Arşiv

  • Haziran 2024 (14)
  • Mayıs 2024 (16)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)

    Yöneticilerimiz İngilizce meselesini anlamıyor

    Güven Sak, Dr.23 Haziran 2014 - Okunma Sayısı: 3017

    Geçenlerde Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne “Türkiye Sağlık Enstitüleri Başkanlığı Oluşturulması” hakkında bir kanun tasarısı gönderildi. Sağlık Araştırmaları ile ilgili enstitü kurulması meselesi dışında, tasarı yüksek öğretim sistemimiz ile ilgili bir dizi değişiklik önerisi içeriyor. Benim Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) ve üniversitelerimiz ile ilgili bölük pörçük maddelerden çıkardığım üç sonuç var. Birincisi, devletimizin ve de hükümetimizin kafasında kapsamlı bir yüksek öğretim reformu çerçevesi yok. Olsa konu çok daha kapsamlı ele alınırdı. Tasarıdaki maddelere bölük pörçük dememin nedeni bu. Birileri akıllarına gelen bir kaç hususu alt alta yazıvermiş, olmuş kanun tasarısı. Ortada öyle yeni bir sistem tasarımı filan bulunmuyor. Kafalarda fikir olmayınca ne oluyor? YÖK’e yok yere nur yağıyor. Eskiye rağbetten bit pazarına nur yağıyor hesabı yani. Mesela özel üniversitelerle ilgili olarak, mütevelli heyetlerinde kimlerin yer alacağını, bu işleri bilirmiş gibi, artık YÖK Genel Kurulu oylayacakmış. Halbuki ben “bu YÖK’ten hiç bir şey olmaz” diye düşünürken aklımda tam da o YÖK Genel Kurulu vardı. Sonra doçentlik sınavları  gibi akademik işlere de artık o kendisinden hiç bir şey olmayacak YÖK bakacakmış. Ben YÖK’ün bu manada asla kapasite sahibi olduğunu düşünmüyorum. İkincisi, tasarıyı okuyunca bende ele alınan konuların hiç birinin üzerinde bir onbeş dakika sistemli bir biçimde düşünülmediği kanaati oluştu. En sevdiğim maddelerden biri “Öğretim dili tamamen Türkçe olan okullarda yabancı dil hazırlık sınıfı zorunlu tutulamaz” konusunu düzenleyen madde oldu doğrusu. Bu,  en sevdiğim konu hakkında ve doğrusu ya İngilizcenin yüksek öğretimdeki manası üzerine bir on beş dakika bile düşünülmediği çok açık. Üçüncüsü, yüksek öğretim konusunda yapılmaya çalışılan değişikliklerin, eğitim sisteminin hedefleri ile ilgili  genel bir ilkesi de yok. Mesela şimdi biz evrensel standartlarda diploma sahibi gençler  istemiyor muyuz? İsterseniz ne demeye çalıştığımı, tek bir konu üzerinden, şu İngilizce meselesi üzerinden anlatmayı deneyeyim. Ben anlatayım, siz tasarı metnine de bakın ve karar verin. Açıkçası ben böyle bir yüksek öğretim kanunu değişiklikleri tasarısı üretilmiş olduğu için son derece üzüldüm. Konusunu bilmeyen tasarı olur mu? Buyurun, var işte.

    Türkiye dün yalnızca 3 milyar dolar ihracat yapıyordu. Sene 1980’di. Şimdi 130 milyar dolarlık ihracat yapıyoruz. Bu arada dışa açılarak zengin olabileceğimizi keşfettik. Bence iyi oldu. Dışarıya mal satmak ne demek? Şirketlerimizin yurt dışında bir mal dağıtım ağı var demek. Avrupa’da var. Orta Doğu’da var. Afrika’da var. Tüm bu ülkelerde daha güçlü bir dağıtım ağına sahip olabilmek vemevcut dağıtım ağını bir yatırım ağına dönüştürebilmek için daha çok çalışmamız gerekiyor. Turgut Bey’in zamanında kurduğu Dış Ekonomik İlişkiler Konseyi (DEİK)’ni aşmamız, daha da derinleştirmemiz gerekiyor. Türkiye’nin hem içinden boru hattı geçen hem de bundan daha önemli olarak içinden değer zinciri geçen bir ülke olabilmesi için ne gerekiyor? Daha çok gencin daha iyi İngilizce öğrenmesi gerekiyor. Halbuki Türkiye’de, ilköğretimdeki çocuklar İngilizce öğrenmenin başlangıç seviyesindeyim diye anket cevaplarken orta öğretimdeki gençlerin yüzde 30’u “biz daha İngilizcenin başlangıç seviyesindeyiz” diyorlar. Okullarımız İngilizce öğretemiyor. Türkler İngilizce konuşamıyor. Şirketler mezunların İngilizce bilenini özellikle arıyor ama bulamıyor. Milli eğitim sistemimiz çocuklara yabancı dil öğretemiyor. Bu yıl Milli Eğitim Şurasının konusu tam da bu ikinci dil eğitimi olacak. Ben size bir tez söyleyeyim: Türklerin İngilizce konuşamama meselesini çözmeden Türkiye, içinden bölgesel değer zincirleri geçen güçlü bir ülke olamaz. İleri teknolojiye doğru sıçrayamaz. 500 milyar dolar ihracat hedefinin de ancak rüyasını görür. Kötü olur. Zenginleşme sürecimiz kesintiye uğrar. Yukarıda bunların hedefi yok dediğim işte tam da budur.

