Arşiv

  • Haziran 2024 (14)
  • Mayıs 2024 (16)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)

    Ve o arada memlekette iyi işler de oluyordu

    Güven Sak, Dr.26 Haziran 2014 - Okunma Sayısı: 1454

    Türkiye’de her şeyin kötüye gitmekte olduğunu düşünüyor olabilirsiniz. Ama yapmayın. İyi giden işler de var. En azından ortada bazı iyi niyetli çabalar var. Bugün, etrafta gördüğüm bir kaç olumlu alameti birbirine bağlamak isterim. Bağlayayım ki, ileri teknoloji arayışında kör kuyularda kaybolmamış olduğumuzu siz de bir görün. Bakalım benimle aynı kanıda olacak mısınız? Boşyere mi seviniyorum bilmiyorum ama ben bunların olumlu yönde atılan adımlar olduğunu düşünmeye başladım. Farz edelim, ilki yanlışlıkla oldu. Hadi ikincisine de rastlantı diyelim. Ama üçüncüsü de olunca bana sanki ortaya bir eğilim, bir trend çıkmaya başladı gibi geldi. Ben de haydi hayırlısı demeye başladım.

    Yigal Ehrlich’i bundan beş altı yıl kadar önce İsrail’de tanıdım. Kendisi İsrail’de fonların fonu olarak nitelenebilecek YOZMA’nın kurucusuydu. Yeni girişimlere kaynak aktarıyordu. İsrail’de ileri teknolojiye dayalı ortalıklar olsun diye çalışıyordu. Ehrlich’e, ”İşe başladığınız yıllarda fon dağıtım kararlarınızı nasıl verdiniz?”, diye sordum. Onun, bu ileri teknoloji yatırımlarını kamu kaynakları vasıtasıyla desteklemeye başladığı 1990’lı yılların başında, İsrail’de henüz ileri teknoloji yatırımları yoktu. Sonraları YOZMA ile oldu. Ehrlich, ”Başlangıçta bu kadar katı kurallar yoktu. Şanslı gördüğümüz yatırımları ince eleyip sık dokumadan destekledik”, diye cevap verdi. “Sonra bir bölümü tuttu”, diye de ekledi. Bu cevabı hep aklımda tuttum. İleri teknoloji memlekete nasıl gelir?  İleri teknoloji memlekete bir avuç cesur insanın hangi sektörleri desteklemeye başlayacaklarını açıklamaya cesaret etmeleri ve risk almaları ile gelir.  Burada utangaç davranışlara yer yoktur.

    Türkiye’nin teşvik sistemi son derece eşitlikçidir. Bir nevi ne şiş yansın ne kebap, herkese aynı desteği verelim, üstümüze bir sorumluluk yapışmasın yaklaşımıdır bizimki. Biz her şeyi aynı oranda destekleriz. Farklı desteklediklerimiz varsa da kimse onları görmesin isteriz. Değişiklik nereden gelir? Utangaç olmamaktan elbette. Ben, Yigal Ehrlich’le sohbet ettiğimde bu kanıya varmıştım.

    Türkiye şimdilerde ileri teknoloji için gereken altyapısını sağlamlaştırmayı hedefliyor. Geçenlerde önce Hazinemiz fonların fonu düzenlemesini gerçekleştirdi. Ne yaptı? Girişim sermayesi altyapısını tamamlamak için, kamu kaynaklarını girişim sermayesi fonlarına aktaracak, fon dağıtım kararlarına karışmayıp alınan pozisyon risklerini paylaşacak fonların fonu düzenlemesini hayata geçirdi. Bu birinci alametti. Şimdilerde Hazine’nin çağrıya çıkıp fonların fonu kurmak isteyenleri davet etmesini bekliyoruz.

    İş bu kadarla da kalmadı. Yalnızca altyapı ve fonlama imkânlarını geliştirme çalışması yapılmadı. Aynı zamanda ortalığı bir biyoteknoloji tartışması da sardı. Konu birden bir sektöre doğru da odaklanmaya başladı. Biyoteknolojinin ismi önce 10. Kalkınma Planı’nda geçti. Ben, 10. Kalkınma Planı’nın, Korece konuşmayı öğrenmeye çalıştığımız ilk doküman olduğu kanaatindeyim. Utangaç bir biçimde de olsa Türkiye bir teknoloji platformundan ve bazı sektörlerden olumlu bir biçimde bahsetmeye başladı. Bu da ikinci alametti. Ben yine rastlantı olabilir diye baktım. Derken geçen hafta, Bilim Teknoloji Kurulu’nda Sayın Başbakan konuştu ve bence son derece doğru bir kaç hedef ortaya koydu. Şu son dönemde Sayın Başbakan’ın her dediğini beğendiğim söylenemez. Ama bakın bu son konuşmayı sevdim. Dedi ki:

