ekonomi ile ilgili bir şeyler dedi. Malum bizim burada siyasetçi olmakla, köşe yazarı olmak hep birbirine karıştırılır. Köşe yazarı siyasete yön vermenin misyonu olduğunu sanır, Başbakan başta olmak üzere Bakanlar Kurulu’nun her üyesi de herhangi bir gelişmeyi yorumsuz bırakmanın görev ihlali olduğunu zannederler. Ortalık polemikten geçilmez. Bu arada, incir çekirdekleri hep boş kalır. Doğrusu ya, Wall Street Journal Türkiye’nin  Refet Gürkaynak söyleşisi o iftar muhabbetinde söylenenlerle tam yerine denk gelmiş ve de manzara koymuş oldu. Bakın nasıl oldu.

    Sayın Başbakanımız sohbet esnasında tüketim artacak ki üretim de artacak mealinde bir şeyler söylemiş. Refet hocamız da ilgili söyleşide tam da bunu anlatıyor. Açın bir bakın. Tüketim talebindeki her artış öyle otomatikman gidip de üretimi filan artırmaz. Tüketim talebindeki artış ne zaman üretimi tetiklemez? Ekonomi eğer tam kapasitede çalışıyorsa, mevcut kapasite ile bundan daha fazla üretim yapabilmek, bugünden yarına mümkün değilse, tüketim talebindeki artış, üretimi artırmaz. Neyi artırır? Üretim eğer kapasite kısıtına takılıp kalmışsa, artan tüketim talebi cari işlemler açığını ve de enflasyonu artırır. Zaten memleketin cari işlemler açığının bu kadar yüksek olmasının temel nedeni de budur. Enflasyonun yüksekliği de bundandır. Ahali tasarruf etmeyip, varını yoğunu tüketime harcıyorsa ne olur? Önce talep edilen mallar dışarıdan alınmaya başlanır. Bu arada dışarıdan alınamayanlar başta olmak üzere, artan talep malların fiyatlarını artırır. Ne olur? Cari işlemler açığı daha da artar. Enflasyon daha da artar. Ne olur? 2001 yılında hepimize pahalıya mal olan iktisadi istikrarın köküne kibrit suyu ekilir. Bunu da herhangi bir üniversitenin dört yıllık ekonomi bölümünde, ekonomiye giriş dersi alan herkes bilir.

    Soru şudur: Türkiye ekonomisi mevcut üretim kapasitesinin sınırında mıdır? Refet Gürkaynak’ın bu soruya ilgili söyleşide verdiği cevap “Evet”tir. Doğrusu ya, ben de aynı kanaatteyim. Siz de söyleşiye bir bakın ve kararınızı verin. 2000’lerin başından beri Türkiye’nin işsizlik oranı bugünkü yüzde 9’lar seviyesindedir. Yapılan anketler şirketlerin yaklaşık yüzde 30’unun mevcut iş gücüne baktığında bir beceri uyumsuzluğundan bahsettiğini göstermektedir. Şirketlerin çalışanlarında aradıkları becerilerle, çalışanların sahip olduğu beceriler birbirleri ile uyumlu değildir. Ortada yapısal bir mesele vardır. On yılda beş bakan eskiten milli eğitim alanında kapsamlı bir reform yapılmadan, Türkiye’de işverenlerin aradıkları vasıflara sahip elemanlar bulabilmesi mümkün değildir.

    Bu ne demektir? Somut olarak şudur: Diyelim memlekette biyoteknoloji alanında yatırım yapacaksınız. Temel bilimler alanında nitelikli elemana ihtiyacınız vardır. TEPAV’dan Selin Arslanhan’ın çalışması biyoteknoloji alanında ön gereklerden birinin temel bilimler çalışmaları olduğunu göstermektedir. Biz ise son on yıldır üniversitelerimizin temel bilimler bölümlerini halletmekle meşgulüz. Unutmayın. Bir biyoteknoloji yatırımcısının arayacağı Türkiye’de hemen mevcut değildir. Biyoteknoloji ürünlerine memlekette talep vardır. Ancak ortada da bir “Hoppala paşam, Malkara Keşan” durumu vardır. O talep, memleketin kapasite kısıtı nedeniyle, yatırıma ve de üretime öyle hemen dönüştürülememektedir.

    Geçenlerde ben İzmir’de bunları anlatınca “Peki, eğitim uzun vadeli bir işse, Türkiye burada son on yılını kaybetmişse, şimdi treni kaçırdı mı, yapacak bir iş yok mu?” diye sordular. Doğrudur. Bir eğitim reformu ancak on yılda sonuç üretebilir. Türkiye son on yılını fena harcamıştır. Ama elbette yapılabilecek bir iş vardır. Ülke üretim kapasitesinin sınırına gelmişse, önce o kapasiteyi nasıl artıracağını düşünmeye başlamalıdır. O da öyle ezbere olmaz. Hangi sektörlerde yatırımlara hemen yer açmak istiyorsa, onunla uyumlu bir göçmen politikası tasarlamak gerekir. Türkiye’nin kısa vadede çevre ülkelerdeki iyi yetişmiş temel bilimcilere, mühendislere, doktorlara ihtiyacı olabilir. İhtiyaç neyse, onunla uyumlu olarak bir göçmen alım politikası tasarlamak gerekir. Beceri neredeyse onu şimdiden memlekete toplamak gerekir.

    Memleketin her alandaki kapasite kısıtlarını dikkate almadan, talep artınca üretim artar demek mümkün değildir. Talep artınca, ancak siz gerekli yapısal şartları sağlamış, yapısal reformlarınızı yapmışsanız, üretim artar. Yoksa siz ev ödevinizi ihmal etmişseniz, yapısal adımları unutmuşsanız, talep artınca üretim artmaz. Artsa artsa cari işlemler açığı artar. Artsa artsa enflasyon artar. Sonra yatırım hiç gelmez. Kötü olur. Üzülürüz. Bu kıssadan ilk hissedir. Geleyim ikincisine. Memleketin eğitim altyapısını tam on yıl ihmal ederseniz, gün gelir, üretim kapasitesini genişletmek için içeride bu kadar işsiz varken dışarıdan göçmen getirtmekten başka çareniz kalmaz. Kötü olur. Üzülürüz. Başka çaremiz kalmaz.

    Ekonomi işte böyledir. Arz ve talep eğrisi aynı anda kaymaz arada mutlaka bir zaman uyumsuzluğu meselesi vardır. Ve bütün hikaye işte tam da oradadır.

     

    Bu köşe yazısı 01.07.2014 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayımlandı.

    Etiketler:
    Yazdır