    Müsaadenizle devam edeyim. Çocuklar İngilizce öğrenemeden üniversiteye gelince, dil öğretimi konusu da üniversitelerin üzerine kalıyor. Hazırlık okullarına gelen gençlerin neden ancak ortalama yüzde 10’u muafiyet sınavını geçebiliyor? Ben size söyleyeyim: Milli Eğitim sistemimizin beceriksizliğinden. Şimdi tasarıdaki düzenleme ne diyor? “Üniversitenin eğitim dili tamamen Türkçe ise İngilizce eğitimi zorunlu tutulamaz” diyor. Bunu yazan, yabancı dilin üniversitede bir tek derslerde öğretim üyesini dinlemek ve konuşmak için gerekli olduğunu zannediyor. Yanlış biliyor. Üniversite eğitiminden anlamıyor. Bakın nasıl anlamıyor?

    Üniversitede verilen eğitimin amacı, dünyanın herhangi bir ülkesinde geçerli bir altın bileziğe sahip gençler yetiştirmektir. New York’ta, Londra’da o dalda eğitim gören gençler ne okuyorsa, bizim üniversitelerde de onların okunması gerekir. Kalanı, diploması bir tek Türkiye’de geçerli, ezik bir kuşak yetiştirmek demektir. Şimdi eğri oturup doğru konuşmak gerekirse, geçerli her alanda, bilim dili Türkçe değil, İngilizcedir. Tasarıya yerleştirilen bu madde Türkiye’de evrensel düzeyde Türkçe eğitim yapılamayacağını tescil etmektedir. Amacı öyle olmasa da, şöyle diyor “evrensel düzeyde eğitim yalnızca İngilizce eğitim veren okullarda yapılır. Kalanında bilim yapılmadığı için yabancı dile de ihtiyaç yoktur”. Ne dediğini bir on beş dakika düşünmemiş diye hayıflanmam işte tam da bundandır.

    Neden? İngilizce artık yalnızca sınıfta konuşmak için gerekli değildir. Aynı zamanda, alanla ilgili en yeni makaleleri okumak için gereklidir. Eskiden herhangi bir alanla ilgili gelişmeleri yakından takip etmek mümkün değildi. İnternet, imkan setimizi genişletti. Artık her akademik ilerlemeyi anında izleyebilmek mümkün. Ama tasarıdaki o manasız maddeyi yazanlar sanırım geçen yüzyılda kalmışlar. Neden? İngilizce artık yalnızca konuşmak için değil, yazmak için de gereklidir. Eğitim dili Türkçe olan bir okulda, literatürü kendi dilinden izleyememek demek baştan ikinci sınıf olmayı kabul etmek demektir. Eğitim dili Türkçe olan bir okulda, İngilizce yazamamak demek, daha eğitim süreci içinde, akademik gelişmeleri yakından takip edememek, ilerlemeyi sağlayanlarla iletişime geçememek demektir. Daha önce benzer hatayı YÖK de yapmıştı. Şimdi bu tasarıda o hata tekrarlanıyor. İngilizce eğitimi ile ilgili madde yazan bürokrat, üniversitede İngilizce öğrenmenin manasını bilmiyor. Ama yine de o maddeyi yazıyor. Ne oluyor? Komik oluyor.

    Geçenlerde Filistinli bir işadamı bana tam da bunu söylemişti: “Türkler belirgin bir biçimde İngilizce konuşamıyor. Bunun manasını da bilmiyormuş gibi davranıyorsunuz. İş gereği sık sık İstanbul’a geliyorum. Karşımdaki muhatabım İngilizce konuşamıyor. İkimiz de kontrat pazarlığı yapıyoruz. Yüzde 5’erden toplam yüzde 10 İngilizce bilen bir aracıya bir nevi haraç ödüyoruz. Bunun sisteme getirdiği işlem maliyetini neden kimse hesaplamıyor?” Ben sustum doğrusu. Ne döndüğünü tam anlayamadan, muhatabınızla konuşmak hiç de kolay olmamalı.

    Peki, üzerinden 10’dan fazla yıl geçtikten sonra şimdi neredeyiz? Hala başladığımız yerdeyiz. Türkler daha çok ticaret yapıyor ama hala İngilizce konuşamıyorlar. Sonra birileri bir torba yasaya yüksek öğretimde İngilizce konusunda bir madde ekliyor. Bakıyorsunuz külliyen yanlış. Onu oraya ekleyen bana sorarsanız neden bahsettiğini bilmiyor. Ama madde ta Meclise kadar tıpış tıpış geliyor.

    Ne diyeyim? Diğer maddelere gelmeden ben burada susayım. Sağlık Enstitüsü fikri iyi, ama kalanı kötüdür. Söylemiş olayım.

     

    Bu köşe yazısı 23.06.2014 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.

    Etiketler:
    Yazdır