    “Günümüzde biyoteknoloji ürünleri sadece sağlık alanında değil, tüm sektörlerde önemli hale geldi. Hedefimiz, ülkemizi biyoteknolojik, biyobenzer ürünler başta olmak üzere daha yüksek katma değerli ilaçlar üreten rekabetçi bir yapıya kavuşturmaktır. Bunun için de yurt içi tıbbi cihaz, tıbbi malzeme ihtiyacının yüzde 20'sini, yurtiçi ilaç ihtiyacının yüzde 60'ının yerli üretimle karşılanmasını hedefliyoruz. Sağlık hizmetlerinde kendi önceliklerimiz ve hassasiyetlerimize uygun olarak biyoteknoloji odaklı atılımları gerçekleştirme mecburiyetinde olduğumuz bilinciyle hareket ediyoruz”.

    İşte ben bu üçüncü alametten sonra hakikaten ortada bir trend mi var diye merak etmeye başladım. İnşallah öyledir.

    Ben esas olarak bu gidiş yolunun son derece doğru olduğu kanaatindeyim. İleri teknolojinin memlekete gelmesi için en üst düzeyde destek gerekir. Meselenin en üst düzeyde farkına varmış olmak gerekir. Son bir kaç yıla bakarsanız, en üst düzeyde bir ilginin şekillenmekte olduğunu söylemek gerekir. Bu bir.

    İkincisi, biyoteknoloji ve biyoteknolojik atılımlar ileri teknoloji ailesinin elbette bir parçasıdır. Biyoteknoloji, bugüne kadar bazı kimyasalların karıştırılması ile yapılan işlerin artık canlı organizmalar vasıtasıyla yapılması anlamına geliyor. Böyle bakarsanız tarımdan temizlik sektörüne, ilaçtan tekstile, otomotivden enerjiye her alanda biyoteknolojik atılımların olduğu yeni bir çağdayız. Eskiden başka türlü yapılan işler şimdi canlı organizmalar kullanılarak da yapılabiliyor. Biyoteknoloji, Türkiye gibi bir ülkenin ileri teknolojiye sıçraması için müjdeli haberler içeriyor bana sorarsanız. Geçen yıl kim bir sürü biyoteknoloji yatırımı çekti? Rusya ve Hindistan. Onlar yapıyorsa, bizim neyimiz eksik, söyler misiniz? Hemen heyecanlanmayın, ben bir anlatayım önce.

    Geleyim üçüncüsüne, Türkiye’nin ihracat sepeti 2007 yılından beri artık gelişmiş ülkelerin ihracat sepetine doğru yakınlaşmasını bir kenara bıraktı. Avrupa’nın krizi bize iyi gelmedi. Memleketimizin ihracat sofistikasyonu artık gelişmiş ülkelere doğru yakınsamıyor. İşte tam bu ortamda biyoteknoloji vurgusu yerindedir. Biyoteknolojik ürünlerle ihracat sepetimizin gelişmiş ülke sepetlerine daha fazla benzemeye ve ihracat sofistikasyonunun artmaya başlamasını beklemek gerekir. Unutmayın, ihracat sofistikasyonu artarsa zenginleşiriz.

    Türkiye, dünyanın 16’ıncı en büyük ilaç alıcısıdır. Alınan ilaçların yüzde 90’ından fazlasını devlet almaktadır. Bugüne dek ilaç alımları kamunun bütçedeki yükünü hafifletecek biçimde yürütülmüştür. Hâlbuki kamu alımları 10’uncu Kalkınma Planı’nda da vurgulandığı gibi sanayinin niteliksel dönüşümüne katkı sağlayacak bir araç olarak da kullanılabilir ve kullanılmalıdır.

    Türkiye bugüne kadar ilaç alım politikası denildiğinde yalnızca sağlık hizmetleri yelpazesini ücretsiz bir biçimde ve hesapsızca genişletmeyi hedeflemiştir. Bu amaçla bir kere, üç kere, yedi kere ilaç fiyatı indirimi alınmıştır. Ancak ilaç alım politikası şimdiye kadar ülkede ileri teknoloji yatırımlarını destekleyecek bir mekanizma olarak kullanılmamıştır. Şimdi buradan kapsamlı bir politika değişikliği çıkmalı, bütün bu alametler havada kalmamalıdır.

    Bu hafta, San Diego’daki Biyoteknoloji Fuarı’na giderken neler düşündüğümü öncelikle size bir yazayım istedim. İleri teknoloji memlekete böyle böyle gelebilir. Ama kafamda daha bir sürü soru var. Dönerken belki sorularıma bir kaç cevap bulmuş olurum. O zaman onları da yazarım.

     

    Bu köşe yazısı 26.06.2014 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.

    Etiketler:
    Yazdır